Münir AKTOLGA
OSMANLI’DAN BU YANA TÜRKİYE’DE KAPİTALİZMİN GELİŞME DİYALEKTİĞİ..
6.BÖLÜM: 12 MART’TAN GÜNÜMÜZE..
İÇİNDEKİLER
ŞİMDİ, YAVAŞ YAVAŞ 12 MART’A DOĞRU YOLA ÇIKIYORUZ..
8-9 MART’TAN 12 MART’A..DARBE İÇİNDE DARBE.. DEMİREL VE SOL..
BİR DE ECEVİT OLAYI VAR, SAHİ O NEREDE DURUYORDU BU SÜREÇTE..
SÜRECİN EKONOMİ POLİTİĞİ, BİR DE İŞÇİ ARİSTOKRASİSİ YARATMIŞ BUNLAR..
KRİZİN ANA HALKASI: DÖVİZ TAHSİS MUSLUĞUNU KİM ELDE TUTACAK..
PEKİ, ABD NERESİNDE YERALIYORDU BU SÜRECİN..
YA BİZLER NERESİNDE DURUYORDUK BU SÜRECİN..
ÖZAL’IN ORTAYA ÇIKIŞI TÜRKİYE İÇİN NEDEN BİR DEVRİMDİR..
GİRİŞ
12 Mart 1971’de henüz daha 23 yaşında olan bir üniversite öğrencisini düşünün! Sırtında bir asker parkası, ayağında bir postal. Belinde bir silah!..Kız arkadaş falan mı? Yok canım, onlar “emperyalizmin ajanlarıydı”!.. Gerçi bizim öğrencilikle falan bir alakamız kalmamıştı o zaman artık, kendimizi, “Türkiye’yi kurtarmaya” çalışan “profesyonel devrimciler” olarak görüyorduk! Ama mekânımız halâ üniversitelerdi!. Öyle ki, bir ara, işgal esnasında üniversitede “Halk Cumhuriyeti” bile ilan etmiştik! Hay Allah, şimdi geriye doğru baktığımda ne düşünüyorum biliyor musunuz: Neymişiz biz yahu, neler yapmışız!! Hani aklımız başımızdaydı başımızda olmasına, ama nasıl bir akıldı ki o öyle!!..
Allah aşkına söyleyin bana şimdi normal insanların-gençlerin işi midir bütün bunlar? Değil mi diyorsunuz! Aradan kırk yıl geçtikten sonra böyle bir yargıya varmak kolay tabi, ama gelin bir de o zaman bu ruh halini yaşayan insanları düşünün! Nedir, nasıl bir dünyadır bu insanların dünyası? Nasıl bu hale gelmiştir bu insanlar? “Devrimcinin görevi devrim yapmaktır” diyerek toplumla olan hertürlü bağı koparıp atmak nasıl bir cinnet halidir! Düşünebiliyor musunuz, nüfus kağıtlarımızı bile yırtıp atmıştık artık illegaliteye geçiyoruz diye!
Hangi yaşta nerede olduğumu ve ne yaptığımı düşünürken ben hep çevremdeki gençlere, kendi kızlarıma bakarım!. Onlara bakarak, onların içinde bulundukları dünyayı gözetleyerek aynı yaşlarda iken kendimi değerlendirmeye çalışırım!..Bu işi yaptıktan sonra vardığım sonuç her zaman şu olmuştur: Korkunç birşey! İnanılmaz bir ruh hali! O yaşlarda insan daha çocuk oluyor yahu! Daha henüz toplumsal kimliğin bile oluşmamış oluyor tam olarak. Bir mesleğin yok. Sorumluluk nedir bilmiyorsun, üretmek, üreterek hayatını kazanmak nedir bilmiyorsun! İşçi sınıfı nedir, köylülük nedir, burjuva nedir.. bunları ancak kitaplardan öğrenmişsin[1]!..Ağzı süt kokan bir çocuksun sen daha, bir de kalkmışsın “Türkiye’yi kurtarmaya” çalışıyorsun! Nedir, seni bu yola sokan, adına ideoloji denilen o virüs müdür! Eğer öyleyse, nasıl giriyor o virüs gencecik insanların beynine? Sakın “Bursa Nutku” falan demeyin bana! Gerçi, doğru, onun da etkisi olmuştur belki, en azından, “işçi sınıfı devrimciliği”yle birleşerek onu besleyen, keskinleştiren bir etkisi mutlaka olmuştur!! Peki gençler daha yaşlı olanlara göre neden daha savunmasız oluyorlar bu konuda?
12 Mart sürecini bizzat içinde yaşayan biri olarak, yeri geldikçe bütün bu soruları da birlikte ele almaya çalışacağım. Ama bu çalışma hiçbir şekilde yaşadığım olayları anlatan bir hatıra falan olmayacak!. Bunun için çok zorlayanlar oldu beni, niye yazmıyorsun falan diye! Ne faydası olacak ki diye düşündüm hep? Hani eğer, bu zemini eleştirerek onun içinden daha iyi birşeyler çıkabileceğine falan inansa insan, o zaman yapılabilir bu türden şeyler; ama ben inanmıyorum! Bu zemin, modern bir Jöntürk-Jönkürt-zeminidir. Bu yüzden, onun içinden ancak onun kendi DNA’larına-pozitivizm tarafından insanların beynine yüklenen o “bilgilere”, o ideolojik haplara- uygun yeni ideolojik oluşumlar çıkabilir, başka birşey çıkmaz!.
Bu çalışmanın çatısını şöyle kuruyorum: Önce, M.Ali Birand’ın 12 Mart isimli çalışmasını temel alarak 27 Mayıs’tan 12 Mart’a nasıl gelindi onu bir ortaya koymaya çalışacağım. Bu arada kendi yaşadığım süreçten de örnekler vererek olayı daha da canlı hale getirmek istiyorum. Bazı şeyler unutuluyor..sadece, unutulmaması gerekenlerin altını çizmekle yetineceğim!.
Evet, çalışmanın ağırlığını 12 Mart oluşturacak, ama 12 Eylül ve sonrası da zaten bu sürecin devamı değil mi!. Bu yüzden, eğer 12 Martı iyi anlarsak, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı ve bugünkü Ergenekon-cunta davalarını falan da daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum. Çünkü, çalışma boyunca da göreceksiniz, bunlar hepsi aynı zincirin halkaları..
Bu arada tabi, esas olarak sürecin ekonomi politiği üzerinde yoğunlaşacağız. Bunu yaparken de temel referansımız gene Keyder olacak!. Bundan önceki çalışmada olduğu gibi, bir yandan ondan öğrenirken, diğer yandan da onu eleştirmeye devam edeceğiz gene!.
12 Eylül-1980’e yaklaşırken neden yolun sonuna gelindiğini, sistemin krizinin nasıl sermayenin krizi haline dönüştüğünü göreceğiz. Buna bağlı olarak da bir Özal’ın ortaya çıkışının Türkiye için neden bir devrim olduğunu daha iyi anlamış olacağız!
ŞİMDİ, YAVAŞ YAVAŞ 12 MART’A DOĞRU YOLA ÇIKIYORUZ..
M.Ali Birand’ın “12 Mart’ı”[2] çok güzel açıklıyor bu süreci! Hem sonra, “Çankaya Protokolü”nün ne olduğunu, nasıl ve kimler tarafından imzalandığını bilmeden 12 Mart sürecini anlamak mümkün mü?
“Menderes’in idamının ertesi günü Başkent’e bir sessizlik çöktü. Sanki ülkeyi 10 yıl yönetmiş olan Başbakan asılmamıştı. Ne partilerden bir açıklama, ne protesto yürüyüşleri..Sokaklar sakin, Meclis tepkisiz, gazeteler yorumsuzdu. Kiminde küçük bir haber, kiminde sıradan bir başlık, kiminde birkaç resim.. Aslında infazlardan tam 10 gün önce basının en önde gelen isimleri Devlet Başkanı Gürsel’in huzurunda 27 Mayıs’a sadık kalacaklarına dair bir bildiri imzalamışlardı...
Seçim kampanyası Menderes’in idamından tam bir hafta sonra başladı..27 Mayıs’tan sonra ara verilen demokrasi havası, yeniden meydanlarda solunmaya başlanmıştı. Silahların gölgesini üzerlerinde hisseden liderler biraz ürkektiler. Ama meydanlar sanki hiçbirşey olmamış gibi yine tıka basa doluydu”[3].
“Menderes’ten sonra şimdi ülkenin siyasal tablosunda üç aktör vardı: CHP’liler, DP’nin mirasçıları ve askerler...CHP kendinden emindi. Ezeli rakip DP kapanmış, yöneticileri ya asılmış ya hapsedilmişti. Sağ paramparçaydı. Meydanlar yine İnönü’ye göz kırpıyordu[4]. Paşa iyimserdi ve iktidar planları yapıyordu...DP’nin mirasçısı olarak görünen AP henüz 8 aylık bir partiydi..işin ilginç yanı, AP’nin başında emekli bir asker vardı. Gümüşpala, 27 Mayıs’ın Genelkurmay Başkanı’ydı. Haziranda atanmış, ağustosta emekli edilmişti. O kızgınlıkla da siyasete girmişti..Bir paratoner işlevi görerek bu en zorlu dönemde yeni dava arkadaşlarını eski silah arkadaşlarına karşı koruyordu. AP’nin 60’ların başında izlediği orduya karşı ılımlı yaklaşım politikasının mimarı o oldu..Gümüşpala’nın en çok kullandığı söz şuydu: “Ahval ve şeraiti düşünmüyorsunuz”..o ahval ve şerait’in öztürkçesi Silahlı Kuvvetler’den başka birşey değildi tabi..“
“27 Mayıs harekatının daha ilk günü söz verilen seçimler tan 1,5 yıl yonra bir Pazar günü yapıldı..CHP’nin oyu yüzde 36’da kalmış, DP’nin mirasçısı Adalet Partisi’nin ise yüzde 35’lere tırmanmıştı. Üç sağ partinin oyu yüzde 61’i buluyordu. Seçmen, tüm sessizliğinin ardından Yassıada’ya ve İmralı’ya tepkisini oylarıyla göstermişti. Süngüyle gidenler sandıkla geri dönüyorlardı..Menderes’in geceleri beyaz bir atın üzerinde bir evliya gibi dolaştığı yolunda yayılan efsaneler, silahlı güçten daha etkili olmuştu. Menderes, intikamını sandıkta almıştı. Demirkırat diriliyordu. Şimdi tüm iktidar hesapları yeniden yapılmak zorundaydı..CHP’de büyük bir hayal kırıklığı, AP’de erken bir zafer havası yaşanırken geceyarısından itibaren beyinleri bir soru kurcalamaya başladı. Peki asker bu işe ne diyecekti? Başlarını ortaya koyarak devirdikleri bir iktidarın yeniden dirilişini sessizce izleyecekler miyedi? Yoksa? Yoksa yeniden süngü takıp tüfek mi kuşanacaklardı? Her kriz gecesi Genelkurmay Başkanlığı’nın pencerelerine bakma alışkanlığı işte o günlerde başladı. Genelkurmay’ın ışıkları sönükse mesele yok demekti. Işıklar yanıyorsa, bunun tek anlamı vardı. Ordu tedirgindi. 15 Ekim (1961) gecesi Genelkurmay’ın ışıkları sabaha dek yandı.
Emin Aytekim (Albay): Seçim neticeleri gelmeye başladığı zaman şoke olmaya başladık. Geceyarısına doğru artık neticeler belli olmaya başlamıştı. Ordu Kumandanı telefonla beni aradı. ‘Ne oluyoruz, nereye, ne neticeye gidiyoruz?’ diye sordu. O da çok üzgündü. Bu, bir karşı ihtilal manasında değerlendiriliyordu”.[5]
Talat Turhan (Kurmay Albay)
“Seçim sonuçlarının Demokrat Parti yandaşı olan partiyi (AP) iktidara taşıdığını görür görmez o zamanki Milli Emniyet, Silahlı Kuvvetler’e bir rapor gönderdi. Meclis’e seçilenlerin kaçta kaçı DP yandaşıdır, kaçta kaçı akrabadır..Yani, gelen Meclis’in yapısını bildirdi. Tartışma da o zaman başladı. Yani bu, aşağı yukarı kediye ciğer emanet etmek gibi birşeydi. Hem devrim yapıyorsunuz, hem de Meclis’i karşı devrime teslim ediyorsunuz ki sizin defterinizi dürsün, hesabınızı görsun”.
“Oysa savaş daha yeni başlıyordu[6]. Gündemdeki ilk sorun Cumhurbaşkanı’nın kim olacağı sorunuydu ve Köşk ilk savaş alanı olarak seçilmişti. Ortada iki aday vardı. CHP’lilerin gönlündeki isim İnönü’ydü. Ama partisinin oyu yetmiyordu. Diğer adaysa halen Devlet Başkanı olan Cemal Gürsel’di. Gerçi orduda tabanını yitirmişti (o sıralarda Ordu içinde iktidar Sunay’ın başında bulunduğu ‘Silahlı Kuvvetler Birliği’ adındaki gizli örgüte geçmişti) ama CHP’nin desteğine sahipti. İşte, kimsenin beklemediği bir 3.aday o günlerde ortaya çıkıverdi. Bu sürpriz adayın adı:Profesör Ali Fuat Başgil’di. Başgil, DP’ye yakın bir hukuk profesörüydü..AP, adeta intikam alırcasına Gürsel’in karşısına ‘sivil aday’ olarak Başgil’i çıkarmaya hazırlanıyordu. Meclis’teki sağ çoğunluğun[7] Gürsel’i seçtirmeyip Başgil’i Köşk’e yollaması aritmetik olarak da mümkündü. Orduyu da işte bu olasılık ayaklandıra-caktı..Meclisin açılmasına üç gün kala ordu için karar anı gelmişti. Ya sandıktan çıkan iradeye uyulacak ve iktidar tekrar ‘düşüklere” terk edilecek, ya da yeniden müdahale edilecekti. Hemen kışlalarda cuntalar toplantıya çağrıldı. Serumla yaşatılan demokrasinin üç günlük ölüm-kalım savaşı başlıyordu.
21 Ekim Cumartesi günü öğleyin İstanbul Yıldız’daki Harp Akademileri müthiş bir trafiğe sahne oldu. Saat 14.30’da Akademi binasında tam 10 general ve 28 albay toplandı. Bu, generaller ile albayların seçim sonrası ilk zirveleriydi. ‘İstanbul Cuntası’ karar için bir aradaydı. Ev sahibi, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Korgeneral Refik Tulga’ydı. Katılan generaller arasında ileride 12 Mart Muhtırası’na da imza koyacak olan Faruk Gürler ve Celal Eğicioğlu da vardı. Toplantı başlar başlamaz ‘gündem’e geçildi. Gündemde yeni bir ‘müdahale’ vardı. 3,5 saat süren toplantının sonunda İstanbul Cuntası ‘Demirkırat dönüyor’ paniği içinde ‘hemen müdahale’ kararı aldı. Bekleyecek zaman yoktu. Üç gün sonra Meclis açılıyordu. O halde mutlaka üç gün içinde bu işin bitirilmesi gerekliydi. Bu karar hemen oracıkta kağıda döküldü ve 38 asker ’21 Ekim Protokolü’ adı verilen bu belgeye hiç tereddüt etmeden imza attılar. İmzaladıkları protokol, Türkiye’de yeni bir askeri müdahalenin yemin belgesiydi. Seçimler geçerli sayılmayacak, partiler faaliyetten men edilecek ve Meclis açılmadan kapatılacaktı..
“..Protokol metni acilen Cunta’nın Ankara kanadına ulaştırıldı. Önce Albay Talat Aydemir ve arkadaşları imzayı bastılar. Sonra da bazı generaller. Örneğin Eskişehir 1.Taktik Hava Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Muhsin Batur..
“Meclisin açılmasına 48 saat kala ülke darbeyle demokrasi arasında gidip geliyordu. İlk toplantı sabah Genelkurmay’da yapıldı. Cevdet Sunay, İnönü’den işareti almış ve hemen durum değerlendirmesi için Silahlı Kuvvetler’in komuta kademesini toplantıya çağırmıştı. Kuvvet komutanları, Ordu komutanları, Kolordu komutanları, kısacası Silahlı Kuvvetler’in en güçlü generalleri birer ikişer, Genelkurmay’ın aslanlı kapısına çıkan merdivenleri tırmandılar. Aralarındaki en genç general Eskişehir’den apar topar çağrılan Muhsin Batur’du...Sunay, müdahale yanlılarını teker teker dinledikten sonra söz aldı. Bu yaklaşımı uygun bulmadığını söyledi. Seçimlerde en çok oyu CHP almıştı. O halde hükümeti İsmet Paşa kuracaktı. Gürsel’in Cumhurbaşkanı seçilmesiyle de bütün mesele hallolacaktı. Müdahaleye gerek yoktu...
“Ordunun talepleri derhal oracıkta kağıda döküldü. Ordu, Gürsel’in Cumhurbaşkanı seçilmesini ve Yassıada suçlarının affedilmemesini istiyordu. Bu istekler yerine getirilirse Silahlı Kuvvetler Meclis’in açılmasına izin verecekti..Toplantı bitince Genelkurmay Başkanı salondakilere ‘Şimdi hepberaber Çankaya Köşküne gidip, bu isteklerimizi Gürsel’in huzurunda parti liderlerine ileteceğiz’ dedi. Randevu yeri, kavganın da nedeni olan yerdi: Çankaya Köşkü..
Muhsin Batur (Tuğgeneral)
“Kendi arabalarımıza binerek 24 general ve amiral yukarı çıktık. Ben salona ilk defa giriyordum. Sonradan öğrendim ki Güvenlik Kurulu toplantıları da orada yapılıyormuş. İşte rahmetli Cemal Gürsel, rahmetli İnönü, rahmetli Gümüşpala, Ekrem Alican ve Bölükbaşı varlardı. Biz de geldik, ellerini sıktık, oturduk..Rahmetli Sunay, Silahlı Kuvvetler’in isteklerini okudu kağıttan. Yani özetlersek Silahlı Kuvvetler’e sataşmaların bırakılması, siyasi af çıkarılmaması, 147’lerin geri dönmemesi, sürgündeki ağaların geri dönmemesi gibi bazı istekleri içeriyordu bu okunan yazı. İlk itiraz Gümüşpala’dan geldi. ‘Ben yeni kurulmuş bir partinin başkanıyım. Daha üyelerimi bile yakından tanımıyorum. Onlara bu istekleri kabul ettiremem’ dedi. Cevdet Sunay da cevaben, ‘Siz o partinin horozusunuz. Tavuklarınızı kontrol altında tutmaya çalışın’ dedi”..
“Toplantı sonunda bir anlaşmaya varıldı..Müdahale durdurulmuş ülke bir facianın eşiğinden döndürülmüştü. Ancak buna karşılık ”güdümlü” bir demokrasinin yolu açılmıştı. Partiler süngü tehdidi altında Gürsel’in Cumhurbaşkanlığına “evet” demek zorunda bırakılmışlardı. Acaba bu, “demokrasinin zaferi” sayılabilir miydi? O gece parti liderleri Adalet Bakanlığı’nda bir araya geldiler. Sabah 4’e kadar çalışıp, orduya sunacakları ünlü Çankaya Protokolü’nü hazırladılar. ’27 Mayıs’a sadık kalmaya, Gürsel’in adaylığını desteklemeye, DP’lilerin affını gündeme getirmemeye’ razı oldular. Askerlerin rahatsız olduğu her konuda güvence verdiler. Protokol metni (daha sonra) Gürselin yönettiği bir toplantıda askerlerin gözleri önünde parti liderlerince birer birer imzalandı. Demokrasiyi kurtarmak için karşılıklı ödünler verilmiş darbe önlenmişti. Meclisin açılmasının önünde engel kalmamıştı”[8]..
Biraz uzun oldu ama çok önemli. Bırakın 12 Mart’ı falan bir yana, daha bugün bile yeni yeni kurtulmaya çalıştığımız o “vesayet” düzeninin temelleri böyle atılıyor işte! Yani diyor ki adamlar, öyle seçimle parlamentoyla falan iş bitmiyor, ancak bizim otoritemiz-vesayetimiz altında oynayabilirsiniz bu oyunu! Yoksa, yüzde ellinin üzerinde bir oyla iktidara gelmiş olsanız bile işte sonunuz bu olur deyip Menderes’i işaret ediyorlardı!..Olay budur!
İşte, birzamanlar yere göğe sığdıramadığımız o 27 Mayıs Anayasa’sı, bu vesayet düzeninin ürünüdür-üst yapısıdır. Onun kırmızı çizgileri içinde oynanacak olan demokrasi oyununun kurallarını ortaya koymaktadır. Yani, o Anayasa’da yer alan bütün o “yeni kurumları”, “özgürlükleri” falan hep bu vesayet düzeni mantığı içinde ele almak zorundasınız. Yoksa birşey anlayamazsınız daha sonra Türkiye’de olup bitenlerden.
Burada altını çizmek istediğim iki nokta var. Birincisi şu: Peki, başka türlüsü mümkün müydü? Yani eğer siyasi partiler askerlerle bir masaya oturupta o protokolü (“Çankaya Protokolü’nü”) imzalamasalardı, “hayır efendim” diyerekten ona karşı direnselerdi, o günün koşulları altında mümkün müydü böyle birşey? Ve de ne olurdu bu durumda? Dikkat edin, aynı soruyu daha sonra 12 Mart Muhtırasını yeyince “şapkasını alıp giden” bir Demirel için de soracağım! Ya da, 12 Eylül Darbesi sonrasında bir Özal için de geçerlidir bu soru. Politikacılar direnselerdi o zaman ne olurdu? Şimdi aradan kırk-elli sene geçtikten sonra konuşmak kolay, ama o zamanın koşulları içinde başka türlüsü mümkün müydü? Ben mümkün olmadığını düşünüyorum! Zaten mümkün olsaydı bunu yapan birileri de çıkardı!. Niye şimdi bir Erdoğan yapabiliyor da onlar yapamadılar ki, Erdoğan’ın “Kasımpaşalılığıyla”, Menderes’ten, ya da Demirel’den daha cesur olmasıyla mı izah edeceğiz bütün olup bitenleri! Böyle birşey tarihi-olayları ve süreçleri kişilere bağlayarak, onların bireysel özellikleriyle açıklamaya çalışmak olurdu! Halbuki tam tersine, tarihi yapanlar kendinde şey mutlak gerçeklikler olarak bireyler-kahramanlar, ya da korkaklar değildir! Çünkü, bizim bireyler dediğimiz aktörlerin kendileri de o dönemin koşullarının ürünü olurlar. Bir Menderes’i ele alalım. Menderes de Erdoğan da, bunların ikisi de Anadolu kapitalizminin temsilcileridir. Ama birisi 1950’lerdeki Türkiye’de yerine getirmeye çalışıyor bu temsil işini, diğeri 2000’li yıllarda. Bu arada üretici güçlerin gelişmesi açısından muazzam fark var. Menderes’in yaşadığı dönemde Devlet sınıfı ve onun asker-sivil kanatları bugünkü duruma göre her açıdan çok daha güçlüler. Evet, Menderes de, o zaman gelişmekte olanı temsil ediyordu, ama henüz daha süreci belirleyecek bir güce erişememiş durumdaydı o zaman onun temsil ettiği kitle. Bugün ise öyle değil. Arkasına küreselleşme sürecinin dinamiklerini de alan Anadolu burjuvazisi bir Erdoğan yaratarak Türkiye halkını da arkasına alıp sürece damgasını vurabiliyor. Erdoğan’ın bireysel düzeydeki özellikleri onun temsil ettiği sınıfın gücüyle birleşerek toplumsal bir anlam kazanıyor..
Olaya şöyle bakmak lazım: Bir durumdan daha üst düzeydeki başka bir duruma geçebilmek için yeniyi temsil eden güçlerin mutlaka daha önceden eskinin içinde ortaya çıkarak gelişmiş olması gerekiyor. Durum eğer böyle değilse henüz, o zaman erken öten horozları hemen keserler! Yani, zamansız cesaret aptallıktır, karşı tarafın işine yarar. Gerekirse geri çekilmeyi de bileceksin sınıf mücadelesinde. Bazan iki ileri bir geri, hatta bazan iki geri bir ileri atımlar atarak gitmeyi bile öğreneceksin..İşte, bizim Anadolu burjuvazisinin en iyi öğrendiği şeylerden biri budur hayatta. Şu son iki yüz yılı düşünün! Kaç sefer kafalarını koparmış bu Devlet onların! Ayrık otu yolar gibi, azıcık palazlananın kellesini uçurmuşlar hep. Ve böylece öğrenmiş onlar da nasıl mücadele edeceklerini!..
Demirel almış şapkasını da gitmiş diyorlar. Ne yapacaktı ya gitmeyipte? Kiminle, neyle sürdürecekti mücadeleyi! Ben size birşey söyleyeyim mi, eğer o zaman Demirel “direnmeye” kalksaydı buna en çok sevinen gene cuntacılar olurdu ve hemen oracıkta onun da kafasını koparırlar, parlamentoyu da kapatıverirlerdi!..Ha sonra, Cumhurbaşkanı olduktan sonra Demirel bunu abartmış, bir mücadele yöntemi olarak geri çekilmeyi uzlaşmayla karıştırarak artık karşı tarafa geçmiş..tamam, doğrudur bütün bunlar; ama bu ayrı bir meseledir. Biz şu an 27 Mayıs ve 12 Mart sonrasından bahsediyoruz. Ne yaptı peki sonra “şapkasını alıp giden” o Demirel? Bekledi bekledi, karşı tarafın tükenişine paralel olarak kendi gücünün de yeteceğine kanaat getirince 1973 Mart’ında Gürler’in Cumhurbaşkanlığı mücadelesi esnasında Muhtıra’dan sonra attığı geri adımın rövanşını alıverdi!. Parlamentonun üstünde uçan Batur’un jetlerine falan aldırmadan “hayır” deyiverdi! Ve olay-12 Mart olayı-bitti!..
Ben size birşey daha söyleyeyim mi: 12 Eylül darbesinin altında yatan nedenlerden biri de aslında 1973 Mart’ında alınan o yenilgidir! Bu olay, aslında, 27 Mayıs’tan sonra içine girilen vesayet sisteminin inkârıydı bir yerde. Düşünsenize, parlamento askere-cuntaya hayır diyordu. Bu öyle kolay hazmedilecek bir olay değildi onlar için. Ve de etmediler tabi!. 27 Mayıstan ve 12 Mart’tan önce harekete geçirilen ittihatçı toplum mühendisliği çarkı gene dönmeye başlayacaktı!..
Altını çizmek istediğim ikinci nokta ise, 27 Mayıs sonrası için temelleri atılan yeni vesayet düzeni içinde “sol”un yeriyle ilgilidir. Daha sonra da göreceğimiz gibi bu nokta çok önemli. O an için bir toplum mühendisliği olayıydı bu belki. Burası açık. Devlet sınıfı için, sınıf mücadelesinde düşmanımın düşmanı dostum olur diyerekten girişilen bir projeksiyondu. Yani, şişeden cin çıkarma anlamına gelen bu davranış onlar için o zaman pratik bir zorunluluktan ileri geliyordu. Yüzde ellileri aşan çoğunlukla iktidara gelen bir düşman vardı karşılarında ve çaresizdiler. Öyle darbeyle iktidara geldikten sonra ilelebet iktidarda kalmaları falan da mümkün olmadığına göre (en azından dünya koşulları elvermiyordu buna) ne yapıp yapıp süreci tekrar demokrasi platformuna taşımak zorundaydılar. Ama bunun için de bu alanda kendilerine müttefik (denge unsuru) olabilecek taze-yeni güçlere ihtiyaçları vardı. Nasıl olsa güçlü olan kendileriydi. Meydana salacakları yeni müttefik, zaten daha işin başında gözünde ideolojik bir gözlükle dünyaya geleceği için hiçbir zaman gerçek bir tehlike haline gelemeyecekti. Böyle düşünüyorlardı o zamanlar[9]. Ve Devlet sınıfı, bu balayı ortamının-ideolojik kaynaşma ortamının- verdiği ivmeyle, yeni yol arkadaşını da koluna takarak yola devam kararı aldı.
Hem sonra bu konuda yeteri kadar tecrübeleri de vardı tarihte! O Jöntürkler-İttihatçılar neydi ki, onlar da zamanın “solcuları” değiller miydi? O “aşırı” uçları törpülenerek nasıl da yola getirilmişlerdi onlar da zamanla! Ama gene de kontrolü elden bırakmamak gerekiyordu. Ne de olsa ikiye bölünmüş bir dünyaydı içinde yaşanılan. Evet, bunlar içeride bir güç haline gelemezlerdi, ama dış destek zamanla palazlanmalarına neden olabilirdi. Bu nedenle, daha işin başında, gözlerindeki ideolojik gözlüklerin yanı sıra, boyunlarına da birer sol- Kemalist tasma takmak iyi olurdu. Hemen buna uygun ölçüler alındı ve “Kemalizmle solun-Marksizmin arasında aşılmaz duvarların bulunmadığı” keşfedilerek toplumsal planda bir feedback-kontrol mekanizması inşa ediliverdi! Sadece Yön Dergisinden değil, o döneme damgasını vuran bütün “soldan” bahsettiğimi anlamışsınızdır herhalde! Solcular-Marksistler de üretim araçlarının mülkiyetinin topluma-toplum adına da devlete tabi - ait olduğu bir düzen istemiyorlar mıydı, e, o zaman Kemalizmle-Kemalist Devletçilikle arada ne fark kalıyordu ki özünde, biri, hepsi Devlete ait olsun derken, ötekiler, yani Kemalistler de Devletin güdümünde bir karma düzen olsun diyorlardı. Yani bunların her ikisi de Devletçi idi sonunda!. Burjuvazi her ikisinin de ortak düşmanı idi![10]Bu nedenle, düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla arada doğal bir ittifak zemini oluşuyordu. “Bir noktaya kadar beraber yola devam edilir”, sonra da duruma göre herkes kendi yoluna devam edebilirdi!..İşte bütün o eski-yeni solcu teorilerin dayanağı bu mantık olmuştur! “Kemalizmle solculuk-Marksizm arasında bir uçurum yoktur” anlayışının özünde yatan ideolojik temel bu olmuştur[11].
Ha, “ya TİP” mi diyorsunuz? Evet, bir tek o vardı ayrı baş çekeceğim diye azıcık oyunbozanlık yapan! Ama, o da daha sonra, “daha devrimci”, “daha solcu” bir MDD teorisi icad edilerek (“pasifist-parlamentocu” olmakla suçlanarak) saf dışı bırakıldı. “Biz işçi sınıfının ve emekçilerin bağımsız sosyalist hareketi olarak yola devam etmek istiyoruz” mu diyordun sen, “ceberrut Devlete” karşıyız diyerek ittifak bozucu söylemlerle ortalığı karıştırmaya mı çalışıyordun!!..Bu türden sesler, çıkışlar, önce MDD ci parti dışı bir muhalefet aracılığıyla, daha sonra da parti içinde yaratılan “daha solcu”, daha Marksist-Leninist bir kanat vasıtasıyla bastırılıverdi! Böylece, kısa zamanda TİP in de çanına ot tıkanmış, ittifak yolu çatlak seslerden arındırılmış oluyordu! O güzelim Sinan Cemgil’ler, o Hüseyin İnan’lar, bu gençlerin hepsi bir zamanlar TİP’in en aktif militanları olarak faaliyet gösteriyorlardı. Ama ne oldu sonra, bu gençlerin hepsi önce MDD ci oldular, tabi sonra da gerillacı..ve yok olup gittiler!
Peki, sen nasıl “solcu”-hem de MDD’ci oldun? Kim seni MDD’ci yaptı, 27 Mayısçılar mı? Nasıl düştün bu kurt kapanının içine? Bunlar da benim kendi kendime sorduğum sorular. Aşağıdaki satırları okuyunca göreceksiniz, bütün mesele varolan-yaratılan o ortamla ilgili. Sen, bu ortamın içinde, kendi bireysel durumuna göre belirli bir çekim alanının etkisi altına girip kendine bir yol buluyorsun o kadar. Bu sadece benim için değil, herkes için böyle..Yani, bütün mesele, o ortamın-o çekim alanlarının nasıl yaratıldığında yatıyor. Mekanizma yukardan kurulduğu için sen aşağıda bunu görmüyorsun tabi, sadece bu alanın etkisi altında hareket ediyorsun..Bazan söylenildiği gibi öyle herkesi-gençleri bir kukla gibi oynatan-yönlendiren karanlık kişiler falan yok, belirli ideolojik çekim alanları var..O “güçlü”, “karanlık” kişiler-liderler de aslında bu ideolojik ortamın ürünleri..
Bizim aile aslında tam Türkiye idi! Babam DP’yi-Menderes’i tutardı, annem ise “Kemalistti”-“devrimciydi”..Dışarda olup bitenler evde de sürekli tartışma konusu olurdu. Babam biraz despot annem ise mazlum konumunda olduğu için bu ortamda ben tabi annemin tarafında olurdum hep..Annem tam bir Cumhuriyet okuru idi..Cumhuriyet Gazetesi’yle, İlhan Selçukla tanışmam falan da hep bu yolla olmuştur..Daha sonra da Akşam’da Çetin Altan falan okumaya başladık tabi..Yani böyle bir alt yapım vardı..
Bu durumda 1965 yılında ODTÜ’ye girdim..İlk yıl İngilizce Hazırlık Okuluydu. Ve tam da o sırada 1965 Seçimleri yapılıyordu. Bir gün Amerikalı bir hoca sınıfta, “eğer seçmen olsaydınız seçimlerde hangi partiye oy verirdiniz, niçin” diye bir anket yapmaya kalkınca, vay, bak CİA ajanı bu diyerekten hemen bir bildiri hazırlayıp altına da imza toplayarak bunu Öğrenci Birliği’ne götürmüştüm!. O sırada Öğrenci Birliği’nde de TİP yanlısı grup varmış. Bana pek ilgi göstermeyerek, işi yavaştan almışlardı. O ara, daha sonra TİP’te ve Sosyalist Fikir Kulübü içinde muhalefette olduklarını öğrendiğim biri benim yanıma gelerek beni dinledi ve bildiriyi alarak olayı Rektörlüğe kadar taşıyıp o Amerikalı öğretmenin okuldan uzaklaştırılmasını sağladı..Tabi ben de bu olaydan sonra SFK’ya üye olarak, otomatikman, “pasifistler” diye nitelenen TİP’lilerin safında değil, muhalefetteki MDD’cilerin safında yer almış oldum..Olay bu!! Artık MDD’cilerin “altın çocuğu” olma yolunda hızla ilerleyecektim!..
Ama burada ilginç bir nokta var. Evet, ben de artık MDD’ci olmuştum. “Tam bağımsız, gerçekten demokratik Türkiye” için mücadele ediyordum ben de[12]. Ama benim MDD’ciliğim hiçbir zaman cuntacılık olmadı. MDD’ci kanat içindeki anti cuntacı gençlik kanadını temsil ediyordum ben![13] Ben daha çok Mao’ya sempati duyuyordum. ODTÜ’de olduğum için-İngilizcem de olduğundan-Mao’nun “Selected Works”lerini falan getirterek okuma şansım olmuştu. Evet, pasifist-parlamentocu falan diye TİP’e muhaliftim ben de, ama öte yandan da hep işçi sınıfının bağımsız sosyalist hareketi deyip duruyordum. Türk Solu Dergisi, daha sonra da Aydınlık Dergisi, Dev Genç pratiği..bütün bu süreç içinde hep cuntacı eğilimlere karşı mücadeleyle geçti o yıllarım..M.Belli ile olan ayrılığın, Aydınlık Dergisi’nin yazı kurulunda ortaya çıkan ve daha sonra da derginin bölünmesine yol açan ayrılığın altında hep bu mücadele yatıyordu..Bunlara hiç girmiyorum, çünkü bunların kimseye bir faydası yok. Hani öyle olmuş olsa ne olur, böyle olsa ne olur hesabı, bu zeminden birşey çıkmayacağına inandığım için o defteri ta 1973 Martında kapattım ben!.Burada sadece bir örnek olarak bahsediyorum kendimden. Yani demek istiyorum ki, kimse zorlamıyor seni gel de “solcu”, ya da MDD’ci ol falan diye! Kökleri ta o III.Selim’lere, II.Mahmut’lara kadar dayanan bir kültür ihtilali süreci var ortada. Ve buna uygun olarak yaratılan bir ortam var. Herşeyden önce de İttihatçı-Kemalist bir eğitim sistemi var. Adamlar açıkça ilan etmişler “yeni bir insan”-“yeni bir nesil” yaratacağız diye. Yani, dönen bir çark var ortada, bir toplum mühendisliği-devşirme insan yetiştirme fabrikası var!..Ve sen okula başladığın andan itibaren farkında olmadan giriyorsun bu çarkın içine. Sadece okul da değil. Evde, mahallede, toplumun her hücresinde cereyan eden bir mücadele bu. Bir yanda geleneksel kültür, diğer yanda ise yukardan aşağıya doğru topluma enjekte edilmeye çalışılan “batıcılık” adı altındaki bir başka kültür..Sınıf mücadelesi falan daha sonra, bunun üzerine geliyor Türkiye’de..Gencecik bir insansın, nereden bileceksin ki o zaman bütün bunları!..Baksanıza koca koca adamlar bile halâ çıkamıyorlar işin içinden!!..
27 MAYIS’TA MENDERES NE İDİYSE, KİMİ TEMSİL EDİYORDUYSA 12 MART’A GİDEN SÜREÇ İÇİNDE DEMİREL DE ODUR..
Şimdi bakın, benim hep altını çizdiğim bir ilke var: Yeni olan daima eskinin içinde olgunlaşır ve tıpkı ana rahminden çıkıp gelen o çocuk gibi onun diyalektik anlamda inkârı olarak ortaya çıkar. Bu, biribirlerinden kesin olarak ayrışana kadar (ki bu süreç toplum söz konusu olunca dokuz aydan çok daha uzun bir süreyi kapsar!) eski ile yeninin içiçe birlikte varolacakları anlamına gelir. Bu, tek tek bireylerden, bir bütün olarak sisteme kadar her kademede geçerli olan bir durumdur. Yani, bazan tek tek insanların bile bir ayağı bu tarafta, diğer ayağı ise öbür tarafta olabilir!.Ama gene de, hangi tarafın ağır bastığına bakarak deriz ki biz, sistemin şu yanı yeniyi, bu yanı da eskiyi temsil etmektedir..
İşte bu anlamdadır ki, toplum 1950’ye gelirken sistemin yeniyi temsil eden özellikleri Menderes’in kişiliğinde ortaya çıkıyordu. Ama bu, bıçakla kesilir gibi, Menderes yeniyi temsil ederken diğerleri eskiyi temsil ediyordu anlamına gelmiyor! Onun cesareti-korkaklığı-kalkınmacılığı, bir yandan Devletçiliğe karşı meydan okurken, diğer yandan da ona-Devlete laf söyletmemesi, bütün bunların hepsi bir bütündür. Yani, kendi içinde eski de vardır onun yeni de. Nitekim, 1950’de işbaşına geldiği zaman belirli bir umutla[14] bir süre Devletçi burjuvalar da desteklemişlerdir onu. Ama zamanla, sürecin gelişen yanı ön plana çıkıp ağır basarak Menderese de yön verir. Gelişmek, ilerlemek, daha çok üreterek dışarıya da açılmak, ihracat yapar hale gelebilmek hırsı ona-onun liderliğine yön veren başlıca etken haline gelir..Yeniyle eskinin çatışması açılan bu kanal içinde yeninin ön plana çıkmasına neden olur.Son tahlilde, her süreç kendisini temsil edecek kişileri-bireyleri yaratarak gelişiyor.
Aynı şekilde, Demirel de öyledir. Onu da gene Menderes’ten boşalan yere getiren bir süreç vardır ortada. Unutmayalım, darbe sonrası oluşmaya çalışan yeni ortamın-dengenin temsilcisi olarak işbaşına gelmiştir o iktidara. Kendi deyimiyle, “başbakanlık çalışma odasına girdiği zaman karşısında idam sehbasındaki Menderesi görerek başlar işe”!. Devletçi burjuvazi bir yanda, Anadolu burjuvazisi diğer yanda, sistemin bütün taraflarının beklentileri vardır ondan da. Hassas bir dengedir bu!..Biribirine zıt iki yol ve bu yollarda yürümeye kararlı iki yolcu grubu vardır ortada, ve Demirel de, bir cambaz ustalığıyla, bir kazaya uğramadan bu dengeyi muhafaza etmekle görevlidir. Ama, insanların sübjektif niyetlerinden-isteklerinden bağımsız bir süreçtir bu. Ve öyle olur ki, bir süre sonra, sistemin daha çok üreterek, ihracat yaparak büyüme dinamiği onda-onun politikalarında da ağır basmaya başlar. İşte, Demirel’in temsil ettiği-etmeye çalıştığı dengeyi bozan etken budur. Bir yanda, ithal ikameci Devletçi burjuvalar, diğer yanda ise dışa açılmacı Anadolu kaplanları vardır..Ve de makam odasındaki idam sehbasında sallandırılan Menderes’in fotoğrafı!
Demirel niye direnmedi diyorlar? Şimdi, o, “niye direnmedi” diyenlere soruyorum, “peki siz niye direnmediniz”? Niye kimsenin gıkı çıkmadı o zaman? Sizin o (başta DİSK olmak üzere) “devrimci”-“sivil toplum” örgütlerinizin bile darbeyi destekleme yarışına girdikleri bir ortamda Demirel’i niye direnmedi diye suçluyorsunuz! Hepsi sahte bu kahramanlıkların! Bakın bugün bile gönlünüzde halâ Silivri’nin kapılarının açılması yatıyor! Ergenekon davalarını sulandırmak için elinizden geleni yapıyorsunuz! Demirel korkmuş, korkak davranmış! Tamam, iyi de, bunun için önce niye onu korkutanları suçlamıyorsunuz ki!. Korku da insani birşeydir. Bence Demirel’in günahı korkması, korktuğu için şapkasını alıp gitmesi falan değildir. Onun günahı-suçu, daha sonra köşesine çekilmek yerine, kendi cellatlarının kucağına oturarak, neredeyse onların sözcüsü haline gelmesidir. Menderes, ya da idam edilenler yaşasalardı bugün ne yaparlardı, nerede dururlardı bilinmez tabi, ama geçmişte mangalda kül bırakmayan birçoklarının bugün nerelerde olduklarını biliyoruz biz!..
“Bugünün güneşiyle dünkü çamaşırları kurutamazsınız” derken doğru söylüyor Demirel!..Eğer o-Demirel hep bugünkü gibi idiyse, yani aslında o, dün de gene Devletçi cephenin bir elemanı idiyse, peki, ne diye bağırıyorduk biz o zaman sokaklarda, kime karşıydık? Sadece bizim de değil, bütün bir Devletçi cephenin, 8-9 Mart “sol darbe” teşebbüsçülerinden 12 Mart Muhtıra’sınıverenlere kadar bütün o Devletçi unsurla-rın-Devlet sınıfının hedefinde kim vardı o dönemde? Demirel değil mi! Demirel iktida-rını düşürmek değil miydi ortak hedef?[15] Kahrolsun “Morison Süleyman” diye inlemedi mi o yollar yıllarca? Demirel’in o “yollar yürümekle tükenmez” lafıboşuna mıedilmişti!..Bu söz bile, daha sonra, “bak gerici-faşist Demirel ne diyor” diye tersine yorumlanmaya kalkılmadımı?
Ne oldu da şimdi, bütün bunlar unutuldu? Demirel bugün saf değiştirdi, o da Devletçi cepheye katıldı diye bütün bir tarih yeniden mi yazılacak? Bakın, evet bugün dünün içinden çıkıp geliyor, bu doğru, ama buradaki çizgi öyle doğru bir çizgi değildir. Değildir, çünkü hayat yolları öyle düzgün-doğrusal bir çizgi izleyerek oluşmuyor!.. Yani bugüne bakarak, cetvelle bir çizgi çekip mekanik bir şekilde dünü yeniden şekillendirmeye kalkamazsınız. 1965 ten 1971’e kadar burjuva devrimi sürecinin bayrağı Demirelin elinde idi. Bu bir gerçektir. Yiğidi öldürelim ama hakkını da yemeyelim. Hem sorarım ben size şimdi: Bu gerçeği inkar ederek nasıl açıklayacaksınız o 8-9 Martı, 12 Mart Muhtırasını? Bir 1973 Mart’ını nasıl açıklayacaksınız? Bugün Erdoğan da anmıyor hiç Demirel’iin adını!. Tamam, reel politika bunu gerektiriyor olabilir! Çünkü bugün Demirel’in artık savunulacak hiçbir yanı kalmadı! Artık CHP’nin, Devletçilerin bir oyuncağı oldu o da. Ama, gene Demirel’in deyimiyle “dün dündür, bugünse bugün”[16]!..
Bakın size, hem de M.Altan’ın kitabından yaptığım aktarmalarla anlatmaya çalışayım o zamanki Demirel gerçeğini[17]. İnanın bana, başka türlü ne o 8-9 Mart’ı, ne de 12 Mart’ı anlayamazsınız!..Bunları anlayamayınca da tabi, 73 Mart’ını ve daha sonra 12 Eylül’ü anlamanız da zorlaşacaktır..
Demirel: “Meseleye şöyle bakmak lazım; 1950’de iş başına gelen hükümet, ilk defa halkı idareye dahil eden hükümettir. Demin saydığım dört kuvvete beşincisini eklemiştir. Aslına bakarsan 1960 ihtilalinin de sebebi odur. Bizim elit, halkı kaldıramamıştır. Aslına bakarsan biz halkın mümessilleriyiz, öyle geldik..
Altan: Elit derken efendim, bürokrasiyle özdeşleştirebilir miyiz?
Demirel: Sivil, asker, bürokrat, teknokrat herkesi kastediyorum. Administrasyonu kastetmiyorum. Türkiye’nin aydın sayılabilecek ve yönetime tesiri olan her grup ve kişiyi kastediyorum. Elit odur.
Altan: Bir anlamda 1950 onlara karşı kazanılmış bir zafer değil mi?
Demirel: Devlete karşı, onların yönettiği devlete karşı kazanılmış bir zaferdi..Onların elinden devleti alma hareketidir. 1960, halkın elinden devleti alma hareketidir.[18]
8-9 MART’TAN 12 MART’A..DARBE İÇİNDE DARBE.. DEMİREL VE SOL..
“BEN MASUM MUYDUM, YOKSA ‘EMPERYALİZMİN ALETİ’Mİ?..DEMİREL, BENİM KİTABI DARBE KOMİSYONUNA TAVSİYE ETMİŞ”!-Hasan Cemal, 16.6.2012-Milliyet Gazetesi
“Biz Demirel’i darbeyle iktidardan düşürelim derken, Demirel’le birlikte bizi de devirmişlerdi. Kim devirmişti? Amerikan emperyalizmi mi? Büyük paşalar mı? İkisi birlikte mi?
Demirel, benim ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’ adını taşıyan kitabımı darbeleri araştıran Meclis komisyonu üyelerine tavsiye etmiş, kendisini 1971’de başbakanlıktan deviren 12 Mart darbesini ya da ‘muhtırası’nı daha iyi anlayabilsinler diye...
Ne kadar uzun bir cümle! Haklısınız. Bazen böyle olur. Başlarsın yazmaya ucu bağlanmaz cümlenin, uzayıp gider cümle. Neyse...Ama Sayın Demirel’in tavsiye ettiği benim bukitap,Türkiye’de darbeleri ve asker-siyaset ilişkilerini anlamak için işe yarayabilir.
1960’ların sonunda benim inandığım, içinde ufak tefek roller aldığım, Devrim dergisinin etrafında toplanmış siyasal hareket özünde cuntacıydı.‘Baasçı’ydı. Askeri kışkırtıp, darbe yaptırıp Türkiye’de devrim yolunu açabileceğimizi sanıyorduk. Devrimci gençler de vardı çevremizde. “Siz şu darbeyi yapın, sonra sıra bizim devrime gelecek” derlerdi alaylı bir dille.Kimileri eklerdi:“Önce burjuva devrimi, sonra asıl devrim!”
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023