Esat KORKMAZ

Bedeni devre dışı bırakmak mı?
23.06.2013
2204

 SANALI BEDENE DÖNÜŞTÜRMEK Mİ?

Esat Korkmaz

 “Adorno’nun,

düşünceyi bedene geri vermekdüşüncesini

hiçbir zaman göz ardı etmemekte yarar vardır..”(1)

 

Bedensel dokunuştan yoksun olarak kendimizi, kendi bedenimizin “dışına” taşıyıp “soyutlaştırarak” steril bir ortamda “internet havuzuna” akıtacağız. Bu türden iletişim tarzının bize “çekici” gelmesinin temel nedeni sanırım, yaşarken “bedeni iptal etmenin” büyüsüdür. (2)

Bedenlerimiz “olmadan”, amaçladığımız “Aydın İnisiyatifi” etkinliğimizin “başarılı olma şansı” var mıdır? Çünkü bizler düşünebilmeyi “bedenlerimizden” öğrendik: Düşünebilmemizin kaynağını “iptal ederek” bir bilgilenme etkinliğinin altından kalkabilir miyiz?

Aslında insan kendi kendisini “düşündüğü”, kendi kendisini “nesnelleştirdiği”, yani kendi kendisini “keşfettiği” gün, yaşamının anlamını, bedeninin “dışında” aramaya başladı; bedenini “küçümsedi” ve “ruhuna” sığındı.(3) Antikçağ’dan Ortaçağ “Yasaklı Kültür Hümanizmine-Aydınlanmasına”, toprağım özelinde “Kızılbaş Hümanizmaya-Aydınlanmaya” değin düşünce işte bu “ikili” yapı üzerine kuruldu: İkili yapıda bedeni aradığımızda bulmakta “zorlanacağımız” bir gerçek. Tam kurtuluşa “ulaştık” derken sırada bekleyen ve tarihe taşınan “burjuvazi”, Ortaçağ köylü isyanlarının kazanımı durumunda bulunan “Yasaklı Hümanizm-Aydınlanma” değerlerini “kafalardan sildi”; bu hümanizmayı-aydınlanmayı üreten tarihi, “yaşanmamış saydı”. Sözünü ettiğimiz ikili yapıyı, “yeniden keşfetti” ve “yaşama taşıdı”. Bizler de bu ikili yapının “ahmakları” olup çıktık.

 “Bilme”kültürü olmaktan çok, “değiştirme” kültürü olan “Yasaklı Hümanizm-Aydınlanma”da, birey-toplum ilişkileri, “doğrudan demokrasi” tüketilerek üretildiği için “bedenlerin dışında” bir yaşam düşünülmemiştir açıkçası. Ama temsili demokrasi, doğrudan demokrasi ilişkilerini “örttüğü” için, bedensiz yaşantılara “balıklama” daldık. Daldık dalmasına ama felsefemizin bize geçmişimizi anımsatarak “işaret” verdiğini de hiçbir zaman unutmayalım (4):

Biz metafizik tanrıyı niçin “öldürdük?” Niçin insanı “Konuşan Tanrı yaptık?” Yanıtı açık: İnsana, yani bedenlerimize “yer açmak” için yaptık bunu; Tanrı’yı öldürdüğümüzde ortaya çıkan boşluğu “insanla, bedenle” doldurmak istedik hepsi bu.(5)

Tanrı’yı öldürdüğümüz gün, kendimize bir yer açtık ve yer açtık açmasına da dünyayı Tanrı’nın değil “bizim yarattığımızı” bir türlü anlayamadık. (6)

Zaman geçti bizler, düşünmeyi öğrendik ama bedenlerimizi “unuttuk”: Açık söylemek gerekirse aydınlanma değerlerimize “ihanet” ettik. Bedenimizi “sahte”, bedenimizden “bağımsızlaşan” ve metafizik tanrının “parçası” biçiminde bilince-inanca taşınan ruhumuzu “gerçek” kabul ederek “yüzyılları harcadık”.(7)Çağdaş bilince-çağdaş bilincin aydınlanmasına güvenemeyeceğimize göre “Yasaklı Hümanizmanın-Aydınlanmanın” izinde bu gidişe “dur” demenin zamanı gelmiştir artık.

Bedenimizi küçümsemek için “ruh” yaratıldı, bu-dünyayı kötülemek için “öbür-dünya”; bunu hiçbir zaman unutmayalım: “Marx’ın da yazdığı gibi, Taş Devri’nden yıldız savaşlarına kadar, insanlar için evrensel bir öyküden söz edilecekse, bu, bir başarının değil, yoksulluğun ve acının öyküsü olacaktır. Her dönemin kendine ait koşullarından türetilmiş ‘araçsal’ bir aklın acımasız darbelerine karşın, insan bedeni varlığını sürdürebilmiştir ve bedenin tarih boyu deneyimlediği şey, zevk almak değil, acı çekmektir.... Özgürlük kavramı nasıl ki toplumsal bir iletişim içinde, bir kelimeden başka bir şey değildir ve o zavalılışan kelime ile özgürlük arasındaki ilişki yok denecek kadar azdır....; tarih dediğimiz ‘şey’ de insanlığın gerçek öyküsünden o kadar uzaktır. Bugün adına ‘tarih’ dediğimiz her tür zavallı öykü, zamanın anlamsızca ve ruhsuzca ilerleyip durduğu, kötü bir ‘son’ olarak algılanmalıdır...”(8)

SANALI

BEDENE DÖNÜŞTÜRMEK

 

Düşünmeden edemiyor insan, bedeni dışta bırakmak; bilgiyle beden arasına bir “takoz” yerleştirmek mi acaba?, diye. Takoz nedeniyle bir daha dönmemek üzere “yeni evimize” taşınıyor muyuz yoksa? (9)

Bedeni devre dışı bırakarak “sanal dünyaya” taşınmak kimi kez korkutuyor beni: Bedenimle-bedenimin düşüncesiyle taraf olmakta zorlanıyorum: Zorlanmanın koşullarında, bedensel olanın yanında yer alıp Tanrı’ya “düşmanlık” yapamıyorum; “teolojiyi antroplojiye” dönüştüremiyorum. (10)

Bedeni dışlayarak taşındığımız “yeni evimizi”, yaşam tarlasının neresine yerleştireceğiz? (11) sorusu yaşamsaldır: Daha önce de belirttiğim gibi bedeni dışarıda bırakmak bedenle bilgi arasına “takoz” yerleştirmektir. Takozu çekip almak için “bedenim yalnızca et değildir; etim, unutulmasın kültürle yoğrulmuş kültürel ettir”, diye haykırmak zorunluluğu vardır. Demek ki etimizi “dönüşüme” uğratmadan “yeni evimize” taşınma, bir daha “bedene geri dönmemek”, kültürel yabancılaşmanın batağına “saplanmak” anlamına gelir.

Bedeni “dönüşüme” uğratabilirsek eğer, “iletişimle bâtını işleyerek”, bedenimize eklenmiş bir “sanal bir beden” yaratabiliriz: Eskiden bedene yazıyorduk, şimdi ise “sanalın sayfasına” yazarız.. Sanalın sayfası, “kültürel etimizin” sayfası oldu artık. Nietzsche’nin dediği gibi kendi bedenimize içkin ortamda, yani hiçliğimizde kendimize “sanal bir bedensel evren” yaratırız.(12)Yani somuta taşınmamış “gizil nesnelliği”(bâtındaki varlığı) “beden biçiminde” yontarız; çünkü, “kültürel dönüşümü” sağlayabilmek için içimizin “heykeltraşı” olmak durumundayız.

