Leyla İPEKCİ

Kadim medeniyetimize yeni bir şerh
30.08.2014
1785

 Etrafımdaki kimi kişiler aşırı soğukkanlı ve üstten bir tonla 'Yeni Türkiye rüyası mı, o da ne!' şeklinde muhalif bir söyleme kendi benliklerini tutsak etti ne zamandır. Türkiye, çok zorlu bir tasfiye sürecinin sonuna doğru ilerliyor. Artık restorasyonlar dönemindeyiz. Ahlak, güzellik, estetik, sanat gibi kavramları ihya etme dönemindeyiz.

Gelgelelim bu kavramlar eskinin diliyle kendini bugünün insanına açamıyor kolayca. Sözgelimi geleneksel evlerimizi turizme açtık ama Safranbolu'nun restore edilmiş evlerinde o geleneksel hayatı yaşamıyoruz, çoğu otel oldu çoktan. Hayat, biraz uzaktaki yeni şehirde yaşanıyor, uydu anteniyle, marketleriyle, bulvarlarıyla vesaire. Bu pek çok yerde böyle.

Evet bu vahşi küresel kapitalizmin her şeyi birörnek hale getiren, tek tipleştiren dünyasında kendine has olanı çoğulcu ve kuşatıcı bir edeple ihya etmeye çalışmak kolay değil. Ve yine evet, ebru hat tezhip gibi geleneksel sanatlar canlandırılıyor ama o zevkin içinde o kadar yaşamıyoruz ki, iyiyle kötüsünü ayırt dahi edemiyoruz. Gelişmiş, yetkinleşmiş bir bakışımız yok. Ancak işlerimize otantik bir malzeme, eserlerimizde geleneğe bir tür gönderme gibi araçsallaştırarak kullanıyoruz bu sanatları.

Bugün bir başka zamanın ruhundayız ve eskiye olduğu gibi dönmek diye bir seçeneğimiz yok. O yüzden kadim medeniyetimizi bugünün diliyle yorumlamak zaman alıyor, süreç içinde süreçler gerektiriyor. Yeni ortak referanslar ve Yıldıray Oğur'un sözleriyle 'AK Parti kongresinde de görülen büyük ve epik siyasi söylemler, grand teoriler, kutsiyet atıfları, her şeyin başına tarihi getirme arzusu, süreklilik vurguları, dava atıfları hepsi bu inşanın sancıları.'

İbn Haldun demişti değil mi; gayri memnunlar medeniyet kuramaz diye... Elini taşın altına koyup yıllardır bedel ödemekte olan ve bir yandan da Türkiye rüyası gören liderleri eleştirebilir, onların hakir gördüğünüz rüyalarını kendinize göre tabir edebilirsiniz elbet. Ama köstek olmak ve alay etmek dışında insanlığa ve hakka bizi götürecek yolların hiçbirine çıkmayı göze almıyorsanız... Çoğulcu medeniyet yine de sizi bir 'çeşit' olarak bağrına basıyor, basacaktır...

Hafta sonları ayağını sehpaya uzatıp pineklemek yerine çocuklarına daha huzurlu, barış dolu, refah içinde bir ülke bırakabilmek için elini her türlü taşın altına uzatmış sıradan kadınların gördükleri rüyanın peşinde kimileri de. Nefsinin arzularını doyurmanın bir tür medeniyet kadavralaşması olduğunu bilenler hep birlikte, devam ediyorlar medeniyet tabirine. Bugünün diliyle bir şerh düşmek için kadim medeniyetimize, 'barış olana dek uyku bize haramdır' diyen bir Başbakan'ın gördüğü o rüyaya dalıyoruz.

Birkaç yazıdır bu minvalde açmaya çalıştığım medeniyet enstitüsü fikrinden devam edeyim bu rüyaya. Başbakanlığın veya Cumhurbaşkanlığının himayesinde işlevini genişleterek sürdürebilecek bu özerk kurumu uluslararası ayağı da olan bir tür tevhid mahalli olarak tanımlamıştım. 'Birlik insanı' Davutoğlu'nun Başbakanlığı tam da bu yoldaki bir ilk icraat olarak görünüyor zira. Mevcut kurumlardan farklı olarak stratejik değerler önermeyi de amaçlayan daha 'bütüncül', işlevsel, daha seri davranabilen, daha ayrıntılı çalışacak, devlet aygıtının ruhuna tabiri caizse bir tevhidî derinlik katacak bir oluşumun icraatlarının ne olabileceğini düşünmeye devam edelim.

Ne kadim kültürümüzün ne de geleneksel dilin içinde yaşadığımızdan çoğu yetkili kişinin bilmediği, okuyamadığı, ulaşamadığı klasik eserleri bugüne taşımamız ve dünyaya açmamız elzem. Velilerin, mutasavvıfların, sanatçıların ve elbette bu topraklarda hayatın ve sanatın ruhunu oluşturmuş farklı halkların yaşam kültürlerini bugünün ruhuyla mevcut kılmamız büyük bir ihtiyaç. Böyle bir medeniyet enstitüsü fikrini oluştururken hiçbir toplumsal mühendisliğe geçit vermeden, çoğulcu ve kültürel birikimimiz hayata geçirilmeli ve halka açık uygulamalarla yaygın hale getirilmeli.

Bu çerçevede başta edebiyat, musiki, ebru, tezhip hat olmak üzere bütün estetik alanlar en ince ayrıntılarına kadar araştırma ve uygulama konusu olmalı ki bugünün dilinde yeniden canlanabilsinler. Bu doğrultuda tasavvuf tarihi ve felsefesini araştıracak bir merkez gibi mimarimizi, Türk ve İslam sanatlarını araştırma ve uygulama merkezleri hep bu enstitü oluşumunun birimleri olarak kurulmalı. Roma Bizans'dan beri bu topraklara izini düşürmüş inanç ve kültürleri araştırma, eserlerini değerlendirme ve dünya ölçeklerinde sergileme merkezleri de yer almalı birer birim halinde.

Tarihi eserlerin restorasyonu başlı başına bir sorun, bunun için de bir merkez kurulmalı. Eğitim ve bilim tarihimiz için de olduğu gibi yemekten spora, denizciliğe hayatın pek çok alanında faaliyet gösterecek özerk birimler kurulmalı bu çoklu oluşumun içinde, aynı amaç doğrultusunda. Bütün bunlar için arşiv kaynaklarını oluşturup bunları değerlendirebilecek donanımda bir arşiv merkezi de acil ihtiyaç olarak gündeme gelecektir. Bir yandan sözlü tarih çalışmaları da geniş kapsamlı olarak ele alınmalı.

İmdi bu söylediklerim, uzun zamandır gerek yurtdışında gerek yurtiçinde kültür sanat gündeminin içinde soluk alıp veren kıymetli insanların tavsiyelerinden, raporlarından, önerilerinden, gözlem ve yorumlarından süzülüyor büyük ölçüde. (İnşallah devam edeceğim.)

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar