Ahmet ALTAN
Yazıya başlamadan önce bir şey söyleyeceğim.
Bizim Başbakan’ın büyük siyasi sorunları çözmekte zorlandığı aşikâr ama Erdoğan’ın benim gibi onun siyasetine karşı olanların bile sevdiği “vicdanlı delikanlı” bir yanı da vardır.
Bir başbakanın “vicdanı” büyük olaylarda bazen sükût edebilir, lakin “küçük” olaylarda o“vicdana” geniş bir yer açılır.
Rica etsem Başbakan’ın danışmanları bizim bugünkü gazeteyi Erdoğan’a gösterseler de şu bizim manşetteki oğlana mümkünse bir sahip çıksa.
“Beni dövüyorlar” diye karakola sığınan bir çocuk insanın içini acıtıyor.
Biliyorum, böyle “tek bir hayatı” kurtarmanın “anlamsızlığını” vurgulayacak, herkesin kurtarılması gerektiğini söyleyecek çok insan vardır.
Ben, Malraux’nun lafını çok severim, “Bir hayat hiçbir şeydir ama hiçbir şey bir hayatdeğildir”.
Belki de o çocuğa bir gelecek yaratılır, şerden hayır doğar, dayaktan kaçan çocuk belki de çok başarılı olacağı bir hayatın başlangıcını yaşar.
Bu karmakarışık ortamda belki bir çocuk kurtulur.
Hayata genellikle geniş perspektiflerden bakıyoruz.
Sorunlar büyük ve insanların topluca daha iyi bir yaşam düzeyine çıkabilmesi için ortak ve büyük çözümler aranması gerekiyor.
Ama bazen de kameralarınızı tek hayatlara “zumlamanız” bize gerçekleri daha iyi anlatır.
Çünkü o tek hayatlarda sorunların çözümlerini gösterebilecek ipuçlarına rastlayabilirsiniz.
Sorunu daha iyi kavrayabilirsiniz.
Biliyorsunuz bizim ülke “iş yasaları” konusunda “kara listeye” düşmüş durumda, burada işçilerin şartları çok ağır.
Böyle “genel” bir anlatımla söylediğinizde yaşanılan acılar, o genel anlatımın içinde yeterince gözükmüyor.
Bir de o işçileri tek tek düşünün.
Buz tutmuş bir gölde beş saat yardım gelmesini bekleyen işçileri düşünün.
Onların son saatlerini.
Gittikçe azalan güçlerini, soğuğun bedenlerine işlemesini, ümitlerini son âna kadar kaybetmemeye çalışarak bir buz parçasına tutunarak hayatta kalmaya çalışmalarını.
Buza tutunan ellerin morarıp katılaşmasını.
Tutunacak güçlerinin tükenmesini.
Ve suya gömülerek hayattan kopuşlarını düşünün.
Tuzla tersanelerinde ölen işçileri düşünün.
Bir patlamayla bedenlerinin kavrulup alev almasını...
Yanarak ölmelerini.
İskelelerden düşüşlerini, son duydukları sesin kırılan kemiklerinin olmasını.
O tersanelerde ölümün onları beklediğini bilmelerine rağmen “burası kapanırsa aç kalırız”korkusuyla o tersanelerin bu haliyle çalışmaya devam etmesini desteklemek zorunda kalışlarını...
“İnsafsız bir piyango” gibi ölümün hangi gün kime çıkacağını beklemelerini...
Ailelerini, karılarını, evlatlarını, uzakta kalan köylerini, bekâr odalarındaki yalnızlıklarını, akşam vakti usulden tutturdukları kederli türküleri bir düşünün.
O zaman anlarsınız “işçiler” dendiğinde insanlardan söz edildiğini.
Onların yoksulluğunu, çaresizliğini kavrarsınız belki.
Her ay onlardan yaklaşık elli tanesinin “iş kazalarında” hayatlarını kaybettiklerini düşünün.
Her ay başladığında, o ay elliye yakın işçinin bir iş kazasında, bazen bir iskeleden düşerek, bazen alevler içinde kalarak, bazen boğularak, bazen parçalanarak öleceğini bilmenin ne demek olduğunu, bir toplumun böylesine bir gerçeği bilmesine rağmen aldırmamasını düşünün.
O zaman, “zenginleşen” bu ülkenin “zenginleşemeyen” kesimlerinde neler olduğunu anlayabilirsiniz belki.
Elinizde tuttuğunuz paralardaki gizli kan lekelerini görebilirsiniz.
O işçilere kimse sahip çıkmıyor.
Şartlar öylesine korkunç ki o işçilerin kendileri bile kendilerine sahip çıkmıyorlar, “açlıktan”korktukları için bir “ölüm piyangosuna” gönüllü katılıyorlar.
Tuzla tersanelerinin, şartlar düzelene kadar kapatılmasını, işçilerin hayatlarının güvenceye alınmasını isteseniz önce orada çalışan işçileri bulursunuz karşınızda.
Öyle bir hayat veriyoruz ki o insanlara, “ölüm ihtimalini” kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Tabii daha da dehşet verici bir gerçek var.
Eğer bu ülke Kürt sorununu yaşamak zorunda kalmasaydı, sadece savaşa harcanan paralarla bu ülkenin işçilerinin hayatları kurtarılabilirdi.
Savaşa bugüne kadar 400 milyar dolar harcandığı söyleniyor, bu parayla işçilerin ölmeyeceği şartlar yaratılabilirdi bu ülkede.
Savaş, sadece dağdaki insanları değil bu ülkenin bütününü vuruyor.
Henüz “insanın” herşeyden daha kıymetli olduğunu kabul edecek bir düzeye erişemedik, insandan“daha kıymetli” o kadar çok şey var ki “insana” dönüp bakan yok.
Ve, tabii bir de bizim birkaç gündür haberini yaptığımız “huzurevleri” gerçeği duruyor hayatımızın loş köşelerinde.
Sahipsiz yoksul ihtiyarların sönük lambalı odalarda yataklarına “bağlandığı” o huzurevleri...
Kimsesizlik, çaresizlik, bütün kemiklere yayılan yorgunluk, hoyrat görevlilerinin ittirip kaktırması, geceleyin zorla yataklarına bağlanmaları...
Tek tek bütün bu insanları düşündüğümüzde çekilen acıların ne olduğunu anlayabiliriz.
Ve artık anlamalıyız bence.
Bizim aldırmazlığımız onların hayatına mal oluyor.
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
26.05.2020
21.01.2020
6.02.2019
28.11.2019
23.11.2019
11.11.2019
21.03.2020
25.09.2018
19.09.2018
26.08.2018