Markar ESAYAN

Sayın ‘Ermeni’ vatandaşımız, danışmadan bekleniyorsunuz…
1.11.2014
2196

 Etyen Mahçupyan’ın Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun başdanışmanlığına getirilmesine şaşıranları pek anlamış değilim. Akıllı bir yönetici için Mahçupyan’dan faydalanmak istenmesinden daha doğal ve özgüvenli bir hareket olamazdı. Türkiye’de dindarlar “Ermeni” konusunda eski zihniyetten sıyrılmaya çalışan bir yüzleşme ve ahlaki ayrışma süreci içinde. Yani, Mahçupyan’ın bu göreve -belki ileride daha da üst görevlere- gelmesine Ermeni kimliğinin engel olmaması, sadece AK Parti ve tabanı için mümkün olabilecek bir durumdu. Ortada sürprizli bir durum yok.

Mahçupyan’ın bir Ermeni olması ve bu atamanın tarihimizde uzun bir aradan sonra gelmesi hasebiyle ilave değeri olduğu doğru. Ancak bu kişilerden bağımsız bir durum… Doğduğumuz kimliği seçemediğimiz gibi, o kimliğe bindirilmiş tarihsel bagajı da kucağımızda buluruz. Türkiye Ermeni konusunda eşiklerini aşarken, kamu önünde temsiliyet gücüne sahip Ermenilerin, kendi tercihlerinden bağımsız olarak bu ilave yük/görev/olguyla da karşılaşmamaları mümkün değil. Mahçupyan da kimliği ile kavgalı değil. Kendisini ne olduğundan fazla, ne de az Ermeni göstermekle ilgili bir derdi var. Kimliği ile kavgalı bir kişinin entelektüel olması da beklenemez zaten.

Ama bu durum, birey olarak verili koşullara tam bir teslimiyet içinde olacağımız anlamına gelmiyor. Birey olma sürecinde, hayata ve onun getirdiklerine verdiğimiz cevaplarla kendimizi inşa ediyoruz. Ortaya içinde yaşadığı topluma kimi yönlerden özdeş, ama bu özdeşlikten farklı farklı ürünler çıkaran bireyler çıkıyor. Daha doğrusu sağlıklı süreç böyle işlemeli. Seçemediğimiz kimliklerimiz hangi zihniyet içinde işlevselleşiyor? Çünkü o zihniyete müdahale etme şansımız var. Hayata verdiğimiz cevaplar, içinden çıktığımız cemaatin büyük cevabıyla tamamen örtüşüyorsa bireyden bahsedilemez. Hele bir entelektüelden ise hiç… Lakin bu durum sürekli toplumu reddetmeyi, “kimliğinden rahatsız olmayı kimlik edinmeyi” ima etmiyor. Sadece kendine, toplumuna, cemaatine içeriden ve dışarıdan bakabilmeyi gerektiriyor. Bu anlamda entelektüel içeriye ve dışarıya sürekli hareket halinde olan kişidir. Hakikat parçasını bu şekilde esnetmeye, anlamaya, anladıklarını anlatmaya çalışan haldedir.

Böylelikle, aidiyetlerinizle patolojik değil, hayatla ilişkili, anlamlı ve gerçekçi bir ilişki kurmak mümkün olur. Çünkü ne kadar reddedersek edelim, içinden çıktığımız rahmin bir ürünüyüz. Bundan nefret etmek de, kutsallaştırmak da nesne olmaktır. Bu sadece hayata bir başlama noktasıdır. Verili kimliği bir ilk basamak olarak görmek daha doğru olacaktır. Çünkü en nihayetinde bunların çoğu insan düşüncesinin, eyleminin bir sonucudur ve sürekli değişim içindedir.

Peki kamuoyu önünde sivrilen Ermenilerin, Ermeni olmalarının bir anlamı yok mu? Şüphesiz var… Hrant Dink ve Etyen Mahçupyan’ı izleyen bir Ermeni gencinin, Ermeni toplumunun, onlar üzerinden rehabilite olduklarını reddedebilir miyiz? Hem Ermeni, hem de vatandaş olunabileceğini, kimliğini yere düşürmeden, asimile olmadan veya ona kutsallık atfetmeden söze sahip çıkılabileceğine dair uzun zaman sonra ilk görünür rol modeller oldular. İnsanlara cesaret ve ümit verdiler. Mağduriyet ve kötümserlik hastalığının devası için önemliydi temsil ettikleri. Gördüğünüz gibi, bir insanın kendisini inşa biçimi, bazen kendisini aşan anlamlar ifade eder.

Mahçupyan’ı Başbakan Davutoğlu’nun sadece Ermeni kimliğinden ötürü bu göreve davet ettiğini iddia etmek iki şahıs için de hiç adil değil. Mahçupyan toplum ve hükümet karşısında sahip olduğu ağırlığı ortaya koyduğu derinlikli düşünceler ve genellikle de tutan öngörüleriyle, hakkıyla edindi. Yani Etyen Mahçupyan, bir Çerkes, bir Boşnak veya Kürt de olsaydı, bugün bu göreve yine davet edilecekti. Ama sorun şu ki, Ermeni olduğu için bu değerlere sahip olduğu halde daha önceki hükümetlerce bu davete nail olamadı. Bu da Erdoğan/Davutoğlu çizgisinin Ermeni tabusu konusunda laiklere birkaç tur bindirdiğinin bir göstergesi.

Haliyle burada öncelikle sembolik bir tercihten bahsedilemez. Çünkü Mahçupyan bu göreve kendi düşünceleri ve farklılıkları ile davet edilmiştir, konu mankeni olarak değil. Hükümetin samimiyetini sorgulayanlar, Mahçupyan’ın bu görevi, onu olduğu gibi kabul eden ve bunu bir zenginlik olarak gören bir yaklaşım yüzünden reddedilemez bulduğunu bilmesi gerekir. Ancak böyle bir teklif rahat bir hayatı bırakıp zorlu yüklerin altına girmeyi göze aldırabilir. En azından Mahçupyan için bu böyledir diye düşünüyorum.

Bu göreve davet edilmesine yönelik itibarsızlaştırma çabalarının “argümanlarından” birisi 2015 öncesi hükümetin bir ön alma, soykırım iddialarına bir set çekme çabası olduğu… Mahçupyan da bu “gayrıahlaki” alışverişte bu görev için yanıp tutuşan kişi olarak sunulmaya gayret ediliyor. Bu Mahçupyan’ın etkisini gösteren bir durum. Çünkü siyaseten etkili olan bir kişiye karşı çaresiz kalındığını gösteriyor. O zaman böyle bir kişiyi siyasi olmayan başka yönlerden yıpratmaya çalışırsınız. Bunun en kolay yöntemi, o kişinin ahlakını sorgulamaktır. Ancak bunun alıcısı da zaten Mahçupyan gibilerinden hiç hazzetmeyenler olacaktır. Dolayısıyla bu türden gerçekdışı kampanyaların, sadece o kişiye itibar olarak dönmesine engel olmak mümkün değildir.

Peki bu homurtuların (Mahçupyan böyle akıl tutulmalarına düşünce değil, homurtu der) alıcısı kimler? Bu “nefret” nereden kaynaklanıyor?

Mahçupyan’ın laiklerin Ermenilere bindirdiği sembolik kimliği takmama gibi bir huyu var. Bu edilgenliği reddetmek büyük bir seküler günah… Sol ve laik kesimler Ermenilerin nostaljik süs eşyası gibi gerektiğinde araçsallaştırılacak bir edilgenlikte kalmalarını ister gibiler. Kullanım değerleri, gerektiğinde siyasi bir manivela olacak şekilde onlarca temsil edilmelerine bağlı. Bu edilgenliği reddeden, hele dindarlar ve diğer tüm ötekilerle birey olarak ilişkiye geçen, İslamofobik olmayan, eşit ilişki talep ederken, bunu muhataplarından da esirgemeyen Ermeniler (ve tüm diğerleri), denklemi/ezberi/dikotomiyi bozmakla büyük nefret çekiyorlar.

Buna ilaveten, 1915 Türkiye için tahmin edildiği gibi hayati bir önceliğe sahip değil. 2015 beklendiği gibi zorlu da geçmeyecek. Benim değerli bulduğum, dindarların bu trajediyle kendileri için, buna istek duyarak yüzleşmek istemeleridir. Hükümet ve dindarlar 1915 ile yüzleşmemenin veya eski inkâr zihniyetini benimsemenin ahlaki bir noksanlık, Yeni Türkiye’de bir leke, zaaf olacağını görmüş durumdalar. Bu en isabetli başlama noktasıdır.

Müslüman veya muhafazakâr olmayan Mahçupyan ve benzer bir avuç aydının, hükümetle kurdukları adil ilişkinin hükümete taşıdığı varsayılan meşruiyeti onun üzerinde bir sopa, gerektiğinde ödenmesi gereken bir diyet olarak görmemiş olmaları, Erdoğan’ın kendisine dayattıkları vesayeti reddetmesiyle çıldıran liberal-sol aydınların ahlaki düşkünlüğüne bir ayna oluyor. Bu da öfkenin bir diğer sebebi… Anlayamıyorlar ki, Erdoğan ve Hükümetin bu özgüvenli tavrı, tam da ötekilerle daha sağlıklı ve eşit ilişki kurma arzularından kaynaklanmakta ve normalleşme adına çok değerli. Bunun değerini çok az aydın anlamış vaziyette.

Ancak Mahçupyan’ın yeni görevinin ve bizim gibilerin durduğu yerin saldırı almasının nedenini sosyolojik/psikolojik/bireysel bir analizle sınırlarsak yaşananın gerçek boyutunu gölgelemiş, anlamamış oluruz. Bu saldırıların nedenini siyasi bağlamda incelemek daha isabetli olacaktır.

2015 yılında üç rauntluk egemenlik mücadelesinin son bölümü, yani genel seçimler var. İki yıldır bariz bir darbe sürecindeyiz. Yerel seçimlerde çatlak oluşmadı. 10 Ağustos’ta ise Sayın Erdoğan hal edilemedi ve Çankaya “düştü.” Şu an elde kalan tek ümit genel seçimlerde hükümet ve Sayın Davutoğlu’nu sarsmak, cephede Erdoğan’ı Çankaya’da hapsedecek bir gedik açmak… Yoksa ülke ilk halk anayasasının da yapılacağı 10 yıllık bir süreyi kazanmış olacak, kurumlar yeniden tarif edilecek, bürokrasi yeniden inşa edilecek ve eskiyle tüm köprüler atılmış olacak.

Bu son şans için Kandil kendini kullandırmaya ikna edilmiş görülüyor. Öcalan’ın tercihi ve hükümetin Çözüm Süreci’nde bundan sonra ortaya koyacağı akıl tayin edici bir etki yaratacak.

Elde kalan ve şiddetli etkiye sahip tek manivela PKK’yı yeniden savaştırmak. Ancak yardımcı malzemeleri çoğaltmakta fayda var. Çünkü beyaz Türkler, Aleviler ve Kürtleri aynı anda ayaklandıramadılar.

2015’in Ermeni soykırımının 100. yılı olması, asırlık faturanın, birikmiş öfkenin, 1915’in reddine göre kimliğini dondurmuş kesimlerin içeride ve dışarıda mobilize edilebileceğini gösteriyor. 100.yılın sert geçmesinin savaşan PKK ile çarpan etkisi yaratacağı, eksik olan toplumsallığı darbe için üreteceği, en azından darbe görüntüsünü kamufle edeceği varsayılıyor. Osmanlılığa karşı yapılmış en büyük darbenin yüz yıl sonrasında, bu derin acı Yeni Türkiye’ye yönelik vesayet ittifakının hazırladığı bir başka darbe için işlevselleştirilecek.

Geçen seneden beri, 2015’e ittifak tarafından yığınak yapılıyor. Hrant Dink Davası, bu dava üzerinden cemaatin bir bölümünün rehin alınması, servis edilen yönetmeliklerde gizli eski ırkçı talimatların haberleştirilmesi vs, tüm bunlar algı operasyonunun bir parçası. Kürtlere IŞİD üzerinden yapılan operasyon, 1915’i sanki AK Parti yapmış, Dink’i de AK Parti öldürmüş mertebesinde Ermeniler için hazırlanıyor. Buna diasporanın önemli bir kısmının inanması mümkün. İçeride neler olduğunu bilmeyen veya bunu çok değerli bulmayan bir kesim için işlevsel.

Bu nedenle taziye, Vakıflar Yasası’nda yapılan düzenlemeler vs. hepsi yok sayılıyor tabii.

Mahçupyan’ın başdanışmanlığına da aynı tarifenin uygulanmasından daha doğal bir şey olabilir mi? Çünkü mükemmel bir plana düşen kocaman lekeler olarak etkiyi kırıyor ve epey de sinir bozucu.

Bu türden kişilere itibarsızlaştırma üzerinden geniş bir “kariyer” alanının açık olduğunu söyleyelim. 2015 yılı sadece Ermeni olmak ve bizlere küfretmekle ciddi bir kariyer olanağı sunuyor. Bundan şahsen ancak memnuniyet duyarım. Birkaç kişinin iş bulması, birkaç kuruş ekmek parası kazanması ve önemli hissetmesine itiraz edecek değilim. Çünkü 2015 seçimlerinden sonra AK Parti başarılı olsa da olmasa da bu kampanya sabun köpüğü gibi buharlaşacak, işlevini tamamlamış olacak.

Dediğim gibi, bazen insan kendisinden çok daha fazlasını ifade eder. Tarihin bir lütfu veya lanetidir bu…Ama bu kimliğin nasıl taşındığının görünmez bir yafta gibi hep üzerimizde asılı kalacağını da hatırda tutmakta fayda var.

Bir lütuf veya bir lanet olarak…

http://serbestiyet.com/sayin-ermeni-danismadan-bekleniyorsunuz/

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar