Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Barışa konuşarak yürümek
28.03.2013
3314

 Barışın yakıcı bir arzu haline dönüşmesi, elden kaçtığında ortaya çıkar.

Barış zamanları unutmayı teşvik eder ve herkes için kolayca doğallaşır. Ama tarih bu sürelerin pek de uzun olmadığı, barışın genelde tahmin edilenden çok daha kırılgan olduğu konusunda bizi uyarır. Çünkü insanlar savaştan o denli çekmişlerdir ki, savaşın bitmesini ‘barış’ sanırlar ve geçmişi konuşmanın o geçmişi geri getirme ihtimalinden korktukları için de yaşananın üstünü kapatırlar. Bu tepkiyi ve kendini koruma içgüdüsünü anlamak zor değil. Günlük hayatımızda, yakınımızdaki insanlarla ilişkilerimizde bile bu cesareti göstermekten uzak dururuz, sorunları ‘kaşımanın’ yarar getirmeyeceğine inanırız. Ama belki de asıl sorun buradadır… Geçmişin üzerine konuşmak acaba niçin bize bir yaranın ‘kaşınması’ gibi gelir? Çünkü çok muhtemelen bu konuşmanın nesnel ve adil bir biçimde yapılacağından emin olmayız. Hatta esas olarak bu tür konuşmaların daima farklılığı öne çıkarttığını, çatışmacı bir dili beslediğini, böylece eldeki barışın kaybedilmesine neden olacağını düşünürüz.

Ne var ki bu algı, geçmiş çatışmanın her iki tarafının da zihninde yer etmiş durumdadır. Yani her iki taraf da eğer bir konuşma başlarsa karşı tarafın çatışmaya neden olacak bir tutum alacağını düşünmektedir. Dolayısıyla konuşmanın ertelendiği her gün, aslında müstakbel bir çatışmaya da psikolojik olarak hazırlanıldığına işaret eder. Taraflar birbirine güvenmezler ve ortak sessizliği karşı tarafın art niyetinin nişanesi olarak okumaya daha hazır hale gelirler. Sonuçta bir gün herhangi bir sebepten ötürü yara ‘kaşınır’ ve altından kangren olmuş bir cerahat akar. Bir anda ortalığı ırkçılığın ve ayrımcılığın dili kuşatır. En yaygın ve paylaşılan duygunun nefret olduğu hayretle görülür. İnsanlar bunca zaman birlikte barış içinde yaşayan kişilerin birbirlerine nasıl böyle hınçla davranabildiklerini sorarlar.

Oysa aslında ‘barış’ dönemi sanılan şey kendimizi aldattığımız bir geçici süreden ibarettir. Çünkü savaşın bitmesi ‘barış’ anlamına gelmez. Savaşın bitmesi barışın oluşması için bir altyapı, bir zemin sağlar. Barış ancak bu noktadan sonra gösterilecek gayretle, atılacak adımlarla ve her şeyden önce bu yönde meram sahibi olmakla gelecektir. Bu meramın temel göstergesi taraflar arasında açık ve samimi bir konuşmanın yapılabilmesidir. Birbirini dinlemeye, anlamaya ve bu anlama faaliyeti içinde kendi algı ve duruşunu değiştirmeye hazır olmak, gerçek bir konuşmanın temelidir. Böylece geçmişin yarasının üstü kapatılmayacak, ancak ‘çeşitlendirilmeye’ müsait bir hale sokulacaktır. Çeşitlendirme, herkesin yaşananlara ötekilerin ve gözlemcilerin gözünden yeniden bakabilmesi ve geçmişi kendi ideolojik ve psikolojik ayak bağlarından bağımsız olarak görmesi demektir.

Bu ortak çabayı bir tür ‘yabancılaşma’ olarak tanımlamak mümkün. Ancak bu olumlu bir yabancılaşma… Bizi bir manevi cendere içine alarak kalıplaştıran ve bağnazlaştıran, basmakalıp hamasi klişelerin esiri eden ‘milli’ yaklaşımların ötesine taşıyan, onlara yabancı kılan ve böylece özgürleştiren bir adım… Kendimizi bir kimlik olmaktan ziyade, ortak insani durumun parçası olarak algıladığımız yeni bir bakış. Dolayısıyla bugüne kadar düşman olarak algıladığımız kimlikle aynı insani zemine dayandığımızın bilincimize doğması hali…

Açık ve gerçek bir konuşmanın önkoşulu ise özeleştiriye açık olmaktır. Kendini ve ‘milli’ kaygılarını sakınan birinin kendine açık yüreklilikle bakması ve bunu başkaları önünde konuşabilmesi mümkün olmaz. Öte yandan özeleştiriye hazırlık süreci herkesin kendi içinde geçmesi gereken bir olgunlaşmadır. Karşı tarafın eleştirel yaklaşımları genellikle özeleştiriyi durdurur ve savunma mekanizmalarını derinleştirir. Bu nedenle konuşmanın öncesi her iki tarafın da özel itina göstermesi gereken, enerjisini içe dönük olarak kullanmasını ima eden hazırlık dönemleridir.

Türkiye, Kürt meselesinde ve Ermeni meselesinde bu eşiğin önünde duruyor. Ama Kürtlerle Ermeniler de aynı noktadalar. Burada kimin daha mağdur olduğu veya failin tanımlanması çabası değil, ‘anlamak’, daha da temelde ‘ anlamaya çalışmak’ belirleyici ve tedavi edici olacak.

Zihniyet değişimleri tek başına kalındığında hiçbir zaman kolay değildir. Birlikte yapıldığında ise tahminlerden çok daha kolay gerçekleşir. Özellikle çatışmanın taraflarının içtenlikle ortak bir gelecek aradıkları durumlarda ise tedavi edici ve sirayet edici işlevler edinir.

Savaşın bitmesi barışı sağlamıyor ama bize bir fırsat veriyor: Barışa konuşarak yürüme fırsatı…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar