Münir AKTOLGA

Evet “devrim”, yani toplumsal düzeyde çocuğun (yeni bir toplumun) doğması olayı “eskinin” (AB) içinden “yeninin” (A’B’) çıkıp gelmesi olayıdır, bu açık; ama bu süreç aynı zamanda eski toplumun içinde anne rolünü oynayan “yönetilenlerle” onun içinden çıkıp gelen “yeni” toplumun unsurları –dinamikleri- arasındaki ilişkiyi de belirler...
Burada gerçek anlamda devrimci olan “yeniye” ait güçlerdir[1] (şekilde A’B’)... Çünkü toplumsal DNA ları –üretim ilişkileriyle belirlenen yaşam bilgileri- eskiden farklı olan gerçekte bunlardır...
Eskiye ait dinamiklerle (şekilde B) “yeniye” ait güçlerin henüz daha tam olarak birbirinden ayrışmadığı –doğum sürecinin devam ettiği- dönemde, “eski” toplumun içindeki bir dinamik olan “yönetilenlerin” (B) reaksiyona dayalı “devrimciliğine” ise “sistem içi popülist radikal altüstlüğü hedef alan “devrimcilik” anlamında JAKOBENİZM[2] diyoruz...
Aradaki farkı mı soruyorsunuz?...
Sınıflı toplumlarda “Yönetilenlerin, ezilenlerin”- “devrim anlayışı”, eskiden beri varolan sistemin içinde aynı toplumsal DNA lara sahip oldukları “egemen sınıf” olarak yer alan “Yönetenleri” altederek –yok ederek- onların yerine geçmek, onlardan yönetimi ele alarak bunun yerine “kendi sistemlerini” inşa etmek oluyor...
Şimdi isterseniz bu anlayışla “burjuva devrimlerini”, 1917’yi –yani “işçi sınıfı devrimini”- ve bütün diğer “devrim” süreçlerini bir kere daha gözden geçirerek olaya bir de bu gözle bakmaya çalışın!..
Peki ya Türkiye’de gelişen burjuva devrimi süreci? Burada nedir burjuva devriminin dinamikleri ve “Jakobenleri”?..
Bu konuyu bütün ayrıntılarıyla yeni kitapta ele almaya çalıştık (“Bilişsel Tarih ve Toplum Bilimlerinin Esasları-Osmanlı’dan Bu Yana Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme Diyalektiği”); ama biz konuya ilişkin olarak burada şöyle kısa bir özet yapalım:
Osmanlı’dan bu yana “Batılılaşma” sürecimizin “kahramanı” olan birinci kuşak “Beyaztürk” İttihatçılara aslında “burjuva devrimi sürecinin jakobenleri” demek doğru değildir! Bunlar, “Devleti kurtarma” yolunda toplumsal-tarihsel genlerimizde kayıt altında bulunan “tarihsel devrim” geleneğimizin izinden giderek, bir tür toplum mühendisliği faaliyetiyle (ben buna “iç tarihsel devrim” süreci diyorum) yukardan aşağıya doğru Devletçi bir “yeniden kuruluş” hamlesini başlatmışlardı. Zaten onların “yeni bir sistem” ve “kapitalist bir toplum yaratmak” derken anladıkları da eskiden beri varolan sistemin içinde Devlete bağlı burjuvalar yetiştirerek Devletçi bir kapitalist toplum yaratmaktan başka bir şey değildi!..
“YENİ TÜRKİYE” YOLUNDA İLERLERKEN YENİ TİPTEN “SİYAHTÜR” JAKOBEN BİR KANADIN ORTAYA ÇIKIŞI!..
(Aşağıdaki satırlar yeni kitaptan…)
Tekrar, Menderes, Demirel ve Özal çizgisine, o dönemin “büyüme, gelişme tutkusuna” dönüyoruz...