Yarattığımız “sanal”, somut bedenin kültürel dönüşümüyle elde edilen, fiziksel niteliklerin ortadan kaldırılmasıyla belirgin, “gizile taşınmış bir gerçekliktir”. (13)Bu bağlamda sanal, bir “iletişim”dir; iş, bilgi yüklü işaretlerin geliştirilmesi sürecinin bir parçası durumu evrilince, iletişimin kendisi, “bir işçi” olup çıktı. (14) Artık asıl işçi “sanal bedenler”; kol işçisi değil, kafa işçisi; “entelektüel işçi”. Bu işçiyi doğru çalıştırmazsak “sanal bedenler” de yabancılaşacak. Heidegger demiyor mu? Modernite “evsizliktir”, diye. “Bilimin görevi, tanrı korusun, nesneyi ortadan kaldırmak değil, nesnel olmayanı nesnel hale getirmektir.... Peki, nesne-olmayan şey nedir?... yaşama zevkinin ya da ortak görüşün nesnesi olan, ama bilimin nesnesi olmayan şeylerdir.... Bu yüzden ‘öte dünya, ruhlar âlemi’ ve buna benzer şeyler... nesnel-olmayan ve erişilmez, esrarengiz şeyler diye tanımlanırsa, bundan daha saçma bir şey olmaz...”(15)

Sanal bedenlerin doğal bedenleri “yutmasına” izin vermeyelim: Sonuçta hepimiz bilgisayarın başına geçtiğimizde “aynı şeyi” yapıyoruz: Klavyenin tuşlarına basıyoruz ve basar basmaz de “iletişim” denilen işçiye “işbaşı” yaptırıyoruz; (16) işçimiz artık ya doktor, mühendis-mimar, yazar vb ya da sistemin kendisine sunduğu amacın peşinde koşan biri olup çıkıyor. Klavyenin başına geçtiğimizde, işbaşı yaptırdığımız “iletişim” karşısında bir “yabancı” durumuna düşersek “iletişim” denilen işçimiz de “yabancılaşır”: O zaman bedenimize bir daha “dönmemek” üzere sanalın derinliklerine uçarız.

(1)     (Zeytinoğlu Emre; Theodor Adorno’nun Sanat Tanımı ve Protesto; Cogito; Yapı Kredi Yayınları; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Sayı: 36; Yaz 2003; Sayfa: 249)

(2)     “Bu ‘internetsel’ yaşam tarzının ayırt edici özelliği, internet ortamında gerçekleşen iletişimin bedenden tümüyle soyutlanmış olmasıdır. Sanal âlemde bilgi alır, alış veriş yapar, âşık olur ve seks yaparken, işin içinde bedenimiz yoktur. İnsan bedeni cisimsel boyutuyla –görüntüyle, kokusuyla, güzelliği ya da çirkinliğiyle, yaşlılığı ya da gençliğiyle- tamamen dışarıda kalır. Bedensel dokunuştan yoksun steril ortamlarda insanlar kendilerini, kendi kimliklerinden bile soyutlayarak internet havuzunun içine bırakıyorlar. Bu yeni iletişim tarzının hızla yayılmasının ardında sanırım, dünyanın öbür ucunda yaşayan biriyle bile ilişki kurabilme şansına sahip olma imkânından çok, bu ilişkiyi bedensel bir yakınlıktan kurtularak kurma imkânı yatıyor. Ancak insanın ‘bedensiz’ iletişim ortamını bu kadar hızla ve şevkle benimsemesi için bedenine ve öteki bedenlere karşı, tedirginlikten daha güçlü bir duygu duyması gerekmez mi? (Daldeniz Elif; Zerdüşt: Tiksinti Duymayan İnsan; Cogito; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Yapı Kredi Yayınları; İstanbul- 2001; Sayı: 25; Sayfa: 251)

(3)     “Kendi kendisini düşünebilen, kendisini nesnelleştirebilen bir varlık olarak insan, bu özelliğini keşfettiğinden beri yaşamının anlamını nedense aşkın, öte bir dünyada aramıştır. İçinde yaşadığı dünyanın bir simgesi olarak gördüğü bedenini ise aşağılamış ve ölümsüz ruhuna/aklına sığınmıştır. Antik Yunan’dan Descartes’e ve Aydınlanma’ya kadar ikilikler üzerine kurulan düşünce geleneğinde bedenin yerini arayacak olursak, sanırım bir yadsıma eğiliminden başka bir şey bulmakta zorlanırız. İdeler dünyası ile Dünya, ruh ile beden, akıl ile duygu arasında hep birinciler tercih edilmiş; ikinciler ise seçici, ayartıcı ve güvenilmez olarak nitelendirilmişlerdir. Düşünsel boyutta bedeni yadsımayı istemekle birlikte, bedeni dışında bir yaşantı bilmemiş olan insanoğlunun, ‘bedensiz’ yaşanıtılara, ilk fırsatta böyle iki elle sarılmasına şaşmamak gerekir.” (Daldeniz Elif; Zerdüşt: Tiksinti Duymayan İnsan; Cogito; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Yapı Kredi Yayınları; İstanbul- 2001; Sayı: 25; Sayfa: 252)

(4)     “Modernite Heidegger için evsizliktir. Felsefe, onun düşüncesinin evi değildir artık; aksine, kaprisli ve kuralcı bir ev sahibidir. O da kendine düşünür der zaten filozof değil, kendini Heraklitos’un, Parmanides’in düşünce çizgisine yerleştirir, Platon’un değil.” (Ejder Özge; Heidegger Düşüncesinde Sıkıntı Kavramı Üzerinden Modernite Eleştirisi; Cogito; Üç Aylık Düşünce dergisi; Yapı Kredi Yayınları; İstanbul- 2010; Sayı: 64; Sayfa: 236)

(5)     “Batı düşüncesinde Tanrı’nın ölümünü ilan ederken Nietzsche’nin amacı, aslında insana, insan bedenine yer açmaktı. ...., bu boşluğu insanın kendisiyle doldurmayı, Tanrı’dan boşalan yere insanı koymayı öneriyordu.” (Daldeniz Elif; Zerdüşt: Tiksinti Duymayan İnsan; Cogito; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Yapı Kredi Yayınları; İstanbul- 2001; Sayı: 25; Sayfa: 253)

(6)     “ ‘İnsanı ilgilendiren dünyayı yalnızca biz yaratmışızdır’, der Nietzsche. ‘Ne yazık ki’, diye sürdürür sözlerini, ‘dünyanın yaratıcısının biz olduğumuzu hep unuturuz’. Bu dünyanın yerine başka ve aşkın bir dünya yaratılmış olduğunu, insanlığın öteki dünyayı gerçek, içinde yaşadığı dünyayı ise sahte kabul ederek çağlar boyu günlerini boşa geçirdiğini ileri sürer.” (Daldeniz Elif; Zerdüşt: Tiksinti Duymayan İnsan; Cogito; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Yapı Kredi Yayınları; İstanbul- 2001; Sayı: 25; Sayfa: 254)

(7)     ”Bu nedenle insanlığa, yaşamın birincil dürtülerini aşağılaması öğretilir, bedeni kötülemek için ruh yaratılır  ve yaşamın önkoşulu olan cinsellik pislikle özdeşleştirilir. Bu telkinlerin uzantısını nihilizmde gören Nietzsche, telkinlerin kaynağını ise Platonik Hıristiyan geleneğinde bulur. Platon ve İsa ‘bu tarafı daha iyi inkâr edebilmek için öte tarafı yaratmışlardır. Metafizik ahlak felsefesi ve Hıristiyanlığın kurtuluş dini, dünyaya karşı nefretin yalnızca kılık değiştirmiş, güzelleştirilmiş biçimleridir.’ Oysa Nietzsche için bu dünyayı ve bu dünyadaki yaşamın cisimleştiği bedeni olumsuz sıfatlarla aşağılayan, tiksinç bulan yaklaşımın kendisi tiksinçtir.” (Daldeniz Elif; Zerdüşt: Tiksinti Duymayan İnsan; Cogito; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Yapı Kredi Yayınları; İstanbul- 2001; Sayı: 25; Sayfa: 254)

(8)     (Zeytinoğlu Emre; Theodor Adorno’nun Sanat Tanımı ve Protesto; Cogito; Yapı Kredi Yayınları; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Sayı: 36; Yaz 2003; Sayfa: 250-151)

(9)     “Suç ne yaptığıza bağlanır, neyi düşündüğünüz ya da niyet ettiğinize değil. Grek kültürü, eylem ve niyet, beden ve tin(zihin), davranış ve bilinç arasına kartezyen bir takoz yerleştirmez.... Bizim bu  özgürlüğümüzü kısıtlayan ironik olarak kendi özgürlüğümüzdür... İşaret etmek istediğim şey özgür eylemlerimizin kendimiz ve başkaları için sürekli olarak bir özgürsüzlük ağı ördükleri ve bu durumdan biz ancak kısmen sorumluyuzdır...  Modernlik, diğer yönlerinin yanı sıra, muazzam bir bellek kaybı ya da bastırma edimidir....” (Eagleton Terry; Suçlu Masumlar(Çeviri: Deniz Kanıt); Felsefelogos; 2004/3; Bulut Yayınevi; Sayfa: 7-13;

(10)  “: Zira ‘bedenin düşüncesi Allah’a düşmanlıktır’, ... ‘Allah’ın şeraitine itaat etmez, hem de edemez.’ Bu yüzden, bedensel olanın yanında yer alanlar, Tanrı’ya düşman olmaya devam edecekler ve devam etmeliler.” (Anidjar Gil; Düşmanın Tarihi/ Yahudi, Arap(Çeviren: Timuçin Binder); Ayrıntı Yayınları; İstanbul- 2012; Sayfa: 43)

(11)  “Köylü yeni bir tohum bulduğunda, tarlasının bir köşesine eker, tutarsa tarlanın geri kalanına da eker.” (Amin Maalouf; Işık Bahçeleri(Çev.: Esin Talu-Çelikkan); Telos Yayıncılık; Beşinci Baskı; İstanbul- 2001; Sayfa: 76)

(12)  “İnsanı ..., kurmacalar üreten yatratık olarak tanımlamıştır Nietsche; yirminci yüzyıl insanı da kendi bedenini içkin bir ortamda sürekli yeniden kurgulamakta, kendine sanal bir bedensel evren yaratmaktadır..” (Sayın Zeynep; Mithat Şen ve Beden Yazısı I; İthaki Yayınları; İkinci Baskı; İstanbul- 2003; Sayfa: 93’teki 55 nolu dipnottan)

(13)  Sanal olana dair pek çok tanım ortaya atılmıştır... tercih ettiğim tanıma göre sanal olan, elle tutulur fiziksel özellikleri ortadan kaldırılmış gerçekliktir.” (Berardi, Franco “Bifo”; Ruh işbaşında/ Yabancılaşmadan otonomiye(Çeviren: Fırat Genç); Metis;İstanbul- 2012; Sayfa: 96)

(14)  İş, zihinsel bir sürecin, bilgi yüklü işaretlerin geliştirilmesi sürecinin parçası haline geldi.” .” (Berardi, Franco “Bifo”; Ruh işbaşında/ Yabancılaşmadan otonomiye(Çeviren: Fırat Genç); Metis;İstanbul- 2012; Sayfa: 75)

(15)  (Feuerbach Ludwig; Geleceğin Felsefesi(Çeviren: Oğuz Özügül); Say Yayınları; Üçüncü Baskı; İstanbul- 2012; Sayfa: 52)

(16)  Bilişsel emek esasen bir iletişim emeğidir; bir başka deyişle, işe koşulmuş iletişimdir.” Berardi, Franco “Bifo”; Ruh işbaşında/ Yabancılaşmadan otonomiye(Çeviren: Fırat Genç); Metis;İstanbul- 2012; Sayfa: 82

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar