Cafer Solgun
27 Şubat günü akşam saatlerinde duyuldu haber. Hatay Valisi, “İdlib'de dokuz şehidimiz var” açıklamasını yapmadan önce hem de. “Dokuz şehidimiz var” açıklamasını izleyen saatlerde internete erişim kısıtlandı, sosyal medya erişilemez hale geldi.
Bu açıklama ve beraberinde internetin kısıtlandığı saatlerde, “merkez” medyadan Milli Savunma Bakanlığı'nın duyurduğu rakamların haberi verildi; şu kadar “rejim askeri” (ne demekse?) öldürüldü, şu kadar “rejim mevzisi” imha edildi...
Bu manzaranın kamuoyuna yansıması, direkt "Ölü sayısı daha fazla, gizliyorlar demek ki" şeklinde oldu. Nitekim korkunç rakamların telaffuz edildiği spekülasyonlar dolaşıma girdi. Kaynağı belirsiz kötülük haberlerine gün doğdu.
Düne kadar kimsenin adını bile bilmediği Hatay Valisi Rahmi Doğan, basına peş peşe yaptığı açıklamaların sonuncusunda şehit sayısını 33 olarak duyurdu. İki gün boyunca sesi duyulamayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 29 Şubat günü Saray'da partisinin İstanbul milletvekillerine hitap ederken bu sayıyı 36 olarak açıkladı.
İnternete erişimi kısıtlamak, sosyal medyanın fişini çekmek nasıl veya neye karşı bir "önlem" acaba?
Bu "önlem"in mucitleri, bunu Gezi zamanında da yapmışlardı. Yakın zamanda da Elazığ'da deprem olduğunda sosyal medya "yavaşlamıştı" ve biz GSM operatörlerine kızmıştık. Belli ki ortalık her "karıştığında" bu "önlem"e başvurmak gibi bir karar var. Muratları herhalde, "millet endişe etmesin, yalan-yanlış haberler çıkmasın, yayılmasın, sadece televizyonlarda iktidar sözcülerinin yaptığı açıklamaları izlesin." Peki öyle mi oluyor?
Hangi devirde yaşıyoruz? İnsanlar sırf bu tutum yüzünden son yıllarda VPN nedir, yasaklı sitelere nasıl girilir, sosyal medya engeli nasıl aşılır konularında neredeyse "uzman" oldu. Kaldı ki bu otoriter rejimlere özgü "önlem alalım bizden başka kimselerin sesi duyulmasın" anlayışı, pratikte tam tersi bir etki uyandırıyor. İdlib olayında da böyle oldu.
Tragedyanın babası Aiskhylos’un ünlü sözüdür; “Savaşın ilk zayiatı, gerçeklerdir.” Aynı söz, 2. Dünya Savaşı’nın namlı generallerinden Amerikalı George S. Patton’a da atfedilir; “Savaşta, önce gerçekler ölür.”
Bunun “haklı” değilse bile anlaşılır bir “mantığı” var. Savaş yarı yarıya “psikolojik” bir faaliyettir ve bu yüzden “psikolojik harp” başlı başına bir “alan” olagelmiştir. Savaşta sahadaki üstünlükten, başarıdan önce psikolojik olarak “üstün”, yani haklı olmanız gerekir. Örneğin işgale karşı yurdunuzu savunuyorsanız, savaşta kayıplar vermeniz savaşı kaybediyor olmanız anlamına gelmez; aksine daha büyük bir kararlılıkla, fedakarlıkla savaşa yüklenmenizin gerekçesi olur. Giriştiğiniz savaşta “yurt savunması” gibi haklı bir gerekçeniz yoksa, savaşın zaten korkutucu olan gerçekleri daha da “korkutucu” bir hal alır.
Fakat artık iletişim alanındaki devrimsel nitelikte teknolojik gelişmelerden dolayı “yeni” bir dünyada yaşıyoruz. Dünyaya kapılarınızı kapatabilirsiniz ama insanların dünya ile iletişim halinde olmasını engelleyemezsiniz. Hele ki “muz cumhuriyeti” değil de “demokrasi” olma iddiasında iseniz…
Açık olacaksınız. Şeffaf olacaksınız. Eleştiri ve hatta protestoların "can" veriyor olmamızdan, yurttaş olmamızdan, "insan" olmamızdan ileri gelen hakkımız olduğunu bileceksiniz, bilmiyorsanız öğreneceksiniz. "Savaşa hayır!" diyen insanları gözaltına almayacak, "hain" ilan etmeyeceksiniz. İşini, sadece sizin açıklamalarınızı duyurmak olarak anlamayıp gereğince yapmaya çalışan gazetecileri hedef göstermeyecek, gözaltına almayacaksınız… Hesap verme konumunda bulunduğunuzu unutmadan neden bu "savaşa" girdiğimizi anlatmak mecburiyetiniz olduğunu bileceksiniz.
Çünkü savaş acı, gözyaşı, ölüm ve yıkım demektir ve ölenler bu ülkenin evladı, kalanlar bu ülkenin yurttaşı, harcadığınız paralar bu ülkenin birikimi...
Ve sizler, pek sayın devleti yönetenler, sizler "şahsınız" adına değil bu ülke adına o koltuklarda oturuyor, siyaset yapıyor, savaş veya barış kararları alıyorsunuz! Seçim kazanarak oturduğunuz koltuklar, taşıdığınız payeler tapulu malınız değil, "kaderiniz" hiç değil! Beceremediğinizde, başaramadığınızda, yanlış yaptığınızda istifa edeceksiniz. Evet; demokrasilerde "istifa" diye bir müessese de vardı, değil mi?
Bağırıp çağırarak, sağa sola sopa sallayarak, eleştirileri bastırıp görünmez, duyulmaz kılarak ancak ve sadece insanların acılarını ağırlaştırır, kaygılarını, endişelerini koyulaştırır, yönettiğiniz ülkeye karşı sorumluluğunuzu "şahsi" meseleniz sanırsınız; suç işlersiniz...
Cevabını arayan soru gayet basit ve bu soruya "cevap" diye söyledikleriniz, bu soru kadar "basit" ve anlaşılır değil: İdlib'deki neyin savaşıdır? Türk askerinin orada "terörist", "cihatçı" diye adlandırılan çetelerle işi nedir? Meseleniz yeni bir “mülteci” dalgasını önlemek midir Esad’ı devirmek mi?
Bu sorular tabii ki başka birçok soruyu da doğuruyor ama öne çıkan soru budur: İdlib'de ısrarla, inatla, neyin savaşını yürütüyorsunuz?
Ne kadar bilmezden gelseniz de "rejim", "rejim askeri" gibi ifadelerle adını anmadığınız muhatabınız Suriye, Esad rejimi ve Suriye ordusunun arkasındaki de değil, yanındaki, önündeki güç İran'la birlikte Rusya'dır. Bunu gizlemek mümkün müdür?
Peki Rusya ve İran’ın Suriye’den vazgeçmesi, “Bizi Esad’la baş başa bırakın, siz çekilin aradan” isteğinize, “Olur” demesi mümkün müdür?
Baştan sona yanlış, baştan sona hesap, kurgu, senaryo ve strateji hatalarıyla dolu, baştan sona öngördüğü hiçbir sonucun tutmayacağı baştan belli Suriye politikasını bu ülkeye daha fazla bedel ödetmeden şapkanızı önünüze koyup yeniden düşünün. Hiç değilse, düşünün…
Ve düşünmeye, Sun Tzu'nun şu sözlerini anlamaya çalışmakla başlayın mesela: "Dövüş ustası olanlar öfkelenmezler, kazanma ustası olanlar korkmazlar, akıllılar dövüşmeden kazanır, cahiller kazanmak için dövüşürler."
“Savaşa hayır” diyenleri “Esadçı” diye yaftalamak çok ucuz bir demagoji. Savaşa hayır; çünkü bu savaşın görünen gelecekte bir kazananı yok ve olmayacak.
Bırakın “şehitler tepesi” daha fazla yoksul aile çocuklarının cesetleriyle dolmasın...
Yazıktır. Günahtır. Söz konusu olan, insandır…
Yazarlar
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer Solgun“Geri zekalıya anlatır gibi” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasi meşruiyet ve matematik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilÖtekileştirmek Ve Ötekileştirdiklerimizle Yüzleşmek – “Kürt Sorunu”na Alternatif Bir Bakış 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR103 kişinin ölümündeki suçu sahte belgeyle gizlediler 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKardeşinin cenazesine gidememek 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUEski bir anıdan günümüzde yaşananlara çıkartılacak ders 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolOrta Doğu’da İsrail tehdidi 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEKim bu Ümmet? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇ“İçerde Nutuk, dışarda Kur’an!” 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRSiyaset çıkar, itibar, zenginleşme aracı olmadığında… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCumhurbaşkanı’nın ittifak çıkışı ve silahsızlanma sürecinin gölgesinde muhalefet 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuErdoğan’dan tarihi itiraf… 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKutuplaşmanın son mağduru; CHP’nin ilk imam hatip müdürü Celal Hoca 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağacı taşımanın suç olduğu ülke: Portekiz 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUİnsan hiç üzülmez mi… utanmaz mı hiç? 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİslamcılık ve post-İslamcılık ve modernizm ve milliyetçilik 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜRECE DOĞRU TUTUM 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluCoğrafyanın kader olmadığı ülke... 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Kutup başı” 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYBırakın ömür boyu otursunlar o koltuklarda 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Öcalan’ın Önerisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHepiniz oradaydınız be-2 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATarihi Anlamak, Yargılamak Değil; TKP ve TBKP, Yasallık, Yenilenme ve Kürt Özgürlük Hareketi Üzerine 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNGeri Dönüşsüz Yol 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanZenginin malı züğürdün çenesi: Bu tekneler neden yanıyor? 15.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIK11 Temmuz’dan sonra sıra neye geldi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞTARİHSEL “TKP’NİN TARİHİ” YAZILMALI… 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRYeni süreç, yeni stratejiler: İktidardaki çatlaklar ve çelişkiler muhalet için tuzak mı, yoksa fırsa 14.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
20.06.2025
15.06.2025
1.06.2025
23.05.2025
10.05.2025
27.04.2025
19.04.2025