Belki eskiden olayların ve süreçlerin açıklanması bu kadar basitti, yani o “büyüme ve gelişme” tutkusu birçok şeyi açıklamaya yetiyordu; ama AK Parti iktidarıyla birlikte Türkiye bambaşka bir sürecin içine girmişti. Daha önce ele alınan konular ve politikalar açısından görünüşe bakılırsa aslında Menderes, Demirel Özal ve Erdoğan arasında hiçbir fark yok gibiydi!.. Bunlar aynı zincirin parçaları gibi idiler! Gene aynı büyüme tutkusu, aynı projeksiyonlar egemendi siyasete... Ama, bu kez koşullar -yani AK Parti’nin iktidar olduğu koşullar- çok farklıydı. Küresel sermaye büyük bir iştahla ülkeye akıyordu adeta! (2002-2015 arasında toplam 650 milyar dolara yakın bir para girmiş ülkeye!.. Bunun yarıya yakını direkt yatırıma yönelikti). Sadece bu da değil, bu dönemde eskinin “Beyaztürk” Devletçi burjuvaları da artık antika Devletçi politikaları bir yana bırakarak küresel dinamiklerle bütünleşme, küresel sermaye haline gelme yoluna girmişlerdi... Buna bağlı olarak da, onlar bile artık AK parti iktidarını destekliyorlardı!.. Bu nedenle, bir süre işler bu yeni kulvarda -aşağıdan yukarıya doğru- pürüzsüz ilerledi, ve bu dönemde neredeyse Türkiye üçe katlandı!..
Ama, içerde ve dışarda esen 21. Yüzyıl rüzgarlarıyla yelkenlerini şişirerek iktidara gelen AK Parti yöneticileri bütün bu süreçlerin özünü hiç kavrayamadılar!.. Bunlar, daha sonra, sürecin ikinci aşamasına özgü gelişmelerle karşı karşıya gelince[3], küreselleşme sürecini falan hemen bir yana bırakarak, eski koruyucu zihinsel kalkanlarının arkasına sığınmaya, o ana kadar olup bitenleri bile hep “göklerden gelen bir karara” bağlayarak, kendilerini 20. Yüzyıl kulvarlarında yol almaya çalışan yalnız bırakılmış “kutsal” bir yolcu gibi görmeye başladılar!.. “Küreselleşme süreci, küresel sermaye falan bahane imiş, demek ki biz, Allah yürü ya kulum demiş de o yüzden yürümüşüz, 21. Yüzyıl bizim Yüzyılımız olacak” diyerek, “Osmanlı’yı küllerinden yeniden yaratmak” için “restorasyoncu”-reaksiyonist-popülist bir kimliğe sahip çıkarak yola devam kararı alıyorlardı!..
“Birinci Dünya Savaşı’nın bizi parçalamak için çıkarıldığını, bütün o eski Osmanlı mülkü toprakların -buralardaki yer altı zenginliklerinin de- elimizden zorla alındığını, şimdi artık “parantezi kapatma vaktinin geldiğini” ilan ederek, “daha önce bize ait olan mülk” üzerinde kurulu ülkelerde olup biten her sorunu artık bizim kendi iç sorunumuz gibi görmeye, buralara bu mantıkla müdahale etmeye başladılar!..
Sonuç ortada, “Dimyad’a pirince giderken neredeyse evdeki bulguru da tehlikeye atar” hale geldik!.. Bir Demirel’in, daha sonra Özal’ın, hatta başlangıç dönemindeki Erdoğan’ın izlediği siyasete bakın, bir de şimdi, İslam’ın hamisi olmaya çalışan-Osmanlıcı-“Siyahtürk” jakoben toplum mühendisi siyasete!..
Hep şunu yazıyor ve söylüyorum: Bugün artık mücadele 20. Yüzyıl kalıntısı eski dünyanın güçleriyle, enerjisini 21. Yüzyıl dinamiklerinden alan yeni dünyanın sivil toplumcu güçleri arasında cereyan ediyor. 20. Yüzyıl koşuları içinde bir yeri ve anlamı olan bütün o “sol”-“sağ” vb. ideolojilerin hepsi geride kalmıştır! Görmüyor musunuz, artık bütün o ideolojik akımların hepsi “düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışıyla 21. Yüzyıl dinamiklerinin karşısında ittifak halindeler; bazan açıkça, belirli bahaneler uydurup aynı safta durarak, bazan da birbirleriyle çatışıp birbirlerinin varoluş koşullarını yaratarak!.. Bütün hikaye bundan ibarettir!..
Bütün bu gelişmeler karşısında, gelişmekte olan ülkelerin önüne iki yol çıkıyordu; ya onlar da gelişmiş ülkelerin küreselleşme karşıtı ulusalcı reaksiyonlarına karşı, savunma psikolojisiyle, aynı yola girip onlara bu zeminde cevap vererek, reaksiyonist-jakoben bir çizgi izleyecekler, ya da 21. Yüzyıl’a damgasını vuran dinamikleri de -küresel sermaye çevrelerini de- arkalarına alarak, gelişmiş ülke ulus devletlerinin atalet direncine hiç aldırış etmeden, onları kendi egemenlik alanlarında -20. Yüzyıl kulvarlarında- yalnız bırakarak 21. Yüzyıl kulvarlarında yollarına devam edeceklerdi… Yani, ya provokasyona gelip 20. Yüzyıl’ın egemenlerine onların güçlü oldukları alanda laf yetiştirmeye çalışacaklar, ya da hiç arkalarına bakmadan yollarına devam edeceklerdi… Ama bunun için de tabi küreselleşme sürecini ve onun üretici güçleri geliştirici dinamiklerini iyi kavramaları, gelişmenin, ilerlemenin, kerameti kendinden menkul o antika yapılarından değil, 21. Yüzyıl dinamikleriyle bütünleşmekten kaynaklandığını görebilmeleri gerekiyordu…
Peki görebildiler mi?.. Gelişmekte olan diğer ülkeleri bir yana bırakırsak, Türkiye görebildi mi?..
Bence, işin derinliklerine inerek ne iktidar, ne de muhalefet bu süreci göremediler!.. Ne doğru dürüst küreselleşme sürecini anlayabildiler, ne de bu sürecin aşamalarını!.. Çok ince bir çizgi vardı arada. AK parti kurmayları, karşılarındaki ulus devletçi cephe süreci provoke etmeye çalıştıkça, yapılması gerekenin, “daha çok demokrasi” diyerek küresel dinamiklerle olan ittifakları daha da güçlendirip, onları ülkeye çekme yönündeki çabalara daha da hız vermek olduğunu anlayamadılar. Yavaş yavaş, “beka” korkusundan kaynaklanan ulus Devletçi-reaksiyonist yanları onlarda da öne çıkmaya başladı… “Görüyorsunuz, biz ne yaparsak yapalım olmayacak, çünkü ortada bütün bu hareketleri koordine eden küresel bir üst akıl” var, “bunlarla onların anladığı dilden konuşmak lazım” noktasına gelerek, 21.Yüzyıl kulvarlarını terkedip, eski Türkiye’nin Devletinin kanatları altına sığınarak gelişmiş ülkelerin ulus devletleriyle, onların egemen oldukları alanda, onların istedikleri şekilde ulus devletçi reaksiyonlarla denge oluşturma yoluna girdiler...
Devletin -eski Türkiye’nin Devlet’inin- istediği de tam olarak buydu zaten!.. Bu fırsatı kaçırır mıydı hiç! Hemen o da aldı sazı eline ve başladı çalmaya: “Türkiye dış güçlerin saldırısı altına girmiştir, içerde de bunların işbirlikçileri vardır. Yapılacak iş, Devletin bekası uğruna yerli-milli Devletçi unsurlarla ittifak kurarak işbirlikçilere karşı reaksiyoner bir duruş almaya çalışmaktır...”
“Demokrasi mücadelesi” diyerek yola çıkan ve o ilk on küsür yılda bu alanda epey de mesafe kateden AK Parti kendini Devletçi ulusalcıların kollarında böyle buldu işte! Ne içindi peki? “Türk tipi Başkanlığı” garanti altına alabilmek için mi idi her şey!?.. “Denize düşen yılana sarılır” hesabı, bir zamanlar Demirel’in düştüğü “Milliyetçi Cephe” tuzağına şimdi de onlar düşüyordu!..
Ne yapalım, „eldeki imkanlarla bir yere kadar gelebildik, daha ileri gidemiyoruz, patinaj yapmaya başladık“ diyorlardı!..
Peki sonra ne oldu; „yerli milli“ çözümler ararken girilen „ittifaklar“ kurtarabildi mi onları ve ülkeyi „patinajdan”?.. Bırakın kurtulmayı bir yana, „patinaj yaparak“ içine girilen bu süreç bize „beka sorunundan“ başka ne getirdi?..
Daha o zaman -2014 yılında- yayınlanan bir çalışmada şöyle diyorduk:[4]
„Eğer bugün Türkiye bir dar boğaza gelip dayandıysa, çabalayıp dursak da artık bir türlü „orta derecede gelişmiş bir ülke“ olma sınırının ötesine geçemiyorsak ne yapacağız? “Orta derecede gelişmiş ülke” olma konumunu nasıl yeneceğiz?.. Büyümek istiyoruz ve 2023-2071 hedeflerinden falan bahsediyoruz ama öyle sadece istemeyle, ya da hamasetle olmuyordu ki bu işler!.. Öyle sihirli bir değnekle dokunarak her şeyi bir anda yoluna koyamayacağımıza göre ne yapmamız gerekiyor…”
Yazı şöyle devam ediyordu:
“Neresinden bakarsanız bakın, 21. Yüzyıl koşullarında büyümenin, gelişmenin yolu, son tahlilde “yeni bilgiler üretip piyasaya katma değeri yüksek mallar sürebilmekten” geçiyor. Bu açık!.. Ama bakın işte tam bu noktada da ikinci sorun çıkıyor karşımıza!!.
İki yüz yıldır doğal yatağından sapmış bir toplumuz biz. Daha yeni yeni kendi yolumuzu bulmaya, tarihimizle, kültürümüzle hesaplaşarak buluşmaya çalışıyoruz. Böyle bir toplumun öyle hemen birden bire yeni bilgiler üretebilmesi mümkün müdür? Eğer bilgi üretmek, çevreden gelen enformasyonları sahip olduğumuz bilgi temelimizle değerlendirip işleyerek „bilgi“ adı verilen yeni ürünler ortaya çıkarabilmek ise, hangi „bilgi temeliyle„ başaracağız biz bu işi?.. İki yüz yıldır pozitivist toplum mühendisleri kendi kafalarına göre yeni „bilgi temelleri“ kazandırmaya çalışmışlar bu topluma!.. Bu nedenle, daha henüz doğru dürüst bir eğitim sistemimiz bile yok bizim!. En önemlisi de, nasıl bir eğitim sistemine sahip olmamız gerektiğini henüz daha bilmiyoruz!.. E, bu durumda nasıl yeni bilgiler üreterek katma değeri yüksek mallar elde edeceğiz ki?”[5]
İKİ SAPMA!..
İşte tam bu noktada „çaresizlik“ iki eğilimin, ideolojik kökenli iki sapmanın ortaya çıkmasına neden oluyor...
Birincisi açık; eski “Beyaztürk” statükonun, içe kapanmacı, Devletçi, dünya görüşünü savunanların çizgisi idi bu…
Az üretirsen, az enerji tüketir, az ithal girdi kullanırsın olur biter, ne cari açık kalır ortada ne de başka bir şey!! Bunların -bu “Beyaztürk Mahalle” sözcülerinin- bütün söylediklerinin, yazıp çizdiklerinin özü esası buraya varıyordu!! Türkiye’de „sol“ muhalefet diye boy gösterenlerin de “kapitalizme karşı olmak” adına sahip çıktıkları bu politika Osmanlı artığı eski Devletçi paradigmanın günümüzdeki uzantısından başka bir şey değildi! Onların bütün dertleri, kaybettikleri antika cennetlerine yeniden kavuşabilmekten ibaretti! Her türlü yeniliğe karşı çıkan, bütün sorunların kaynağının üretici güçlerin gelişmesi olduğunu düşünen bu gerici muhalefete göre en kestirme yol, hiçbir şey yapmamaktı!! “Beyaztürk”-Devletçi elitler toplumun ürettiği bütün nimetlerden yararlanırken diğer insanlar da „şükür“ diyerek „doğayla içiçe“ „huzur içinde“ yaşamalıydılar!! Bunların dünya görüşü bu idi!..
İkincisi ise, AK Parti’nin içinde filizlenen yeni tipten Devletçi milliyetçi-İslamcı akımdır. Bunlar da, eski “Beyaztürk”-Devletçi statik-içe kapanmacı dünya görüşüne karşı çıkarlarken, işi abartarak meseleyi başka bir uç noktaya götürüyorlar, tek çıkar yolun „genleşmeci„ yeni Osmanlıcı-“emperyal” bir ülke haline gelmek olduğunu söyleyerek, gelişmenin ilerlemenin yolunun, “Türk tipi Devletçilik” de denilen merkeziyetçi bir anlayışla, maliyetin halkın sırtına yüklendiği Çin modeli bir kalkınmadan geçtiği sonucuna varıyorlardı!..
„Stratejik derinlikli„ politikalarının arkasına gizlenerek, onu, milliyetçi-Devletçi-yayılmacı bir anlayışla yorumlayan bu çevreleri sakın küçümsemeyelim; en az birinciler kadar tehlikeli bir sapmadır bu da! Ayrıca, iktidar partisi içinde geliştikleri için, bunların işi daha da tehlikeli noktalara götürebilme potansiyelleri olduğunu da unutmayalım!..
Peki,her şey ortada iken neden sanki bir duvara doğru koşuyoruz!?..
İdeoloji denilen nöronal programlar nöronal ağları işgal eden zihinsel virüslere benzer!.. Öyle ki, bunlar beyine bir kere girince artık ondan sonra insan beyninin işleyişi aynen bir computerin işleyişi gibi olur!! Nasıl, bir computer kendisine yüklenmiş olan „software“-program ne ise ancak ona göre çalışabiliyorsa, insan beyni de o andan itibaren artık ideoloji adı verilen programa göre işler hale gelir!..
Siz bir kere, „patinaj yapma“ sorununu, bilgi üreterek çözme yolundan çıkararak, olayı “dindar ve kindar” „İslami nesiller yetiştirecek“ jakoben bir ideolojiyle çözme anlayışına havale etmişseniz, bundan sonra artık ağzınızla kuş tutsanız fayda etmez! 21. Yüzyıl kulvarlarında karşınıza çıkan problemleri ancak geriye dönerek „atalarınızın stratejik derinliğinden alacağınız kuvvetle“ çözmeye kalkarsınız!..
Dersiniz ki, „1. Dünya Savaşı bizi parçalamak için çıkarılmıştı, ama şimdi artık devir değişmiştir; zaman, artık son yüz yılda açılan parantezi kapatma zamanıdır. Osmanlı mülkünü tekrar birleştirerek Osmanlı’yı küllerinden yeniden diriltme, İslam’ın koruyucusu sıfatımızı yeniden kazanarak büyük devletler kulvarında yerimizi tekrar alma zamanıdır…“
Bütün bunları benim „Siyahtürk jakobenler“ dediğim çevrenin ideologları açıkça yazıp duruyorlar!.. Olay böyle konunca da tabi o zaman ne oluyor; „zaten bize ait olan“ „mülkteki“ –“Osmanlı mülkündeki”- bütün o enerji kaynakları falan hep „bizden zorla çekilip alınmış yeraltı zenginliklerimiz“ haline dönüşüyor ve bunları tekrar „misak-ı milli“ sınırlarına katmak bizim için “milli” bir görev haline geliyor!.. Ayrıca, bu andan itibaren, bütün o eski Osmanlı mülkü ülkelerin „iç işleri“ de bizim iç işimiz olarak yorumlanmaya başlanıyor!.. Ne sanıyorsunuz, “komşularla sıfır sorun” falan derken birden “değerli yalnızlık” anlayışına sığınarak bütün o problemlerinin içine nasıl daldık gittik!..
Nedir bizim derdimiz?..
