Hasan Bülent KAHRAMAN
Her siyasetçinin kaderi, Atatürk veya Lenin gibi kendi sistemini daha ilk günden kurarak iktidar olan siyasetçilerin kaderi ne benzemez, onlar gerçek anlamda ‘devrim’ yapmış insanlardı, devrimlerinin sistemini kuruyorlardı, demokratik toplumlar ve sistemler ise, tam tersine, devrimi dışlayan, reddeden yapılar olduğundan, o bünyede yer alan politik karar vericiler, kurulmuş düzende hareket eder, onu zamanla ve tedricen değiştirir, bu bakımdan da demokrasiler yapıları itibariyle muhafazakâr yönetim sistemleridir. Kemal Kılıçdaroğlu bu bakımdan, dünyada çok az görülen bir işe girişmiştir, çünkü, karşı olduğunu söylediği, değiştirmek istediği bir sistemle Cumhurbaşkanlığı yarışına giriyor, seçilmesi halinde o ortadan kaldırmayı amaçladığı yapının kuralları ve koşullarında ülkeyi yönetecek, değişiklik arkadan gelecek, zaman alacak. Nitekim Masa protokolüne bu kuralı yerleştirdi. Sistemi değiştirmek iddiasındaki Cumhurbaşkanı önce her şeyi olduğu gibi kabul ederek yönetimi sürdürecek, dönüşümü zaman getirecek. Ne diyelim, bir tür ‘siyasal kader’.
Kader kelimesini seküler çevrelerin sevmediği malum, hele Kahramanmaraş depreminden sonra yapılan açıklamalar sözcükle kitleler arasına büsbütün soğukluk soktu ama bizde daha çok İtiraflar adlı, bana göre başucu kitabı olması gereken metniyle tanınan Hippolu Augustinus’un en önemli yapıtı sayılan, siyasal kuramın ilk ve en önemli metinlerinden biri olan Tanrı’nın Şehri’nden beri (De Civitate Dei- Tanrının Devleti diye çevirmekte hiçbir mahzur yoktur) devam eden siyasal teoloji meselesi, kaderi politik hayatın ortasında bir yere oturtur. 1990’larda uzun bir kış uykusundan sonra Chantal Mouffe ve çevresi tarafından uyandırılan Carl Schmitt de Siyasal Teoloji kitabında konuyu ısıttı ve o günden bu yana ahir zaman peygamberleri arasında saymamız gereken Agamben’den Zizek’e kadar hemen tüm felsefeciler konuyu bir başka yönüyle ele alıyor. Ana problem Schmitt’in biçimlendirdiği şekliyle sürüp gidiyor: modern siyaset teolojik kavramların ve modellerin seküler halidir. Ben de o anlamıyla kullanıyorum ve Türkiye siyasal kaderinin yeni bir eşiğindedir diyorum.
Kutsallığı bir yana, devlet müdahale edilebildiği ölçüde demokratiktir, ona kutsiyet atfetmek ancak devleti fetişleştirmekle mümkündür ki, o ancak ideolojilerde geçerli bir pozisyondur, başlarında da Faşizm gelir.
II
Siyasal teoloji çok ilgilendiğim bir konudur ve bizim gibi sekülarizmi bambaşka bir gelişmeyle yaşayan toplumlarda daha da ileri bir önem taşır. Taşır, çünkü, teolojinin de modern siyasetin de öznesi devlettir. Kuzey Batı Afrika’da Numibya’da doğan, büyük olasılıkla siyahi Augustinus’u okumak yeterlidir, kuşkusuz Tanrı’dan söz eder ama onun aşkınsalcı (transcendental) yanıyla ve göksel (celestial) konumuyla değil, insan-toplum ilişkilerinde nasıl konumlandırılacağıyla meşguldür. Hazreti İsa, ‘Sezar’ın (yani kralın, yöneticinin) hakkı Sezar’a Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya’ derken din-devlet hatta birey-devlet ilişkilerindeki dönüşümü işaret ediyordu. Augustinus, anımsatalım, kitabını İsa’dan 430 yıl sonra kaleme alıyordu.
Şimdi Tanrı’nın devleti (the Kingdom of God) ile değil insanın/toplumun ürünü devletle uğraşıyoruz, kendi yaptığımız, biçimlendirdiğimiz devleti zamanla nasıl dönüştüreceğimizi sorguluyoruz, bir manada yaptığımız her seçimde siyasal partiler devlete nasıl müdahale edeceklerini açıklıyor, ona verecekleri yeni şeklin öngörüsünde bulunuyor, toplum da en çok beğendiği devlet müdahalesi modelini onaylıyor. Kutsallığı bir yana, devlet müdahale edilebildiği ölçüde demokratiktir, ona kutsiyet atfetmek ancak devleti fetişleştirmekle mümkündür ki, o ancak ideolojilerde geçerli bir pozisyondur, başlarında da Faşizm gelir. Bitmez tükenmez bu konunun kritik bir köşesinde bildiğim kadarıyla henüz Türkçeye çevrilmemiş Franz Leopold Neumann’ın Behemoth isimli kitabında öne sürdüğü iddialar bulunuyor. Neumann’a göre devlet, Levaithan’ı yazmış Hobbes’un bir risalesinin de başlığı olan, Ahd-i Evvel’deki kara canavarı Behemoth’tur. Neumann’ın Behemeoth’la Nazi devletini kastediyordu. Nasyonal Sosyalist devlet hakkında sanılanlar yanlıştı, bu devlet görünürde fazlasıyla güçlü, mutlaklaştırılmış bir devlettir ama özünde otoriteyle ilgisi olmayan, belli grupların çıkarlarına hizmet eden, bir terör devletidir ve hukuksuzdur. Halbuki Hobbes’un, Leviathan’ında devlet insanı ‘doğa durumu’ndan çıkaran güçlü, otoriter, mutlak bir devlettir.
Farklı dönemlerde devletin uyguladığı hukukun normu ve fiili farklıdır ve büyük sıçramanın pozitif hukukun devleti öncelemesiyle ortaya çıktığı gerçektir. Buna mukabil devlet denen bu ‘canavar’ın ve ‘hakimiyeti’ mutlaklaştığı oranda hukukla arasında ciddi bir kopma başlar.
III
Çeşitli ülkelerde siyaset biliminin kurucusu kabul edilen Neumann’ın kitabıyla sorunlarım ilk günden beri devam ediyor. Verdiği somut örneklerle bakınca söylediklerine katılmamak olanaksız ve iddiaları erken dönemlerdeki devletlerle tam bir uyum içinde. Devlet, feodal hatta arkaik dönemlerde, siyasal antropoloji gösteriyor, belli bir kesimin hakimiyetiyle devlet olur. O kesim bir kabiledir, aşirettir, örgütlü bir başka güçtür, kendi çıkarı doğrultusunda hareket edecektir, bunda da herhangi bir tereddüt yok.
Hukuku koyan ve uygulayan devlet modernleşmeyle ilgili bir olgu. Modernleşme de sadece 19. Yüzyıla ait bir kavram değil. Feodal dönemin devleti meşruiyetini Tanrı’dan alıyordu, sonra Tanrı’nın gölgesi Kral meşruiyet mercii oldu, modern dönemin devletinde meşrutiyet halka intikal etti. Hangisi olursa olsun devlet hukuk demektir. Ortaçağ devleti hukuksuzdur denemez, nasıl denebilir, II. Osman dönemi Islahatnamelerinden Kitab-ı Müstetab’da, 1620’lerde, ‘bu devlet-i aliyye adl ile kaimdir ve illa zulm ile memalik viran olması mukarrerdir’ yani, ‘devlet adaletle ayakta kalabilir, zulm (etmesi) devleti yıkar’ deniyordu. Osmanlıların, daha doğrusu Kınalızade’nin İslam hukukunu ‘daire-i adliye’ diye yorumlayarak devletin esasına yerleştirdiği de (1564) başka bir hakikat. O kadar ki, bizde doğrudan orijinal metin okunmadığı için kimsenin farkında olmadığı, uluslararası siyaset kuramının kurucularından kabul edilen, egemenlik kavramına bugünkü anlamını kazandıran, Westfalya Antlaşmasının kuramcısı/hukukçusu Jean Bodin’in Devletin Altı Kitabı (Les Six Livre de la République’de) Osmanlı devlet sistemini incelemesi hiç öyle boşuna değildir.
