Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
İnsan yerine konmak
31.05.2012
2535

 Hiç hesapta yokken, bir de kürtaj tartışması başladı.

Birden, tıpkı deprem, strateji ve günün moda konusu her neyse, onun uzmanı oluverdiğimiz gibi kadın doğum doktorları olmuş sanıverdik kendimizi. Konuyla çok ilgisi varmış gibi, yeni doğmuş bebekler, hamile kadınlar ve ultrason görüntüleri eşliğinde, hamileliğin ve kürtajın tıbbi detaylarını tartıştık.

Oysa daha bir hafta önce, böyle bir konu yoktu gündemde.

Olabilirdi, ama Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarına gerek olmadan, konu farklı şekilde gündeme gelebilirdi. Mesela satır arasında, bir programa katılan jinekolog, zaten üç dört yıldır kürtaj konusunda yapılan düzenlemeler, yapılan kısıtlayıcı uygulamalar nedeniyle, sıkıntı yaşandığını, doktorların konuyla ilgili kılı kırk yardığını, “ya başım belaya girerse” korkusu içinde olduğunu dile getirdi.

Televizyonda, “kürtaj” lafını söyleyemeyip “ay Kürşat” şeklinde dilleri virajları alamayan yorumcular, medya olarak karşımızda gördüğümüz üçüncü sınıf müsamere, hiç bu kadar acıklı, trajik ve bayağı gözükmemişti gözüme...

Türkiye’de insanlar birtakım sıkıntıları zaten yaşıyorlar; onların doktor, kadın, erkek, insan olarak yaşadıklarını, bunları bilmiyor, duymuyoruz çünkü, gerçek yaşam hikâyeleri, oldukları gibi haberleştirilmiyor.

Neden, 1983’te kürtaj konusunda göreceli özgürlük getiren bir yasal düzenlemeye gerek duyuldu. İnsanlar neler yaşadılar da, böyle bir sorun, hiç de özgür ve liberal sayılamayacak, son derece muhafazakâr ve darbeden yeni başını kaldıran bir ülkede gündeme geldi?

Tartışmalar, kürtajın kendisi, ne olduğu, “meşruluğu” hakkında değil, “haklar” üzerine olmalıydı.

En başa gidelim; “hak” nedir? Ben böyle düşünüyorum, sen öyle düşünüyorsun; farklı yerlerdeyiz, birbirimizi aynı düşünmeye ve hareket etmeye zorlamadan, farklarımızı koruyarak nasıl aynı ortamda yaşayabiliriz? Devleti hayatından mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışanlar bile eninde sonunda, devlet kapısından geçmek zorunda.

Bu durumda, insanın kendiyle ilgili alınan kararlarda söz sahibi olma hakkı var.

Kürtaj konusuyla ilgili tartışmalarda, sık sık Amerika’ya da bir şekilde atıfta bulunuyor. Oysa, Amerika ile Türkiye’nin hiçbir benzer yanı yok. ABD’nin, kendi kaprisleri nedeniyle dünyayı yakıp yıkan liderleri oldu ama üç dört gün içinde, hiç bahsi okunmayan, tartışma mevzuu olarak gündemde lafı edilmeyen bir konu, sadece liderin aklına esti diye, ortaya atılıp, onun istekleri doğrultusunda kanunlaşmadı.

Dünya’da insan hakları anlayışında sürekli bir arayış var. Mesela Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu’nun (UNDP) raporlarında yer alan, “insan onuru için hayati seçimlerin arttırılmasını” da bir hak olarak gören anlayışı ele alalım.

Türkiye’de haklar, onurlu yaşamayı mümkün kılacak, bireyin, insanın özgürlüğünü arttıracak biçimde kapsamını arttırmıyor. Tersine, giderek insani bakış açısı, yaklaşım, “onurlu yaşam” kavramı irtifa kaybediyor.

Uludere olayı da aslında, sadece Kürtler için değil, insanca yaşamayı ve başkalarının da insanca yaşamasını dert edinen, bunu bir vicdani sorun olarak kendisine mesele yapan herkes için bir kırılma noktasıydı.

Uludere meselesinin kendisine dönersek, daha önceki gün verilen bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararındaki yaklaşım aslında herşeyi açıklıyor.

29 Mayıs 2012 tarihli Damayev v Russia (No. 36150/04) kararında AİHM, Rusya’yı, 300 bin avro tazminata mahkûm ediyor.

Dava şöyle ortaya çıkmış; Nisan 2004’te Rigaköy adlı köy bombalanıyor Çeçenistan’da. Davacı İmar Ali Mutaliyeviç Damayev’in beş çocuğu ve karısı hava saldırısında öldürülüyor. European Human Rights Advocacy Centre (Avrupa İnsan Hakları Savunma Merkezi- EHRAC), (Londra Metropolitan Üniversitesi bünyesinde yer alan) ve Rusya’dan hak örgütü Memorial HRC davayı takip ediyor. (Memorial, Rusya’da öldürülen avukatların örgütü).

Damayev’e “Senin ailen, başka tür bir patlamada öldü, burası bombalanmadı” diyorlar. Uçaktan atılan, bombanın da sadece bir parçası bulunabiliyor.

Dava, AİHM’e, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, “Yaşam hakkı”(2. Madde)”, “İnsanlık dışı muamele, işkence” (3. Madde), ““Etkili başvuru hakkı” (13. Madde) ve mülkiyet hakkını düzenleyen 1. Protokol’ün 1. Maddesi’nin ihlalinden açılıyor.

Rusya hükümetinin savunmasında, aynı Başbakan Erdoğan’ın Uludere ile ilgili dediği gibi, “orada halk yaşamıyordu” gibi yaklaşım var. “Evini kaydettirmemişsin, biz orada insan yaşıyor mu nereden bilelim. Zaten biz evi bombalamadık, evde de, zaten senin kendi bombaların patlamış” gibi, Çeçen Damayev’i potansiyel teröristlikle suçlayan bir anlayış sözkonusu.

AİHM ise kararında, Damayev’i “insan” yerine koyan bir yaklaşım getiriyor; “Mantıklı hiçbir insan, beş çocuğun olduğu yerde, evde bomba tutmaz, bu patlama da bu nedenle evde olan silahlardan kaynaklanmış olamaz, üstelikte evin yakını bombalanmış aynı gün, Rusya devleti inandırıcı bir savunma yapmıyor” şeklinde özetlenebilecek bir yargısal mantık kuruyor.

Rusya’nın, Çeçenlere yönelik, “Sen potansiyel teröristsin; evinde bomba vardır, patlamıştır; zaten o bölgede ‘insan’ yaşamıyor” bakışına karşılık; AİHM, mağdura insan gibi yaklaşıyor, karar alırken ondan yana hareket ediyor. “Çocukların olduğu yerde, baba neden patlayıcı saklasın” diyor.

Mesele de bu herhalde.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar