Serdar KAYA
1. “Eski Türkiye”nin partileri, 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne ortak bir aday ile girmeyi tercih ettiler. Muhafazakâr yönüyle öne çıkan bu aday, (en azından ilk bakışta) CHP’nin genel çizgisi ile bir parça uyumsuzdu. CHP seçmeni, bu adayı çok fazla içine sindiremedi. Neticede kimi CHP’liler ilgili adayı kerhen desteklerken, kimi diğerleri hiç desteklemedi. Hem CHP’liler hem de diğerleri arasındaki yaygın yorumlar, muhafazakâr aday seçiminin AKP’yi yenme adına bir strateji (ve hatta bir çaresizlik) olduğu yönünde oldu.
2. Kimi seçim stratejileri vardır ki, strateji oldukları anlaşıldığı ölçüde etkisizleşirler. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermek de bu türden, baştan ölü doğan bir stratejiydi. Zira, insanlara, “Sen bize normalde oy vermezsin, biliyoruz, ama bu amcayı seversin diye düşündük” demeniz durumunda ikna edici olabilmeniz zor olur. Böyle bir tavır sergilerseniz, insanlar, kendilerini kandırmaya çalıştığınızı fark ederek sizden uzaklaşırlar.
3. İnsanları aptal yerine koymak, onları yeterince tanımıyor olmaktan ileri geliyor da olabilir. Bu nokta önemsiz değil. Zira ilgili kişiler sizin zannettiğiniz kadar aptal değilllerse, onlarla ilgili planlarınızın başarılı olması mümkün olmaz. CHP özelinde belki şunu da belirtmek gerekli: Kendisini çok zeki bulan ve sürekli başka insanların aptallıklarını vurgulayan kimselerden, aptal gördükleri kişileri yönlendirmekte daha mahir olmaları beklenir. Bu konuda defalarca başarısız olmuşsanız, ya ilgili kişiler zannettiğiniz kadar aptal değildir ya da siz zannettiğiniz kadar zeki değilsinizdir. (Tabii bu ikisinin aynı anda doğru olması da mümkün.)
4. Zekâ demişken bir küçük detayı da atlamamak gerekli: Herhalde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçim kampanyasından geriye kalan en unutulmaz öğe, “Ekmek için Ekmeleddin” sloganı olacak. Bu slogan acaba kim(ler)in fikriydi?
5. “Çatı adayı” Ekmeleddin İhsanoğlu’nu pek çok yönü itibariyle Yaşar Nuri Öztürk’e benzetmek mümkün. Ama hatırlamak gerekli ki, CHP’nin geçmiş yıllardaki Yaşar Nuri Öztürk deneyimi, pek çok partilinin onun Atatürkçü-İslam anlayışını dahi kabullenemeyecek kadar laikçi olduğunu göstermişti. Pek tanınmayan bir ilahiyatçının aday gösterilmesi ise, sadece Öztürk’e yönelik tepkilerin benzerlerini yeniden harekete geçirmekle kalmadı; CHP seçmenlerinin ilgili aday ile partileri arasında zihinlerinde net bir bağlantı kurabilmelerini de zorlaştırdı. Hatta, pek çok CHP’li enteresan bir algıda seçicilik örneği sergileyerek Ekmeleddin İhsanoğlu’nun soyadını “İslamoğlu” olaraktelaffuz etti. Halbuki, ortada sadece Yaşar Nuri Öztürk’ün medyatik olmayan bir versiyonu vardı.
6. CHP’nin aday seçiminin dışavurduğu bir diğer gerçek ise, parti yöneticilerinin yaşanan onca gelişmeye rağmen (yeni) dindar ile (eski) milliyetçi-muhafazakâr kimlikleri zihinlerinde halen ayrıştıramamış oldukları. Seçim sonuçları, AKP tabanının bu konuda çok daha bilinçli olduğunu ima ediyor – ki bu gayet doğal, zira ilgili değişimi yaşayanlar bu kitle içinde yer alıyor.
7. Tabii ortada bir yeni bir de eski Türkiye yok. Yeni Türkiye (tıpkı eskisi gibi) birden fazla blok ve katmandan oluşuyor. Kürtler, yeni Türkiye’nin ikinci büyük bloku. Buradan hareketle, eski Türkiye’nin bu seçimde aldığı oyun yüzde 40′ın altında olduğu söylenebilir. (Tabii bunlar ancak kabaca bir fikir verebilecek olan rakamlar.)
8. Bu seçimde en çaresiz vaziyette olanlar herhalde yine Kemalistlerdi. Zira, nisbeten yenilikçi bir muhafazakâr, statükocu bir muhafazakâr ve Kürt hareketinden gelen bir lider arasında bir tercihte bulunmak durumunda kaldılar. Müslüman ve Kürt kimliklerine yönelik alerjiyle şekillenmiş bir siyasi pozisyon için bunun pek de hoş bir tecrübe sayılamayacağı muhakkak. Yazdıklarına ve söylediklerine bakılırsa, Kemalistler, en az alerji duydukları kimliğe/adaya yönelme eğiliminde oldular. Kürtlerden daha az nefret edenler Selahattin Demirtaş’a, dindarlardan daha az nefret edenler ise, Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy verdiler. Bazıları ise nefretlerini tartmakta zorlandıklarından bu konuda kararsız kaldı…
9. Bu seçim sürecinde de yine pek çok desteksiz şaibe ortaya atıldı. İlk olarak, yurtdışından gelen oylardan sorumlu kişinin AKP’ye yakın olduğu ve dolayısıyla seçime hile karıştırılacağı söylendi. Ne var ki, sonuçlar, yurtdışındaki çoğu merkezdeki oyların (muhtemelen Cemaat’in de etkisiyle) daha çok Ekmeleddin İhsanoğlu’na verildiğiniortaya koydu. Daha da önemlisi, bu iddiaları ortaya atanlar ve yayanlar, yurtdışında kullanılan oyların seçimin sonucunu etkileme ihtimalinin çok düşük olduğunu dikkate almadılar. Bu şekilde bir kez daha görmüş olduk ki, Türkiye’de bir iddianın ortaya atılması için makul olması gerekmiyor. Karşıtları yermesi ya da zan altında bırakması yeterli.
10. Seçimden önce, AKP’lileri kast ederek, “Bunların istisnasız hepsi sandığa gidiyor” diyenler de oldu. Bu denli kesin ve kategorik konuşabilmek, bir yönüyle bilgi kavramına yabancılığın, bir yönüyle de AKP’lileri robotlaşmış, ahmak kimseler olarak algılamaktan kurtulamamanın bir sonucu olsa gerek. Dünya üzerinde istisnasız olarak tamamı sandığa giden takriben yirmi milyonluk bir kitle var mıdır? Böyle bir şey bir kez olsun yaşanmış olabilir mi?
11. Bu gibi sözler sarf edenlerin (hangi siyasi görüşten olursa olsunlar) cahil kimseler oldukları söylenebilir. Ama CHP’lilerin profesörlerinin sözleri de çok iç açıcı sayılmaz. Örneğin, Koray Çalışkan, katıldığı bir canlı yayında, oy kullanmayanlar üzerinden bir hesap yaptı ve seçmenlerin aslında sadece üçte birinin Erdoğan’a oy verdiği sonucuna vardı. Yani Recep Tayyip Erdoğan’ın aslında seçimleri kazanmadığı yönünde argüman üretme geleneği, bu seçimden sonra da sürmüş oldu… Çalışkan, bu argümanını dile getirirken, oy kullanmayanların siyasi tercihlerinin dağılımı konusunda herhangi bir veriye atıfta bulunma ihtiyacı hissetmedi. Oy kullanmamayı neden bilinçli bir siyasi tavır olarak yorumlamamız gerektiğini ya da bu bilinçli tavrın neden adaylardan sadece birinin meşruiyetini azalttığını açıklama ihtiyacı da hissetmedi. Kimi seçmenler kendilerince nedenlerle bilinçli bir boykot tavrı geliştirmiş olsalar dahi, oy kullanmayanların tamamının ya da ezici çoğunluğunun bu kategoriye dahil olduklarını nasıl varsayabileceğimizi de söylemedi. Zaten Çalışkan bu şekilde açıklamalar yaptıktan kısa bir süre sonra Ekmeleddin İhsanoğlu’nun en yüksek oy oranlarına sahip olduğu kıyı şehirlerinin, aynı zamanda katılım oranlarının da en yüksek olduğu yerler durumunda olduğu ortaya çıktı. Tek başına bu veri dahi, geriye söylenecek pek bir şey bırakmıyor. Ama şu noktanın artık anlaşılması lazım: Bazı seçmenler bir lideri meşru görmüyor ve seçilmemesini istiyorlarsa, yapmaları gereken şey sandığa gitmemenin tam tersidir. (Bu basit şeyi söylemek dahi insan zekâsına hakaret aslında. Ama böyle yorumlar karşısında ortada başka çare kalmıyor.)
12. Koray Çalışkan, Recep Tayyip Erdoğan’ın bu seçimde başarılı bir sonuç elde edemediğini de söyledi. Hayatı boyunca girdiği bütün seçimlerden zaferle çıkan bir siyasi liderden söz ediyoruz. Bu kişi, bir siyasi partinin başkanı olarak oy oranını sürekli artırmasının ardından, ülkenin ilk cumhurbaşkanlığı seçimini de ilk turda kazandı. Bu gerçekler, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde belki daha çok uzun bir süre benzeri görülmeyecek derecede başarılı bir siyasi kariyere karşılık geliyor. Yine de hiç kimse elbette Erdoğan’ı başarılı bulmak zorunda değil. Ama insan merak ediyor: Acaba Erdoğan’ın bazı insanlar tarafından başarılı sayılabilmesi için daha neler yapması gerekiyordu?
13. Seçimin ardından yapılan hazin değerlendirmelerin bir diğeri de, Cemaat’e yakın olan bazı insanlardan geldi. Bu kişiler, bir ülkede demokrasinin seviyesini halkın belirlediğini, Türkiye’de halkın seviyesinin düşük olduğunu, dolayısıyla demokrasinin de makul sonuçlar ortaya çıkarmadığını söylediler. Peki bu sözler ne mana ifade ediyor? Aslında bir halkın seviyesi, o ülkede sadece demokrasinin değil, her şeyin seviyesini belirler. Yani bu genel bir kural. Ama bu kuraldan hareketle sadece AKP’lileri eleştirmek ya da genel olarak seçim sonuçlarının makul olmadığı sonucuna varmak pek mümkün değil. Kaldı ki, bu tür sözleri düne kadar daha çok Kemalistler söylüyorlardı (ve doğrusu bunları daha ziyade kendileri söyleyip kendileri dinliyorlardı). Bunları hatırlamakta ve biraz daha dikkatli konuşmakta fayda var.
14. Recep Tayyip Erdoğan son dönemde (muhtemelen malum gelişmeler nedeniyle kendisini tehdit altında hissettiği için) sert bir üslup edindi ve kimi otoriter adımlar attı. Bu tavrı, kendisine kategorik bir karşıtlığı bulunmayan insanları dahi tedirgin etti. Bu insanlar, seçimden önce, “Aslında Erdoğan’ın kazanmasını istiyorum, ama açık ara ile kazanmasını ve bunu son dönemdeki tavrının halk tarafından onaylandığı şeklinde yorumlamasını istemiyorum” deme noktasına geldiler. Yani, son dönemdeki gelişmeler daha farklı olsaydı, Erdoğan bu seçimde çok daha büyük bir zafer de elde edebilirdi. Ama daha da önemlisi şu ki, bu tedirginlik temelsiz değil. Çok sayıda insan, yetki sahibi insanların bu denli sert ve eleştiri kabul etmez tavırlarını rahatsız edici buluyor. Bu gayet anlaşılabilir bir rahatsızlık ve buna saygı duymak gerekli. Bundan sonrası için, hem siyasetin tansiyonunun düşmesi, hem de AKP’nin başarısının sürdürülebilirliği, biraz da bu endişelerin giderilmesi ile mümkün.
15. Sertliğin siyasetin normal üslubu haline gelmesi epey problemli. Ancak, şunu da unutmamak gerekli ki, Erdoğan’ın sertliğinin halen prim yapıyor olması nedensiz değil. “Erdoğan çok sertleşti” demek tek başına doğru bir tespit olsa da, bu tespit, seçmenin bu tavrı neden cezalandırmadığı sorusunu cevaplandırmıyor. Hatta, Erdoğan’ın sertliğini Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi değişim sürecinde gerekli görenler de hiç az değil. Zira, insanlar artık (sözgelimi) küstah bir yargı mensubunun kamera önünde ülkenin başbakanına ve cumhurbaşkanına bir saat boyunca fırça atmasını sineye çekmek istemiyorlar – ki bu noktada haksız da değiller. Dolayısıyla, bazı şeylerin normale dönmesi için eski Türkiye’ye özgü bazı demokrasi dışı tepkilerin ortadan kalkması gerekli. (Ama tabii bu tepkilerin yerini yeni türden bazı demokrasi dışı uygulamaların anlamaması da önemli.)
16. Erdoğan, seçim zaferinin ardından olumlu ve kuşatıcı bir balkon konuşması da yaptı. Seçim öncesindeki sertliği gibi, bu konuşmanın kuşatıcılığı da sürpriz değildi. Bir örnekle izah etmeye çalışayım: ABD’deki başkanlık ön seçimlerinde aday adayları birbirleriyle rekabet halinde iken son derece aşırı uçlarda yorumlar yaparlar. Cumhuriyetçi aday adayları daha da sağcı, Demokrat aday adayları ise daha da solcu olur. Zira, ön seçimlerde oy kullanan partililer, daha ziyade partinin aktivist kesimindeki insanlardan oluşur ve bu kimselerin siyasi duruşları çok daha güçlüdür. Bu şekilde birbirleriyle yarışan liderler, adaylığı elde ettikten sonra ise söylemlerini derhal değiştirerek sağ ve sol uçlardan hızla merkeze doğru gelirler. Zira ABD iki partili sistemin hâkim olduğu bir ülkedir ve adayların mümkün olduğunca herkesin oyunu alabilmek için sivri söylemlerden kaçınmaları ve herkese hitap etmeleri gerekir. Erdoğan da gündeme göre söylemini değiştiren pragmatik bir lider. Peki bu tavır eleştirilmeye müsait mi? Elbette öyle. Ama şu da doğru ki, AKP’nin tabanı gibi lideri de kendisine hakaret edenlerden daha zeki ve rasyonel.
17. Son olarak, Erdoğan’ın bugüne dek hep çok şanslı olageldiğini de belirtmek gerekli. Hayatındaki her kritik dönemde, hep işine yarayaracak ve olayların seyrini onun lehine değiştirecek gelişmeler yaşandı. Bir de Ekmeleddin İhsanoğlu’nu düşünün. İhsanoğlu, İsrail ve Filistin arasındaki çatışmada Türkiye’nin tarafsız kalması gerektiğini söyleyen (ya da öyle anlaşılmaya çok müsait olan) sözler sarf etti. Onun bu sözlerinin ardından, Gazze’de yeniden bir savaş patladı ve İsrail’e yönelik öfke yeniden doruğa çıktı!.. “Bu son derece ciddi bir şanssızlık örneğidir” denebilir. Öyledir de. Ama bazısına bazı şeyler müstehaktır; acınmaz.
18. Her şey bir yana, Türkiye’nin son yedi sene içinde aldığı mesafe her yönüyle hayranlık uyandırıcı. Nereden nereye…
Yazarlar
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2019
17.06.2018
6.04.2015
23.03.2015
16.03.2015
20.01.2015
15.01.2015
17.11.2014
1.10.2014
12.08.2014