Alper GÖRMÜŞ
Aslına bakarsanız, Başbakan Erdoğan’ın kürtajla ilgili olarak sarf ettiği, “Bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesi, altında “dinî inanç imalı çapanoğlu” aranacak bir cümle değildi. Fakat biliyorsunuz, ben salı günkü yazımda aradım!
Çünkü bu cümle bana, Erdoğan’ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yeni başladığı günlerde sarf ettiği bir başka cümleyi hatırlatmıştı.
Size de hatırlatayım: Erdoğan, bundan 18 yıl önce Belediye’nin mekânlarından birinde açılan bir resim sergisinin kokteylinde içki sunulmasına izin vermemiş, bunu da, “Ben bu şehrin yalnızca belediye başkanı değilim, aynı zamanda imamıyım ve başkalarının günahlarından da sorumluyum” diye savunmuştu.
Bu savunma, çiçeği burnunda Belediye Başkanı’na bizzat benim sorduğum bir soruya cevaben geldiği için onu hiç unutmamıştım ve ilk bakışta hiçbir sorun içermiyormuş gibi görünen “Bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesi, benim için bir anda alarme edici bir cümle hâline gelivermişti.
Nedeni açık: Başbakan’ın bu cümlesi, tıpkı 1994’te ifade ettiği gibi kendisini “yönettiklerinin günahlarından da sorumlu” bir lider olarak gördüğü anlamına geliyorsa, bunun derin toplumsal gerilimlere yol açacağı kuşkusuzdu.
Geçen yazıda, bunun hiç de yabana atılamayacak bir ihtimal olarak önümüzde durduğunu söylemiş, kesin ifadeler kullanmaktan özellikle kaçınmıştım. Elbette şu anda da sadece bir “ihtimal”den söz ediyorum ve bu ihtimalin gerçek olmamasını diliyorum.
Fakat söylemek zorundayım ki, “Bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum”cümlesi, hiçbir dinî referans içermiyor olsa dahi sorunlu bir cümledir ve tek başına bu cümle bile Başbakan’ın otoriter yönelimlerin fâş edecek bir içeriğe sahiptir.
İşte bugünkü yazının konusu, Başbakan’ın o cümlesi...
Otoriter zihniyet – demokratik zihniyet
Başbakan Erdoğan’ın cümlesi sorunlu, çünkü bu cümle bireysel kararlar ve bireysel ilişkiler çerçevesindeki “meseleler”e dair olarak sarf edildi... Yoksa, makro siyasi ve iktisadi meseleler çerçevesinde söylenmiş olsaydı, bundan kimse rahatsızlık duymazdı.
Tek tek bireysel kararlar ve ilişkiler, içinde yer aldıkları toplumun yaşam biçimini de belirliyor. Bu bireysel karar ve ilişkiler ne kadar zenginse, toplumsal yaşamın yelpazesi de o kadar geniş oluyor.
Siyasi iktidarların bireysel kararlar ve bireysel ilişkiler alanına karışmamaları çok sık tekrar edilse ve bu demokratik bir standart olarak benimsense de, hepimiz biliyoruz ki bütün iktidarların bir de toplumsal yaşam tahayyülleri vardır. Her iktidar, nihai başarısını oradaki değişikliklere bakarak ölçer.
Bu söylediğim, otoriter ya da demokratik, bütün zihniyetlerden iktidarlar için geçerlidir.
Fark şuradadır: Otoriter zihniyet sahibi iktidar yapıları, kendi toplumsal yaşam tahayyüllerini, ellerinde tuttukları siyasi iktidarın gücünü kullanarak gerçekleştirmeye çalışırlar.
Buna karşılık demokratik zihniyet sahibi iktidar yapıları, kendi toplumsal yaşam tahayyüllerini tartışma, ikna vb. gibi araçlarla hayata geçirmeye gayret ederler.
Yani sorun, iktidarların bir toplumsal yaşam tahayyülüne sahip olmalarında değil, iktidarların onu gerçekleştirmeye çalışırken başvurdukları araçlardadır.
Tahayyülün hâlisliği konusunda hiçbir tartışma olmasa bile, onu siyasi iktidarın gücünü kullanarak hayata geçirmeye kalktığınızda “demokratik haklılığınız” biter... Mesela kabilinden: Diyelim bir partinin, her ikisi de çalışan eşlerin ev işlerini eşit olarak paylaşması yönünde bir tahayyülü vardır. Bu parti iktidara gelsin ve söz verdiği gelişmeyi sağlamak üzere, evlerdeki durumu denetlemek amacıyla“aile müfettişliği” kurumu ihdas etsin. Buyurun size, son derece demokratik bir talebin, onu gerçekleştirmek için devreye sokulan aracın antidemokratik niteliği nedeniyle bütün meşruiyetini kaybetmesine dair bir örnek...
Başbakan’ın “toplumsal iyi”si...
Geçmişin sosyalizm deneyleri, tartıştığımız konu açısından öğretici örnekler teşkil ediyor... Oralarda da birtakım “hâlis” amaçlar uğruna devlet iktidarları bireysel ilişkiler alanlarına müdahale etti ve sonuç hepimizin bildiği şekilde tezahür etti.
Yani, “bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesini, dindar bir başbakan olan Tayyip Erdoğan değil de tümüyle seküler kaygılarla hareket eden bir başbakan sarf etseydi de durum değişmeyecekti. Çünkü “her mesele”nin bireysel kararlar ve ilişkiler çerçevesini de kapsaması durumunda, bu sözün otoriter yöntemler ve sonuçlar üretmemesi imkânsızdır.
Sâikleri ister dinî olsun ister seküler, Başbakan Erdoğan’ın bireysel ilişkileri kendi toplumsal tahayyülü doğrultusunda biçimlendirme yönünde güçlü bir arzusunun ve iradesinin olduğu bence açık.
Acaba Tayyip Erdoğan’ın çevresinde, bu türden arzuların demokratik bir yönetim tarzıyla bağdaşmayacağını söyleyecek cesarette danışmanlar var mı?
Acaba Adalet ve Kalkınma Partisi’nin nomenklaturasında, Başbakan’la aynı toplumsal tahayyülü paylaşsalar bile, o tahayyülü “emir komuta zinciri içinde ve emirle” hayata geçirmenin toplumun hiç değilse bazı kesimleri için “zulüm” anlamına geleceğini bilen parti büyükleri var mı?
Nihayet, eskiden kendilerini dışlayan siyasi iktidarlar tarafından tesbit edilen “toplumsal iyi”yi benimsemeleri için zorlanan Türkiye’nin dindarları... Acaba Türkiye’de, kendilerine yakın bir iktidar tarafından tesbit edilen yeni “toplumsal iyi”nin zorla yerleştirilmesinin toplumun hiç değilse bazı kesimleri için “zulüm” anlamına geleceğini haykıracak ve buna karşı çıkacak dindar entelektüeller var mı?
Bakalım önümüzdeki dönem, bu sorular ne türden karşılıklar bulacak?
-
Dink cinayeti ve yargılanmayan kamu görevlileri
Hrant Dink davası da tıpkı Uludere gibi, vicdanları tatmin edecek bir hukuki sonuç üretmediği sürece bitmeyecek. Kararı veren hâkimin bile “vicdanım rahat değil” dediği bir dava sonucundan söz ediyoruz. Böyle bir dava biter mi hiç?
Dink Ailesi’nin avukatlarının, cinayette sorumluluğu bulunan kamu görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na geçtiğimiz günlerde verdikleri iki ayrı dilekçe, bu davanın neden bitemeyeceğini bir kez daha gösterdi.
Avukatlar ilk dilekçede soruşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerini iletirlerken, ikinci dilekçede kamu görevlileri hakkında artık dava açılması gerektiğini ve davayı açmak için yeterince delilin mevcut olduğunu anlattılar.
Avukatların, kamu görevlileri hakkında dava açılmasına yönelik ilk dilekçelerinde vurguladıkları hususlar, bir kez daha “bu davalar nasıl açılmaz” sorusunu gündeme getiriyor.
Dile getirilen ve hiç kimsenin hiçbiri için “hayır, öyle değil” itirazında bulunmadığı maddelerden bazıları şöyle (bazılarını kısalttım):
1. Hrant Dink’in hedefte olduğu biliniyordu: Hrant Dink, Sabiha Gökçen ile ilgili haberinHürriyet gazetesinde yayımlandığı 2004 Şubat ayından başlamak üzere “hedefe” alınmıştı. Bu durum devletin tüm birimlerince bilinmekteydi.
2. Trabzon Emniyeti ve Jandarması cinayet planlarını biliyordu.
3. İstanbul Emniyeti ve Ankara İstihbarat Daire Başkanlığı da haberdardı: Şubat 2006’da Trabzon Emniyeti tarafından cinayet tasarılarından haberdar edilen İstanbul Emniyeti ile İstihbarat Daire Başkanlığı, cinayeti önlemek için bir şey yapmadı.
4. Trabzon Emniyeti ve Jandarması Hayal’e göz yumdu: Trabzon Emniyeti ile Jandarma görevlileri, Yasin Hayal’in cinayet hazırlıklarından haberdar oldukları 2006 ve sonrasında, Hayal’in il dışı çıkışlarını takip etmedi veya elde ettikleri bilgileri raporlaştırmadı.
5. Jandarma cinayet silahını biliyordu: Trabzon Jandarma görevlileri, cinayette kullanılan silah ele geçirilmeden, silahın Ardeşen el yapımı silah olduğu bilgisine sahipti.
6. Bildikleri halde operasyon yapmadılar.
7. İstanbul Emniyeti tehditleri bildiği halde korumadı.
8. İstanbul Valiliği de sorumlu: Hrant Dink’e yönelik koruma tedbirlerinin alınmamasında, Dink hakkında 2004’ten sonraki tehditleri bilen İstanbul Valiliği de sorumluydu.
9. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) da bu gerçekleri işaret ediyor.
Başta da dediğim gibi: Gerek Hrant Dink cinayeti gerekse de Uludere katliamı devlet içindeki birtakım güçler tarafından kapatılmak isteniyor ve bu yönüyle iki olay arasında büyük bir benzerlik var.
Bu yönleriyle benzeşen iki büyük olaydan birinin Ermeni öbürünün Kürt
meselesiyle ilgili olması da hiç şaşırtıcı değil.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları






















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025