Gürbüz ÖZALTINLI
Başkanlık tartışmasının kökleri nedir?
On yılı aşan Ak Parti deneyimi – ve aslında çok partili siyasi tarihimiz- toplumun rızasını almış bir siyasi hareketin iktidar olamadığını; seçim kazanmanın yönetme gücü elde etmeye yetmediğini gösteriyordu. Parlamenter çoğunluk, bürokratik vesayetin çizdiği sınırlar içinde iş görebiliyordu. Askeri bürokrasi/ Emniyet ve İstihbarat bürokrasisi/ Yargı/ Üniversiteler… Hepsi bir arada, Türkiye’nin iktidar dağılımında merkezde duruyorlardı.
Bu vesayet gerçeğinin, olabilecek bütün olumsuz sonuçlarına tanık olduk. Ak Parti iktidarı, seçimleri kazandığı ilk günden bu yana bu vesayet bürokrasisinin başımıza açtığı belalarla mücadele ediyor.
Önce ordu bütün gövdesiyle yeniden 28 Şubat benzeri (hatta bazı radikal generaller başarabilseydi çok daha açık ve kalıcı olabilecek) bir askeri darbeye abandı. Kanımca bunun başarılamamış olmasının belirleyici nedeni, bugün “üst akıl” kavramıyla sisli bir gönderme yapılan Batı’nın etkin siyasi merkezleridir. Askeri bürokrasi, NATO/ Beyaz Saray çevrelerinden destek alabilseydi Ak Parti iktidarı uzun ömürlü olamazdı.
Aradan geçen çok öğretici yıllardan sonra, o günlerde neden bu desteğin verilmediğini anlayabilmek daha kolaylaştı. Tarihsel olarak Türkiye devleti üzerindeki etkisi tartışmasız olan ABD’nin stratejilerini kuran akıl, belli ki, yeni ve daha etkili bir yatırımı hayata geçirmeye karar vermişti. İslam toplumlarına ulaşabilme kapasitesi olan, Batı dostu, “ılımlı dindar kimlikli” bir yönetim; “kendilerini bir şey zanneden, dar kafalı, dik başlı, Ortadoğu’yu küçümseyen askerlerden” çok daha rasyoneldi ABD çıkarları açısından.
Eski derin devleti süpürüp, ordunun generallerine kelepçe taka taka açılan alana kimlerin yerleştiğini hep beraber gördük. Önce 17-25 Aralık’ta; ardından 15 Temmuz’da…
28 Şubat’ta TSK brifinglerine koşa koşa giden yüksek yargıçlar da etkisizleştirilmiş; yargı Pennsylvania’ya bağlanmıştı.
Emniyet ise bunlardan çok daha önce fethedilmişti.
Bu kısa tarihe baktığımızda belli başlı beş siyasi aktör görüyoruz. (1) Kemalist generallerin orkestra şefliğini yaptığı bürokrasi; (2) onun kamuoyu oluşturma işlevini gören ve İslamofobik laik kültürün siyasi temsilcisi olarak CHP; (3) muhafazakar kesimlerin geniş toplumsal desteğini sağlayarak her seçimi farklı kazanan Ak Parti; (4) ABD’de konumlanmış, askeri vesayet karşısında etkili olabilecek bürokratik sızmayı başaran Gülen örgütü; (5) Kürt ulusallaşmasının ürünü olarak vücut bulmuş silahlı örgüt olarak PKK ve onun belirleyiciliği dışına çıkamayan türev bir parti: HDP.
Kimin kiminle çatıştığına, değişen ittifaklara, uzlaşma girişimlerine, rengârenk tuzaklara, şaşırtıcı manevralara tanık olduk 15 yıldır…
Kanımca; 2002 Kasım seçimlerini milat alıp düşünürsek, bugüne kadar yaşanan süreçte, bu aktörler arasındaki siyasal çatışmalarda Ak Parti’nin meşruiyetiyle yarışabilecek bir aktör yok; nokta…
Bütün büyük kavga sahnelerinde (Ergenekon, Balyoz, 27 Nisan bildirisi, 365 rezaleti, kapatma davası, Barış Süreci, Anayasa referandumu, 7 Şubat girişimi, Gezi olayları, 17-25 Aralık, Haziran seçimleri ve arkasından hendeklerle, barikatlarla başlayan büyük yıkım ve nihayet 15 Temmuz) düşüncelerini açık seçik yazmış; taraf olmuş bir insan olarak bu yazıda tek tek bu tartışmaya dönecek değilim.