Farklı dönemlerde devletin uyguladığı hukukun normu ve fiili farklıdır ve büyük sıçramanın pozitif hukukun devleti öncelemesiyle ortaya çıktığı gerçektir. Buna mukabil devlet denen bu ‘canavar’ın ve ‘hakimiyeti’ mutlaklaştığı oranda hukukla arasında ciddi bir kopma başlar. Neumann’ın işareti bu doğrultudadır. Mutlaklaşmış devlet hukuk dışına kayacaktır, bu kaçınılmazdır, görüntüsü ve uygulama planında verdiği izlenim ne olursa olsun iç işleyiş sistemi hukuk dışılığı gözetecektir. 21. Yüzyılda, daha doğrusu 20. Yüzyılın sonunda demokrasilerin ya da demokratik devletin belli başlı bazı ilkelerin üstüne oturması, onların başında da saydamlığın, hesap vermenin, açıklığın gelmesi kendiliğinden değildir, bir türlü dizginlenemeyen ve daima elden kaçarak kendi mutlakıyetini tesis etmeye çok meyilli olan devletin bazı ölçülebilir ilkelerle bağlanması, kontrol altına alınması maksadını güder.
Ne var ki, 21. Yüzyılın ilk çeyreği tamamlanırken devletler sistemi hiç de öyle saydamlıkla bütünleşmiş değil. Dünyanın en gelişmiş (?) demokrasilerinde de devlet ve bürokrasiyle ilgili çok ciddi sorunlar var. Kapitalist üretim ilişkilerinin, devasa şirket organizasyonlarının devrede olduğu modellerde devletin çıkar ilişkilerinde, yozlaşmada (corruption) başlı başına bir rol oynadığını biliyoruz. Aslına bakarsanız devlet bugünkü demokrasi modellerinde egemenlik transferinin odağıdır. Kendine göre bir piramit içinde halk egemenlik yetkisini parlamentoya aktarır, parlamento icrayı teşkil eder, o bürokrasiyi oluşturur. Bazı atamaların her demokraside Cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirilmesi bu ilişkinin kritik yanıdır.
Bu meyanda devlet icra demektir. Parlamento değiştiği zaman yürütme/icra yani hükumet/’icra vekilleri heyeti’ değişir, siyasal eylem yani seçim tam da bunun içindir, insanların yönetime karar vermesi. O yönetim modelinde doğrudan demokrasi veya temsili demokrasi arasındaki fark ciddidir. Yerel yönetimleri kısmen doğrudan demokrasi sayılabilir ama o bile sorunludur. Bugün bütün dünya temsili demokrasinin yetersizliğini ve kısıtlamalarını tartışıyor. Doğrudan demokrasiye en yakın araç referandumdur ama referandumun demokratik planda çok ciddi kısıtlamaları bulunuyor, referandum, herhangi bir konunun evet-hayır ikilemine indirgenmesi, tartışma/müzakere zeminin ortadan kalkması gibi darboğazlar içeriyor.
Unutmayalım, görev ve yetki sınırları hayli kısıtlı bir CB’den değil, büyük bir kapasiteyle donatılmış bir devlet başkanından söz ediyoruz.
IV
Türkiye yeni bir seçimin eşiğinde duruyor ve çok ciddi bir demokrasi çelişkisiyle yüz yüze: girişte belirttiğim gibi CB adaylarından birisi seçildiği rejimi/sistemi değiştirmek için yetki istiyor ama mevcut sistemde CB olacak, uzunca bir süre, yeniden ‘parlamenter sistem’e geçinceye kadar karşı çıktığı sistemin araçları, metodolojisi ve muhakemesiyle devleti yönetecek. Unutmayalım, görev ve yetki sınırları hayli kısıtlı bir CB’den değil, büyük bir kapasiteyle donatılmış bir devlet başkanından söz ediyoruz. (Tabii, devletin başı olması hasebiyle bu tabiri kullanıyorum, seçimli sistemlerde devlet değil cumhur-başkanı söz konusudur. Her ne kadar Amerika’da ve Fransa’da sadece ‘başkan’ deniyorsa da özellikle Fransa’da gerçek veya tam isim ‘Cumhuriyetin Başkanı’dır. Romancı Flaubert, mimar Mies van der Rohe’nin ‘şeytan ayrıntıda gizlidir’ sözünden yüz yıl önce ‘Tanrı ayrıntıdadır’ demişti.) O devlet başkanı kendisini makamına taşıyan yapıyı ne kadar savunacak ve koruyacak?
Böyle bir sorunun ilk cevabı elbette olumludur, kuşku yok, bir kompozisyonun, her şey yolundayken çözülmesi, parçalanması için neden olmaz, bilenler bilir, bilim metodolojisinde bir kavram yer alır, ceteris paribus denir, değişkenin dışındaki her şey sabitken demektir, evet, öylesi bir pozisyonda herkes kendisini bir çizgiye taşıyan yapıyı muhafaza eder. Ama bir başka kavram daha var bilim dünyasında, mutatis mutandis, anlaşılacağı gibi değişmesi mümkün şeyler değişti anlamına gelir, kabaca koşulların değiştiği bir ortam oluştu demektir. O şartlarda bugünkü kompozisyon neye dönüşür sorusuna yanıt arayalım.
Parlamenter demokratik sistem tüm yapısal eksiklerine rağmen, doğrudur, halkın öncelikli meselesi değil ama yine de halk tarafından kullanılan bir kıstastır. Geldiğimiz noktadaki değişim talebinin sistem yapısı ve devletin işletilme modeli üstünden gelişmesi, neresinden bakılırsa bakılsın siyasal erginlikle ilgili, çok önemli bir açılımdır.
V
İki temel olgudan söz ediyoruz. Birincisi, CB Hükümet Sisteminin değişmesi! Değindim, seçilen kişi, kendisine o seçimi mümkün kılan sistemi değiştirecek, olmaz mı, olur yeter ki, şartları yerine getirilsin. Daha önemli olan mesele ikinci koşuldur ki, o da kompozisyon, koalisyon, ittifak dediğimiz yapının niteliğidir. Hiç yabana atılmayacak, aksine çok üstünde durulması gereken ve bugüne kadar bir hayli ihmal edilmiş veya en fazlasından ‘romantize’ edilmiş bir ittifaktan söz ediyoruz. İttifakı Türkiye’de siyasal İslamın içinde bulunmuş, kurulmasına çok emek vermiş ama kendi iç nüanslarını, ton farklarını taşıyan bir çevre, radikal, ırkçı sağdan gelen bir dönem değişme çabası göstermiş ama o gayretinden artık vazgeçmiş bir çevre ve nihayet merkezde yer alan laik-Batıcı bir çevre meydana getiriyor.
Böyle bir ittifakın kurulması sadece benzemezlerin bir araya gelmesi bakımından değil, benzemezleri bir araya getiren faktörler bakımından önemlidir. Yayınlanan şu kadar sayfadan ve maddeden oluşan bildiri teknik bir çalışmadır, o kadar da güçlü bir ideolojik zemine sahip değildir. Yine de teknik yaklaşımlar önemlidir, bize kendi kapalı, suskun diliyle çok şey söyler, bu çalışmanın da türettiği sonuç bellidir, devletin daha doğrusu bürokrasinin yeniden yapılanması. Mevcut seçim ve devlet yönetim sisteminin değişikliği bu yapılanmayı zaruri kılar mı, emin değilim. Herhangi bir rasyonel yönetişim (governance) anlayışında o listede yer alan maddeler uygulanabilir, özellikle yönetim sisteminin değişmesini gerektiren, ön-gerektiren neler var, ilgililer açıklarsa öğreniriz. Demek ki, ana sorun sistem değişikliğidir. O değişim talebinin altında da iyi bir yönetişim arzusu yatıyor, saydam, hesap veren, temiz bir yönetim.
Toplumun böylesi bir talep üretmesi son derecede önemli, anlıyoruz ki, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde bu doğrultuda geliştirilmiş çok sayıda model ve yorum karşılık bulmuştur, toplum, devlet aklı (raison d’etat) denen, maalesef anlamı yeterince kavranmadığı için hep olumlanarak çevrilen özünde, hikmet-i hükumet yani hikmet-i ilahi gibi sual edilemeyen, ne yaparsa doğru olduğu varsayılan düşünceyi ve onunla özdeş mutlak devlet anlayışını aşmıştır. Ve gene öyle anlaşılıyor ki, mutlak bir yöneticinin iş başında kalacağı, hızlı karar alma gibi bir rasyonele bağlanan, Demirel’den, Özal’dan beri devam eden model halktan destek görmemiştir. Her zaman söylediğim ve Türkiye’deki siyasal model ve davranış hakkında temel iddialarımdan biri olan, halkın 1908’den beri devam eden, hiç geri çekilmeyen siyaset yapma, siyasete katılma ve geri çağırma dürtüsü öne çıkmıştır. Parlamenter demokratik sistem tüm yapısal eksiklerine rağmen, doğrudur, halkın öncelikli meselesi değil ama yine de halk tarafından kullanılan bir kıstastır. Geldiğimiz noktadaki değişim talebinin sistem yapısı ve devletin işletilme modeli üstünden gelişmesi, neresinden bakılırsa bakılsın siyasal erginlikle ilgili, çok önemli bir açılımdır.
Bu ittifak iş başına geldiği takdirde hatta gelmediği durumda da Kürtlerin ve Alevilerin mevcudiyetini kendileriyle dayanışmasını koruyacak mıdır yoksa bu sadece bir sorun odağı çevresinde oluşmuş bir beraberliktir de sorun aşılınca ittifak çökecek midir?
VI
Güzel, şimdi gelelim, bu değişim talebinin gerçekleştiricisi olacak kompozisyonun yeterince ele alınmayan unsuruna. Altılı Masanın dışında kalan Kürtler (ve Aleviler, bilhassa onlar) bu yapıyı destekliyor, içeriden olmasa da dışarından büyük bir destek sağlıyor. Hatta Kürt oylarının toplamıyla masada yer alan ve toplamı %1-2 civarında olan katılımcıların oyları mukayese dahi edilmez. Sistemin asıl taşıyıcı bu durumda CHP-İyiP ve Kürtlerdir. Buna reel sol kesimi de dahil etmek mümkündür. Son derecede ilginç bir yapı bu. Nedeni, Kürtlerin ve Alevilerin mevcudiyetidir. Bildiğimiz gibi Türkiye’de devletin tarihsel olarak karşısına aldığı ve asla uzlaşmadığı dört unsur söz konusudur: Kürtler, Aleviler, komünistler ve şeriatçılar. Akparti’nin büyük kitle başarılarının altında yatan önemli bir neden bu kesimleri siyasete taşıması, siyasallaştırmasıydı, zamanla bu refleksini devlet lehine dönüştürünce bugünkü sorunlarını yaşamaya başladı. Sadece İyiP’le HDP arasındaki açık veya örtülü gerilim dahi belirttiğim noktanın gerçekliğini ortaya koymaya yeter ama iş olacağına varıyor, siyasal pratik yani reel politik her zaman kuramsal veya ideolojik ayrımları aşıyor, İyiP de bugün ittifaka verilen desteğe sesini çıkaramıyor.
Şimdi gelelim işin bam teline, bu ittifak iş başına geldiği takdirde hatta gelmediği durumda da Kürtlerin ve Alevilerin mevcudiyetini kendileriyle dayanışmasını koruyacak mıdır yoksa bu sadece bir sorun odağı çevresinde oluşmuş bir beraberliktir de sorun aşılınca ittifak çökecek midir? Türkiye’nin önündeki siyasal süreç en genel şekilde düşünüldüğünde ve bir ‘Türkiye siyaseti’ tahayyül edildiğinde söz konusu ittifakın çözülmesi hayati derecede yanlış olacaktır. Ne yazık ki, Türkiye’de çoğulcu ve gerçek manada temsile dayalı bir siyaset kurulamadığı için Kürtler her ne kadar kendilerine dönük bir siyaset oluştursalar da (zaman zaman kendilerinden kaynaklanan ciddi hataların sonucu da olarak) münferit ve genel siyasal bünyeden dışlanan, hiç değilse dışarlıklı bir kesim halinde kalmıştır. Alevilerin siyasal temsili o kadar bile değildir, sadece CHP içinde çok küçük ve git gide politik önemini yitiren bir kesim durumundadır. Hemen belirteyim, şu öne sürdüğüm koşullar devletin çok çekindiği kimlik siyasetini engelleyecek tek modeldir.
Kürtler ve Aleviler her şeyden önce demografik olarak, sonra politik olarak o bloğun en önemli kurucu ögesidir. Devletin bu kesimlere dönük tereddüdü Millet İttifakı’nın seçimi kazanması halinde devam edecek mi, CHP geleneksel-tarihsel (iki kavram birbirine zıttır ama ben iki düzeyi de kastederek birlikte kullanıyorum) tepkilerini göstererek yine onlara sırtını mı dönecek?
VII
Bugünkü siyasal sitem hiç beklemediği bir oluşum getirmiş ve demokratik blokları zorunlu kılmıştır. İttifaklar şeklinde tezahür eden demokratik bloklar %50+1’i yakalamanın tek yolu. Başkanlık sisteminin Türkiye’ye sağladığı bir kazançtır bu sonuç, dikkatle kullanılırsa siyasal polarizasyonu aşmakta da çok işlevsel olabilir, durum açıkça gösteriyor. Kürtler ve Aleviler her şeyden önce demografik olarak, sonra politik olarak o bloğun en önemli kurucu ögesidir. Devletin bu kesimlere dönük tereddüdü Millet İttifakının seçimi kazanması halinde devam edecek mi, CHP geleneksel-tarihsel (iki kavram birbirine zıttır ama ben iki düzeyi de kastederek birlikte kullanıyorum) tepkilerini göstererek yine onlara sırtını mı dönecek? Diğer koalisyon unsurlarının bu meyanda o ölçüde önemsenmesi gerekmez. İşaret ettiğim kabulün gösterilmesi halinde Türkiye’de toplum da siyaset de çok ciddi bir yol alacak, yeniden yapılanacaktır.
Madem yeni bir yönetişim için bu derecede güçlü bir talep mevcuttur, o talep mutlaka güçlü bir siyasetle desteklenmelidir ve sorumluluğun büyüğü CHP’dedir. Yeni bir dönem olacaksa bu dönemin kurucu siyaset dönemi olması gerekir. siyasal kader şimdilik bu noktada duruyor.
Politik Yol
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
13.05.2025
5.05.2025
6.03.2025
26.02.2025
13.02.2025
6.01.2025
18.11.2024
31.10.2024
23.10.2024
8.10.2024