Hep altını çizme ihtiyacını hissediyorum, 21. Yüzyıl’da yaşıyoruz artık, uyanalım! „Eski Osmanlı mülküne sahip çıkmak“ falan deyip duruyoruz!! Bu türden hayalci -sübjektif idealist- bir politikanın tarihin „derinliklerinden“ gelen gerekçelerini arayıp duruyoruz, nedir bizim derdimiz Allah aşkına?.. “İslam ükeleriyle”, Orta Doğu’yla -ve de Kafkas halklarıyla- olan ekonomik, ticari ilişkileri geliştirmekse mesele tamam, ama, bu durumda rahat olmamız gerekir. Ortak kültür, aynı dine -dile- sahip olmanın verdiği ortak değerler zaten bellidir. Yapılacak iş, son yüz yılda “Oryantalizmin” ördüğü duvarları aşmak, aradaki yabancılaşmayı ortadan kaldırmaktır. „Stratejik derinliğimizin“ köklerini buralarda arayacaksak mesele yok! Ama, eğer bunlar bahane ise, mesele, „Osmanlıcılığı“ falan bahane ederek 20. Yüzyıl kalıntısı bir zihniyetle yeni bir „paylaşım savaşının“ içine girmekse, o zaman işin rengi değişiyor!..
Açık konuşalım demiştik!. Hiç kimse boşuna heveslenmesin, „yeni bir paylaşım savaşından“ falan medet ummak hikayedir artık!..
Bu türden çabaların astarı yüzünden pahalıya oturur, oturuyor da zaten! Ha, Kürt ve Arap petrollerinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya satılması falan başkadır. Normal bir ticari ortaklıktır bu. Ancak, meseleyi bunun ötesine götürerek olayı „emperyal“ bir Türkiye’nin „genleşme“ faaliyeti olarak algılayıp Ortadoğu’ya bu gözle yaklaşmak ise bambaşka bir şeydir!.. Bu durumda, olup bitenleri 20. Yüzyıl mantığıyla yeni bir „paylaşım mücadelesine“ indirgeriz ki, böyle bir anlayışın sonu felakettir! Türkiye’nin yükselişini „Kapitalizmin Eşitsiz Gelişmesi Kanunu“ kapsamında değerlendirerek, olup bitenleri, bir zamanlar Almanya’nın yükselişi mantığıyla ele almaya çalışmak bütün bir süreci çıkmaza sokar!.. Bu nedenle, önce şu gerçeğin altını bir kere daha çizelim. Yeni bir „paylaşım savaşı“ peşinde olanlar, etrafında olup bitenleri bu gözle değerlendirenler yanılıyorlar. Ne Arap Baharı, ne Mısır, Suriye olayları, ne de bugünkü İŞİD, ya da PKK sorunu yeni bir paylaşım savaşı boyutuyla ele alınarak açıklanamaz. İşi bu noktaya indirgeyerek açıklamaya kalkmak, bu türden bir paradigma içinde çözüm yolları aramak daha başından meseleyi çıkmaza sokmaktır…
Unutun bunları unutun, sadece bu türden rüyaları değil, bütün o ideolojik çözüm yollarını unutun! 21. Yüzyıl’da bu türden ham hayallerle bir yere varılamaz artık! „Emperyal, tam bağımsız Türkiye“ imiş, „genleşecekmişiz“! „Siyahtürk Jakoben“ ideologlara Allah akıl versin diyelim, başka ne denir ki!..
Aslında, ilk on yılda AK Parti’yle birlikte Türkiye aşağıdan yukarıya doğru güzel bir yola girmiş, “yeni Türkiye” hedefine doğru yürümeye başlamıştı. Hatırlayın, o ilk yılları... “Arap Baharı” denilen demokratik kalkışma nasıl ve neden ortaya çıkmıştı sanıyorsunuz? Bütün o “eski Osmanlı mülkü” Arap ülkeleri bizi taklit ediyor, bizim açtığımız yoldan ilerlemeye çalışıyorlardı... Bunları unuttunuz mu, ne oldu size?.. Siz şimdi „beka sorunu“, “ecdadımız” falan diyerek, tarih boyunca hepimize kan kusturan o Sultanlar’ın yolundan ilerlemeye çalışıyorsunuz, yazık değil mi (size de bu halka da...) Bu halk, bu insanlar size güvendiler, neden onları hayal kırıklığına uğratma riskine giriyorsunuz...
“Ölü kuşakların geleneği yaşayanların üzerine bir kabus gibi çöküyormuş” gerçekten!.. Bir şeyi, bilinç dışı olarak, yapıyorsunuz, ediyorsunuz, ama iş bütün o yapılanları açıklamaya gelince, alıyorsunuz olayı halâ eski yapının-paradigmanın içine hapsederek orada-onunla açıklamaya çalışıyorsunuz!!.. Gerçekten ilginç bir durum bu...
Ben bütün bunları yaşanılan tarihsel sürecin içindeki travmatik olaylarla açıklıyorum...
Düşünün, yüzyıllar boyunca hep “sürü” (“Reaya” sürü demektir) yerine konmuş bir “Yönetilenler” kitlesi var önünüzde. Bu insanların Devletin karşısındaki statülerine “kul” denmiş, yani var iken yok sayılmış bu insanlar hep... Her seferinde, her “biz de varız” deyişlerinde yumruğu yemişler kafalarına, ezilmişler!.. Ta o “Babailer”den Şah Kulu’na, Şeyh Bedreddin’den, Celaliler’e, Anadolu’daki diğer isyanlara kadar hep aynı şey tekrarlanmış durmuş... Bu insanlar her seferinde “Tanrının yer yüzündeki gölgesi bir Devlete” karşı ancak gene “göklerden gelen bir iradeye” uygun olarak ortaya çıkacak bir “Mehdi” aramış durmuşlar... Şimdi evet, köprülerin altından çok sular aktı artık, ama bu insanlar halâ geçmişte yaşanılan o travmatik olayların etkisi altındalar. Baksanıza Erdoğan’a, iki lafından birisi “ben kefenimi giydim de çıktım yola” oluyor!.. Hepsini bir yana bırakın, daha geçenlerde AK Parti’li gençlere “ölmeye hazır mısınız” diye sordu!.. Gene bir konuşmasında da dedi ki, “bu kadar haksızlığın kol gezdiği bir dünyada yaşamak istemiyorum ben”!.. Karşısında ipe çekilmiş bir Menderes örneği varken, bir 15 Temmuz kabusu varken haklı olarak korkuyor tabi!.. Ve bu korkuyla da Allah’a ve onun “yer yüzündeki gölgesi” olan Devlete sığınıyor!.. Ama sadece bununla da kalmıyor, işi daha da garantiye almak için ideolojinin o kalın koruyucu duvarlarına ihtiyaç hissediyor. İşte varılan nokta budur...
[2] “Fransa’da 1793 Jakoben Devrimi, Robespierre Jakobenizm ve Terör Rejimi“, Muhammet Emin Ruhi
[3] http://www.aktolga.de/a162.pdf “KÜRESELLEŞME SÜRECİNDEKİ DÜNYADA, ARABA METAFORUNDAN YOLA ÇIKARAK TOPLUMSAL GELİŞME-İLERLEME SÜRECİNİ ANLAMAYA ÇALIŞIYORUZ“!.. Münir Aktolga Haziran 2018
[4] http://www.aktolga.de/m54.pdf “NEREYE GELDİK, NEREDE DURUYORUZ, “KÖŞEYE Mİ SIKIŞTIK”, DAHA İLERİYE NASIL GİDECEĞİZ”?.. Münir Aktolga Ekim 2014
[5] M.R.Aktolga “Öğrenmek Nedir, Neden Öğreniyoruz, Nasıl Öğreniyoruz-Nasıl Bir Eğitim Sistemine İhtiyacımız Var”, https://www.kitapyurdu.com/kitap/öğrenmek-nedir-neden-oğreniyoruz-nasıl öğreniyoruz/557976.html
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları










































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023