Asıl söyleyeceğim şudur: Benim gözümde ilk kez bu Anayasa tartışmasında Ak Parti meşru zemini kaybetmiştir.
Doğrusu, perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
Erdoğan’ın “Başkanlık Sistemi” üzerine başlattığı tartışma, devletin tüm erkleri üzerinde belirleyiciliğe sahip güçlü bir merkez oluşturma arayışının ifadesiydi. “Türk usulü başkanlık” kavramının tedavüle sokulması; ısrarla içeriksiz kılınan başkanlık talebi; “kuvvetler ayrılığı karşısında kuvvetler uyumu” retoriği… Bunlar kayıtsız koşulsuz sınırsız bir güç isteminin habercileriydi. 15 Temmuz ve Ortadoğu denkleminin başımıza sardığı iğrenç terör, bu güç istemine cevap veren bir “beka kaygısı” konjonktürü üretti.
Ürkütücü bir oportünizmle karşı karşıyayız. Benim gözümde bu, “toplumsal korkuyu siyasal güç yoğunlaşmasına çevirme” fırsatçılığından başka bir şey değildir.
Anayasa taslağı üzerine herkesin gördüğünü uzun uzadıya tartışacak değilim. Yargı ve yasama, partili başkan tarafından belirlenecektir. Başka söze gerek var mı? Adalet Bakanı’nın Meclis konuşmasını dinledim. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının hayati olduğunu bilen; güçlü bir yürütme oluşturma amaçlı başkanlık sisteminde, yasama ve yürütmenin- seçim tarihleri de dahil- tamamen birbirinden ayrılması gereğinin farkında olan herhangi bir insanın Adalet Bakanı’nın baştan aşağı demagojiden ibaret argümanlarını ciddiye alması mümkün müdür? Yürütmenin başı olarak Cumhurbaşkanı’na, Anayasa Mahkemesi’nin çoğunluk üyelerini, HSYK’nın yarısını ve parti başkanı olarak da parlamentoda çoğunluk partisinin milletvekillerini isim isim belirleme yetkisi verilmesini “belediye meclisi üyeleri de, belediye başkanları da partili; ne var bunda” sözleriyle savunan bir bakana ne cevap verirsiniz?
Evet, bürokrasi seçilmişleri sınırlandırıyor, politika dayatıyor, uymayanları cezalandırıyordu… Evet, sızmacılık ve darbecilik Türkiye’de demokratik işleyişi bozuyor, yozlaştırıyordu…
Peki; bunun çaresi “her şeye muktedir; hiç yanılmaz, denetlenmez; kendimizi vicdanına, aklına, ahlakına teslim etmekten başka bir çaremizin olmadığı Başkan Baba” yaratmaktan mı geçiyor?
Dikkat ediniz; geçici bir düzenlemeden, ömrü belli bir olağanüstü uygulamadan değil, kalıcı bir anayasal düzenden; kaderimizden bahsediyoruz…
Türkiye’nin seküler sosyolojisi bu ülkeye demokratik standartları getiremedi. Ülkeyi vesayet rejimi altında bir azınlık olarak yönetti. Şimdi soru şu: Muhafazakâr sosyoloji bunu başarabilecek mi? Yoksa bizi, çoğunluğa dayalı “başkan baba”cı patriarkal bir modelin demokrasi sayıldığı günler mi bekliyor?
Bu anayasa taslağı, herkesten çok muhafazakarların sınavıdır.
Türkiye’de sahip oldukları güçle, hepimizin onur duyacağı kalitede bir uygarlık örneği yaratabilecekler mi?
Niyet buysa, bu anayasa ile asla olmaz…
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023