Mücahit BİLİCİ
Çoğu insan ilk kez Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu’nun seslendirdiği bir türkünün sözleri olarak rastgelmiştir. Bir türkü vesilesiyle intişar bulup dikkat çeken, daha sonra da Muhteşem Yüzyıl dizisindeki kullanımıyla popüler bir nitelik kazandığı anlaşılan bir tasavvuf şiiri bu. “Zahid bizi tan eyleme” diye başlıyor. Kimisi Melamî kimisi Bektaşî nefesi yapmış. Kimisi Alevî deyişi hatta devrimci sözü yapmış, kimisi Ehlisünnet dairesindeki tasavvufun ifadesi bir nutk-u şerif yapmak istemiş. Rağbet gören bir estetik sözü kendi meşrebine asimile etme çabalarını işin ehli tarihçilere havale etmek lazım. Bir rivayete göre onyedinci yüzyıldan kalma bu eser Muhyî nam bir zata ait olup Kadızadeliler veya benzeri bir temayüle karşı dile gelmiş bir protesto. Burada bu şiirin kısa bir şerhini, bir kavramsal yorumunu yapmak istiyorum. Şiirin azıcık daha uzun versiyonları da var. Buradaki amacımız açısından meşhur biçimi yeterli. Okuyalım:
Zahit bizi ta’n eyleme
Hak ismin okur dilimiz,
Sakın nefsane söyleme
Hazrete varır yolumuz.
Sayılmayız parmak ile,
Tükenmeyiz kırmak ile.
Taşramızdan sormak ile,
Kimse bilmez ahvalimiz.
Erenlerin çoktur yolu,
Cümlesine dedik beli.
Gören bizi sanır deli,
Usludan yeğdir delimiz.
Muhyî sana olan himmet,
Aşık isen cana minnet.
Cümle alemlere rahmet,
Saçar şu yoksul elimiz.
Zahit kimdir, kimi ta’n eylemektedir? Bu şiirde Zahit’e seslenen kimdir? Aralarında ne tür bir fark, ne tür bir kavga var? Türkiye’de zühd tasavvufun bir parçası sayıldığı için zahitten yana şikayetçi tarafın tasavvuf olduğunu tasavvur etmek çok zordur. Çünkü Türkiye’deki dindarlık anlayışında zühd ve tasavvuf o kadar içiçe geçmiştir ki birbirinden ayrı düşünülemeyen şeylerdir. Halbuki zahid tarafından nefrete konu olup da zahidi cevaben protesto eden taraf Sufi’dir. Yani tasavvuf ehli. Peki Zahit ile Sufi arasında ne tür bir anlaşmazlık var?
Evvela “zahit” Ahmet, Mehmet gibi bir şahsın ismi değil, bir olma biçiminin adı. Zahid bir prensip insanıdır. Prensibi Allah korkusu veya kilo alma korkusu olabilir. Manevi fitness kaygısı ile diyet ve egzersiz yapar. Şeytanın kuşatması altındaki bir mümin olarak sürekli nöbettedir. En büyük korkusu teyakkuzdan düşmektir. Haramdan sakınmak için sınır çizgilerini keskinleştirir. Format insanıdır. Keskin hatları sever. Sınır ihlalinden korkar. Kuralcıdır. Namus insanıdır. Helal ve haram arasında inzibat hastasıdır. Allah ile ilişkisi korku ve saygı üzerine kuruludur. Zahid’in özelliği dini bir kurallar manzumesi, harfiyyen uyulması gereken bir ödevler topluluğu olarak görmesidir.
Zahid, Allah’a layık olmak için kendine işkence eden insandır. Uhrevi amaçlarla dünyadan el ayak çekmek zahitliğin sadece bir versiyonudur, dini bir versiyonudur. Zühd için ne dünyadan çekilmek ne de dindar olmak şarttır. Önemli olan bir ilkeye, bir kitaba sığmak için kendini şekillendirerek formda tutmaya çalışmaktır. (Buna eski Yunan’da askesisdenirdi). Zahidin en büyük özelliği verili emre sadakat, bir kurala ittibadır.
Zühd kişinin kendi kendini engizisyona tabi tutmasıdır. Kendi nefsini bir teslimiyetin veya bir kuralın hapishanesine atıp terbiye etmesidir. Zühdün temelinde korku vardır: Allah korkusu, kilo alma korkusu, yanılma korkusu, çelişme korkusu, trafikte şeritten sapma yahut şeriatte daireden çıkma korkusu. Onun için Zahid hamur gibi olan beden ve benliğini şeriat (fıkıh, yasa, ilke) denilen hudud’un bıçakları ile kesip biçmek ister. O eminlik arayan bir insan modelidir.
Zahid suyu bulmak için kuyu başına gider. Kuyudan su içer. Kuyunun dışı onun için çöldür, susuzdur. Kutsal olan kuyuyu sever ve çölden nefret eder. Susuz saydığı ölçüde kendini de çölden sayar. Kupkuru bir sadakatın tedirginliği içinde yaşar. Zahid takva ehlidir, çile insanıdır. Tanrı’yı dünyaya, insanı da harama bulaştırmamak için tetiktedir. Zahid o yüzden bir polistir. Bir fıkıh doktoru, bir yasa diktatörüdür.
Sufi ise serhoştur ve bir ihlalcidir. Laçkadır. Teorisi hulul ve tevhiddir. Sufi Allah’a layık olmak için kendini salıveren insandır. Aşkta namus olmadığı için aşk mesleğini takip eden sufi de namussuzdur. Allah sevgisiyle herşeyden vazgeçip kendini maşukuna adamak aşk mesleğinin sadece bir versiyonu, dini bir versiyonudur. Çoğu kez Leyla ile Mevla karıştığı için son tahlilde ikisi birdir. Sufi serhoş olduğu ölçüde taşkındır ve aşkındır. Zahit bir kuralın içine sığmaya çalışırken Sufi onun dışına taşmak, özüne inmek zorundadır. Zahit sınırlarda jandarma gibi gezinirken, Sufi sınırların yapaylığını (tarihselliğini) görüp toprakta kesintisiz bir yekparelik içinde kayıptır. Tasavvufun temelinde muhabbet yani aşk vardır. Aşkın gözü kör olduğu için sufi sevgiliden başka şey göremez. Sufi kendini de göremez. Kendi kendini sıfırlama pratikleri kendi bilincini, farkındalığını yok etmek içindir. Herşeyi fena’da eritir. Sevgili varolabilsin diye yokolmayı ister. Korku yerine sevgi, fark yerine fena onun alemindeki bütün sınırları eritip siler. Kıyıyı değil ummanı isteyen Sufi fıkha karşı mistlikliği, legalizme karşı anlamı (daha doğrusu görüntü yerine tadı) önemser.
Tipik olarak Zahit zahir ehli olmakla, Sufi ise batın ehli olmakla suçlanır. Fakat bunların ikisi de sebep değil sonuçtur. Asıl mesele Tanrı ile olan ilişkinin mahiyetidir. İki çelişen ilke sözkonusudur: Allah korkusu ile hareket eden Zahidin kulluk prensibi sakınmadır (içtinab). Allah sevgisi ile hareket eden Sufinin kulluk prensibi ise yapışmadır (birleşme). İlki Tanrı’yı tenzih edip aşkınlaştırırken, ikincisi Tanrı’ya yapışıp onda erimek, onunla birleşmek ister. Zahid’in ‘mutsuz bilinci’ ile Sufi’nin ‘bilinçsiz mutluluğu’ aynı Tanrı kapısına varmak isteyen farklı çırpınışlardır.
Dışarıdan bakınca Zahid görüntüye ve kurallara ziyadesiyle değer atfeder. Çünkü Şeriat zahire göre hükmeder. Zahid de Şeriate. Fakat Sufi için (itiraf etmese de) şeriat değil hakikat önemlidir. Olmak, dokunmak, yapışmak anlamında hakikat önemli olduğu için kabuğu kırıp öze inmek ister. Zahid için kuyunun duvarı kutsal iken, Sufi için duvar suyun hapishanesidir. Tevhid kuyunun genişleyerek bir okyanusa dönüşmesi, kıyısız kalmasıdır. Kuyu Ka’be’dir. Su için çölde yürümektense Sufi heryerde ve herşeyde suya dalabilmek ister. Onda çöl de su olur. Kıyı yoksa Zahid yoktur. Sufi ise sudan gayrı birşeye tutunuyorsa yoktur. Çünkü onunkisi bir iflastır: tutan el tuttuğu şey, yüzen ben yüzdüğü su haline gelmelidir. Bu bir açıdan da Taksimatçı Molla Kasım ile Oşinograf Yunus Emre’nin hikayesidir. Bir tarafta rasyonalitenin ızgarasının doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü ayrıştıran kıyımı var. Öbür tarafta tüm parçaları tek bir özde bir’leştirmek için eriten bir varlık heyelanı var. Zahid ile Sufi’de gördüğümüz şey ayrıştıran farkındalık ile birleştiren farksızlığın çatışmasıdır.
Trafik Polisi ve Sarhoşun Savunması
Zahid ile Sufi arasındaki gerilim Zahid’in edepliliği ile Sufi’nin rahatlığı arasında ortaya çıkar. İki olma biçimi karşımıza bazan fakih ile mistik, bazan kural ile amaç, bazan da şeriatın yerelliği ile tevhidin evrenselliği arasındaki fark olarak çıkar. Zahit Sufi’yi (polis sarhoşu trafikte) yanlış yola girerken veya madde etkisi altında kendini sürerken yakalamıştır. “Serseriye bak” diyerek onu ta’n eylemektedir. Kelepçe takip inzibatî tedbirler almak hakkını kendinde görmektedir. Sufi der ki “Zahid bizi tan eyleme, Hak ismin okur dilimiz”. Yani biz sufileri doğru yolda değil sanma. Serseri değil acile(n) giden yolcuyuz. Haktan sapanlardan değil Hakka gidenlerdeniz. Kendine gelmemiş değil, kendinden geçmişlerdeniz. Fakat Zahid bu ayrımı yakalayabilecek bir radara sahip değildir. Legalizmin emrinde bir değnekçidir o.
“Sakın nefsane söyleme, Hazret’e varır yolumuz.” Yani zahiren serseri ve başıboş, rahat, kuralları iplemez görünsek de halimiz için sakın nefsanidir (keyfi bir sorumsuzluk üzereler) deme. Zira Hazret’e varır yolumuz. Yani tanıdık bir yol olmasa da, Hazret’e varır gittiğimiz bu yolumuz. Haritada tanımlanmış bir yol olmadığı için yolda değil yoldan çıkmış görünüyor olabiliriz (Şeriatın navigasyon haritasında). Fakat bizim gittiğimiz bu yol da Hazret’e götürür. Sadece Şeriat aplikasyonundan bakınca öyle görünmez. Peki Hazret kimdir? Hazret’in ucu açıktır. Hazret, Hazreti Allah olduğu gibi Hazreti Muhammed de olabilir. Hazreti Şeyh de olabilir. Tasavvuf açısından gerçekte bunlar birdir ve her birisi ötekisinin bahanesidir, vesilesidir, portalıdır. Okyanusta damla, dere, deniz birdir. Tevhiddeki asimilasyon gücü, Hazret ibaresinde netleştirme lüzumunu gereksiz bırakmıştır. Şüphesiz bu müphemiyet Zahid açısından kriminal bir haldir. Fakat Sufi için tam da aranan haldir. Bıçağın keskinliği ile atmosferin oksijeni karşı karşıya gelmiştir. Zahid’in “fark”ı ile Sufi’nin “fena”sı sırasıyla ayrıştırma polisi ile aynılaştırma sisi olarak tecelli etmiştir. Kuralın katılığı ile anlamın uçuculuğunu burada bırakıp şiire dönelim:
“Sayılmayız parmak ile, tükenmeyiz kırmak ile.” Burada sanıldığı gibi sayımız çok o yüzden ne kadar saysan veya ne kadar kırsan yine de bitmeyiz demiyor. Diyor ki saymanın nesnesi olan görünürlükten mahrum olduğumuz için kim bizdendir bilmek zordur. Ayrıca zaten eridiğimiz için kırmanın nesnesi olan sertlikten, varlık iddiasından da uzağız. Yani sayma’nın ele geçirici nüfuzuna tabi olmadığımız (radara yakalanmadığımız) gibi kırma’nın tüketici kahrına da maruz kalmayacak kadar varlık iddiasından çıkmışız. Ölüyü öldüremezsin. Hangisidir diye bilemediğin birşeyi sayamazsın, kıramazsın. Burada bu görünmezlik Zahid’in zahire direkt yansıyan görünürlüğüne karşı Sufi’nin su olmasından kaynaklanıyor. Çölü delen Sufi su olup eridiği için su ne sayılır ne de kırılır. Bu görünmezlik kaybedecek hiçbirşeyi olmayanın özgürlüğünden gelen bir rahatlıktır.
“Taşramızdan sormak ile, kimse bilmez ahvalimiz.” Taşra birşeyin dışına, çevresine, periferisine verilen isimdir. Taşramıza yani dışarımıza sormak ile ahvalimizi (kim ve nerede olduğumuzu yahut ne yaptığımızı) bilmek mümkün olmadığı için bizi dışarıdan bakanlar bilmez, fark etmez. Yüzeyden öze, çölden suya geri çekilmiş bir olma biçiminin çölün sathından veya zahir nazardan görünmemesi sözkonusu. O yüzden biz zahirden tanınmayız ve anlaşılamayız diyor Sufi.
“Erenlerin çoktur yolu, cümlesine dedik beli.” Erenlerin yani sufilerin yolu çoktur. Yani Allah’a giden yollar (Şeriat içinde ve dışında) çoktur. İnsanlar adedince Allah’a giden yollar vardır. Biz hepsine “beli” (evet) dedik, hepsini meşru sayarız. Trafik polisi bir yerden bir yere gitmeyi sadece araçla ve sadece otoyol üzerinden tasavvur etse de nice başka kestirme veya dolambaçlı off-road yollar vardır. Hepsi de haktır.
“Gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz.” Görenler bizi yoldan çıkmış, yoldan sapmış, dağda bayırda serserice yol giden manyaklar gibi görse de aslında deli (kaybolmuş, nereye gittiğini bilmeyen) değiliz. Bizim off-road yolumuz otoyoldan daha iyidir. Daha kestirmedir (uslu’dan yeğ’dir delimiz). Uslu burada klişe anlamda uslu-efendi gibi anlaşılmamalı. Uslu, us sahibi, akla tabi, terbiye edilmiş, bir yolun işaretlerine sadık kalan, rasyonel kişi demektir. Burada delilik, Sufi’nin sarhoşluğunun bir diğer adıdır. Kanun adına polis sarhoşu, toplum da deliyi tutuklamak ister. Fakat okyanus kuyuya yeğdir.
“Muhyî sana olan himmet, aşık isen cana minnet.” Burada Muhyî, diyor ki işini severek yapanın işi iş olmaktan çıkar hobi olur. Aşık olana sevgiliye varma yolundaki emek yük değildir. Aşık canını vermek ister. Aşkın mıknatısvari cezbesi yolun uzunluk ve zorluklarını ortadan kaldırır. Aşk yolunda dünyayı da taşısan tüy gibi hafif hissedersin. Çünkü teslim olmuşsun. Akıntıya kalmışsın.
“Cümle alemlere rahmet, saçar şu yoksul elimiz.” Yoksul el, tuttuğu bir şey olmayan, tutma iddiasından vazgeçmiş tutma yerine tutulmayı seçmiş bir eldir. O el, geleni mutlak bir kabul ile kabul ettiği, güvenlik ve inzibattan geçirmediği için artik bir ahize, bir aktarım cihazı haline gelmiştir. Rahmet o elden aleme dağılınca sadece Zahid’in üzerine titrediği otoyoldan değil her yerden tüm aleme dağılmış olur. Zira bu bir sel rahmeti yahut rahmet selidir. Yol kendi dışını kaplayacak şekilde genişledikçe ne yol kalır ne yolun dışı. Heryer yoldur, her istikamet Hakka’dır. Kuyu ile okyanus arasındaki fark Zahit ve Sufi’de öyle tecelli eder. Zahit çöllerden geçerek kuyuya varmak zorundadır. Suyu bulmak için yoldan gitmek zorundadır. Sufi ise okyanusta sırtüstü akıntıda zevketmektedir. Gidecek yolu, aranacak suyu yoktur. Aralarındaki ayırım dikiş tutturma ile kendini bırakma arasındaki ayırımdır. Zaptetmeye çalışma ile fethedilmek istemenin ikisi de su peşindedir. Biri kuyudan su çeker, bir okyanusta boğulur.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.06.2025
21.05.2025
11.05.2025
4.05.2025
2.05.2025
25.04.2025
5.04.2025
28.03.2025
15.03.2025
2.03.2025