Leyla İPEKCİ
İmdi deniliyor ki bir cemaat veya içindeki örgüt devlette paralel bir oluşum haline gelip hükümete karşı hareket ediyor. Hükümet de eskiden onlarla işbirliği içinde Ergenekoncuları devletten bertaraf ettiği gibi şimdi de bu cemaatten kurtulmak istiyor. Bu yüzden cemaate iftira atıyor, haksız deliller öne sürüyor vesaire.
İsterdim ki ortada çok ciddi casusluk olayları varken, kriptolu dinlemeler, Aralık darbe girişimleri ve toplumsal barışı sabote etme girişimleri vesaire ortadayken hep birlikte bu yaşananların üzerine gidebilelim. Zan altında olan her kimler ise cemaat için bunu talep etmekten daha samimi ve namuslu bir çıkış yolu olamazdı kuşkusuz. Gelgelelim bunun tam aksini yaşıyoruz, Hakan Fidan olayından beri olduğu gibi bir kez daha. Kripto telefonların dinlenmesi, yabancı devletlere en kritik dönemlerde bilgilerin servis edildiği iddiası, emniyet içinde yapılan hileler, kritik mahkeme kararlarının tartışılırlığı vesaire... Bunların hiçbiri sorgulanmasın, çünkü söz birliği etmişçesine tek nefes ile: Hükümet ve yalakaları tarafından düzenlenen bir algı operasyonu olsun bütün bunlar!
Peki bunca ağır suçu işleyenler kim, bu konuda halis niyetle bir araştırmacı gazetecilik dahi yapılmasın sözgelimi. Ya da Balkan seyahatimde bizzat gençlerden duyduğum 'Başbakan IŞİD'i destekliyor, ona oy vermeyin' sözlerini bir lobi faaliyeti şeklinde sarf edenleri de duymamış olalım yine sözgelimi.
Bu ülkede yaşayan ve bölgemizde nasıl bir ateş hattında olduğumuzu az çok fark eden bir vatandaş olarak bir cemaat ile hükümet arasında cereyan ettiği söylenen bu çatışmanın hükümetten ziyade önce net ve kesin bir şekilde devleti ve dolayısıyla vatandaşı hedef aldığını hatırlatma gereği duyuyorum.
Bir an önce zanlıların –ister hükümet içinde ister ce maat içinde olsun- adil bir şekilde yargılanmasını istemek ne kadar basit bir arzu. Ve fakat ne kadar siyasi söylemlere feda ediliyor! Ergenekon'un içinde hepimiz yıllarca soluk aldık, ciddi ve karanlık bir yapılanma olduğuna dair kuşkumuz olamayacak kadar canlı tanıklıklarımız var. Ama bu davalarda bazı delillere sahte delil karıştırılarak suçsuzların ateşe atılmış olmasına dair net tanıklıklar paylaşılıyorsa... (Tıpkı bir başka versiyonu Hanefi Avcı olayında yaşandığı gibi.) Adalet talep etmenin bir tür yalakalık olarak algılanmasına tepki duymak gerekiyor.
Cemaat içinden olup hileyle bürokrasiye girenlerin yıllar sonra gelen itiraflarıyla, cemaat tarafından yapılan şantaj ve tehditlerle rütbelerini, makamlarını bırakmaya zorlananların tanıklıklarıyla karşılaşmak kolay olmadı başta benim için. Buna bir de bizzat cemaatin içinden gelen veya kısmen cemaatle yolları kesişmiş her yaştaki kişinin paylaştığı çok ama çok can yakıcı tanıklıkları da ekleyince...
Bunlar ve kelimelere dökmeye dahi çekindiğim onlarca tanıklık önceleri beni haftalarca hasta etmiş iken daha sonraları nefret etmemeye çalışarak öfkelendirmeye yöneltti, yöneltiyor. En az Ergenekon sözcülerinden şahsıma yakın zamanlara dek gelen iftira ve karalama kampanyaları kadar olanına (büyük bir hayret ile) sabretmeye çalışıyorum Zaman'dan ayrıldığımdan beri.
Yeni Şafak'da yazmaya başladığımdan beriyse ardı arkası kesilmeyen hakaretler, iftiralar, çarpıtmalar karşısında... Cevap vermek yerine sükut ediyorum. Cemaatteki eski dostlarımla olan anılarıma halel gelmesin diye susuyordum başta, bunun anlamsızlığına yeni vardım.
Bu nasıl bir toplu hezeyandır ki, her an haklı çıkmak için durmaksızın eziyor, biçiyor, kırıyor ve sonra dini kelimelere sığınarak 'incinsen de incitme' moduna bağlanılabiliyor hiçbir şey olmamış gibi! Maksat salt incitmemek değildir, asıl olarak incinmemektir bildiğim kadarıyla. Bu yüzden Hz. Ali'nin savaş meydanında nefse karşı cihadı gibi nefret etmemek, nefsinde kin duymamak gibi çok ağır bir yükümlülüğümüz var. Zira insan asıl incindiğinde incitiyor.
Bir de şu var. İktidara hiçbir biçimde teslim olmamak büyük bir payeymiş gibi davranılıyor, özellikle geldiğim liberal sol çevrelerde. Peki ya bazen iktidar da adaleti temsil ediyorsa? Ya casusluk olayında ve diğer birçok olayda haksızlığa uğramışsa? Devletin özellikle Suriye politikasına dair kritik bilgilerin sızdırılma iddiası karşısında gerçeği talep etmemek, bir vatandaş olarak muhalif bir kimlik serdetmekten daha mı önemlidir?
Sırf iktidara teslim olmamak adına adaletsizliğin devam etmesine göz yummak mıdır bizlere düşen? Müzmin muhalif olmakla övündüğünüz sürece adaletin tecelli etmesine kayıtsız şartsız olumlu katkıda bulunduğunuzdan ne kadar emin olabilirsiniz? Dönüp hiç kendinize ait bir kusura odaklanmaksızın ısrarla aynı veriye gönderme yaparak gerekçeler oluşturmaya çalışıyorsanız, kendinize zulmediyor olmayasınız arada bir?
Şimdi cemaat içinde yine haklı olmanın ispatını 'böyle şeyler yapmışsak beter olalım' şeklinde ağır beddualarla temellendirmek (adına beddua değil de ne derseniz deyin) insanın boğazında bir yumru oluşturuyor, göğsünü tıkıyor. Bir hak dostunun dediği gibi: 'Söz kaderdir ve ağızdan çıkınca insanın alnına yazılır.'
İnsanın ne kadar haklı olduğunu ispatlamak için olumsuz söylemlere dayanmasının içimizde bir imkan halinde bulunan 'güzelliğin cevheri'yle bağdaşmadığını hissediyorum. Ağızdan çıkan her şey ol nefes ile canlanıyor ve bir tahayyül oluşturuyor; bir hakikat formuna bürünüyor.
Küfür hakaret iftira ve beddualar ile haklı çıkma gayretinin insanların içindeki öfkeyi kine çeviren, hırslandıran, nefsini rekabete sürükleyen, hileli yöntemlere meşruiyet devşiren niteliğini hatırlatmak istiyorum... Mahşere bakan niteliği de cabası. Kelimeler bize şahitlik ediyor. Edecek.
Hak dost diyerek... Her şey Senden, hepsi Sensin! Diyebildikçe varlığımızın kemaline ereceğimizi hatırlamak tüm inananların sorumluluğu olsa gerek. Ama cemaat olarak 'bu sefer bize yapılanlar hepsinden daha beter' diyerek (velev ki öyle olsun) 'onlar da şunu yapıyor' misillemesiyle kıyasa (ki kıyas şeytani bir bakışa kilitler nefsi) gitmemek... Ve kibir gibi benlik tuzaklarından avamı sakındırmak... Ve nefretin toplumsal katmanda sirayet etmesine rıza göstermeyen daha sükut dolu bir üslup benimsemek... Bunları aygıt olan bir devletten önce dini iddiası olan bir cemaatten hür iradeyle ve kimliksiz ideolojisiz bir kalp ile talep etmenin hak olduğuna inanıyorum.
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları




























Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.09.2018
4.02.2018
1.02.2018
28.08.2018
25.08.2018
21.08.2018
7.02.2018
4.02.2018
31.07.2018
28.07.2018