Nejat ERDİM

Bağımsız Kürdistan ve Türkiye
3.07.2014
1853

 Ortadoğu coğrafyası son üç yılda akla, hayale gelmeyecek bir hızla değişiyor.

Arap baharı ile fitili ateşlenen özgürlük meşalesi(!) kadim diktatörlükleri bir bir alaşağı ederken, bölgesel dengeler o oranda değişime uğramaktan kendini kurtaramadı.

 Özellikle Arap coğrafyasında baş gösteren “halk ayaklanmaları” sadece rejimler üzerinde değil, sınırlar ve haritalar üzerinde yeni yeni dizaynların yapılması noktasındaki zorunluluğu beraberinde getirdi.

1.Dünya savaşı sonrası Emperyal güçlerin ve özellikle İngiliz ve Fransızların 16 Mayıs 1916 tarihinde Syeks-Picot anlaşması ile kendi aralarında gizlice mutabakata vardıkları ve bugünkü sınırlarını çizdikleri Ortadoğu coğrafyası gerek etnik ve gerekse mezhepsel anlamda paramparça edilerek tam yüz yıldır bölge adeta ateşin içine atılmış durumda.

Bu ateşin içinde kuşku yok ki en çok canı yanan ve en çok bu anlamda acı çeken Kürtler oldu.

Yaşadıkları ve sahip oldukları topraklar dört ayrı ülkenin sınırları içinde pay edilen ve bu dört ülke tarafından sistematik olarak defalarca katliam ve kırımlara maruz kalan bu halk bugün bölgede yaşanan gelişmelere paralel olarak bir çıkış noktası, gasp edilen haklarını alma noktasında bir fırsatın eşiğinden geçmek üzere.

Geçmişte Kürtler için Dersim’in acısı ne ise kuşku yok ki Halepçe ve Roboski’nin acısı da aynıdır; zira geçmişte yaşanan bu acıların temelinde hep “etnik” temelli dayatmaların izini bulmak hiçte güç değil.

Suriye’de yaşanan iç savaştan dolayı on yıllardır varlıkları dahi inkar edilen Kürtler, bugün elde ettikleri kazanımlar ve oluşturdukları kantonlarda kurdukları demokratik sistemle Suriye’nin ve tüm Suriyelilerin gıpta ile baktıkları tek bölge, aynı şekilde Irak’ta 1990’lı yılların başından beri yaşanan kaos ve çatışma ortamından bugün kendilerini soyutlamayı başaran ve ülkenin kuzeyinde Kürdistan’da vücut bulan sistem adeta bir çölün ortasındaki “vaha” gibi kendini gösteriyor.

Son zamanlarda Irak’ta yaşanan çatışmalar ve bu noktada ülkenin hızlı bir şekilde üç ayrı etnik ve mezhepsel bölgeye bölünmeye doğru sürüklendiği bir dönemde Barzani’nin “Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı” noktasında dile getirdikleri aslında bunun artık bir zorunluluk haline geldiğini çok açık bir şekilde önümüze koyuyor.

Bağımsız Kürdistan, özellikle Ankara için dün adeta bir “tabu” iken bugün hem bölge ve hem Türkiye ve hem de Kürtlerin selameti açısından olması gereken bir gereksinim olarak karşımıza çıkıyor.

Kendi Kürtleri ile barış içinde olmaya yönelen Ankara, içindeki kuşku ve tedirginliği bir yana bırakıp hemen sınırında filizlenen bu yeni ülke ile hem ticari ve hem de insani anlamda sıcak ve samimi ilişkiler içine girerek bu gerilimli coğrafyanın kazananı olmayı tercih etmelidir.

Son zamanlarda Erbil-Ankara hattında yaşanan gelişmeler ve uzun vadeler için imzalanan anlaşmalar özellikle Kürt petrolünün Dünya pazarına sunulmasında Ankara’nın inisiyatif alması cesurca ve oldukça kazançlı bir hamledir diye düşünüyorum.

Amerika ve Avrupa’nın iki başkent arasındaki bu protokolden ve birliktelikten ürkmeleri hiç şüphe yok ki Kürtler ve Türkler adına sevindirici ve yapıcı gelişmelerin habercisidir.

Kaderin garip cilvesi ki 1916’da Orta doğu coğrafyasını kendi aralarında pay eden emperyalistlere karşı 2016’ya 2 kala bugün Kürtler ve Türkler arasında; iki kadim halkın geleceği için güç birliğine doğru hamleler yapılması oldukça kıymetli ve anlamlıdır.

 

Özetle bağımsız Kürdistan, Türkiye için bir kâbus değil, bir yeni ve ışıltılı başlangıcın habercisidir diye düşünmek lazım.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar