Taner AKÇAM
Başlık provokatif, provokatif olduğu kadar da gerçeklikten uzak, gelebilir. İki temel nedenden dolayı; birincisi bu iki ülke bugün, deyim yerindeyse kedi-köpek gibiler. İkincisi, her ikisi de kendi bünyelerinde büyük sorunlara sahipler. Türkiye’de, bünyesindeki Kürt nüfusun temel hakları başta olmak üzere, sosyal haklar ve demokrasi ile ilgili sorunlarını çözmekten oldukça uzak bir tek adam rejimi var. İsrail’deki rejim giderek daha çok Güney Afrika’ya benzemekte. Bu nedenle, bırakın bu iki ülkenin Orta Doğu’da sorun çözeceklerini ileri sürmek, sorunları yaratan iki güç olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Öyleyse niçin bu başlık ve öneri?
Bunun ana nedenlerinden birisi, aşağıda tartışacağım gibi, devletlerin kendi iç demokrasi sorunları ile birbirleriyle ilişkilerini yani uluslararası ilişkileri iki farklı olgu olarak ele alıyor olmamdır. Uluslararası ilişkilerde, rejimlerinin karakterleri ne olursa olsun, devletlerin esas olarak aynı mantıkla hareket ettikleri ve “iyi devlet”, “kötü devlet” ayırımının fazla gerçekçi olmadığı tezine inananlardanım.[2]
Ana sorum ne?
Ana sorum, Orta Doğu’da barış ve istikrarın nasıl sağlanacağıdır? “Olmayacak duaya âmin demek” gibi olacaksa da cevap aramakta fayda var. Bölge hakkında sıradan bir bilgi ile, bölgenin ana problemlerini üç eksen üzerinden tanımlayabiliriz. Birincisi, bölgede Arap (İran’ı da ekleyebiliriz) otoriter rejimlerin varlığı ve bu rejimlerin insanlarını baskı altında tutmaları; ikincisi, iki büyük ulus, Filistinliler ve Kürtlerin özgürlüklerini garanti altına alacak bir ulus devletten yoksun olmaları (İsrail ve Türkiye devletlerinin mevcut yapıları, bu iki ulusun temel ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzaktır); ve Üçüncüsü büyük devletler (ABD, Avrupa ve Rusya) bölgeye sürekli olarak müdahale etmeleri.
Sonuç: Orta Doğu tam bir yangın yeridir. Belki hep böyleydi. Durumu iyice karmaşık hale getiren yeni bir faktör daha var: bölgedeki Soğuk Savaş Dengeleri, küresel dengelerin alt üst oluşunun bir parçası olarak tümüyle dağıldılar. Hatta bölgesel dengelerin bozulması küresel dengelerin bozulmasının bir sonucu değil, onu da etkileyen bir faktördür, bile diyebiliriz.
Dünyadaki genel olarak gözlenen şu: Soğuk Savaş 1990’da sona ermişti ama “soğuk savaş sonrası düzen” arayışları yeni başlamış (veya hızlanmış) görünüyor. Gecikmenin önemli bir nedeni, Sovyetlerin dağılması sonucu Rusya’nın aşırı zayıflaması idi. Başta ABD ve NATO bunu bir fırsat olarak değerlendirip, “liberal düzen” sloganı ile Rusya’yı kuşatan, açık yayılmacı bir siyaset izlediler. Oysa Rusya şimdi küllerinden uyanıyor. Çin yeni bir küresel kuvvet olarak doğuyor ve ABD’nin 1990 sonrası kurduğu tek başına dünya hegemonyası sistemi sona eriyor.
Yeni dünya düzeni arayışları, bölgesel savaşları da dışlamayacak biçimde hızla tırmanıyor. Sadece Orta Doğu’da değil, Avrupa’da da dengeler sarsılıyor. Bir nevi, 19’uncu yüzyıl geri gelmiş gibi. Büyük devletlerin “denge politikaları ve arayışları” her şeyi belirleyecek.
Bu büyük resim içinde, cevabını aradığım basit soru şu: nasıl olur da bölgede kısmi bir istikrar sağlanabilir, bölge devletleri ve insanlar barış ve istikrarı temin edilerek birlikte yaşayabilirler?
Soruya basit bir cevabım var: Orta Doğu’da barış ve istikrar ancak ve ancak bölgesel bir hegemonyanın tesis edilmesi ile mümkündür. Bu sağlanmadığı müddetçe barış ve istikrar sağlanmayacaktır. Orta Doğu’da savaşların en sınırlı olduğu ve kısmi istikrarın sağlandığı dönemler, bölgesel hegemonyanın tesis edildiği dönemlerdi. Osmanlı Devleti’nin bölgede kurduğu hegemonyanın sıkça bir örnek olarak verilmesinin bir nedeni de budur. Elbette böylesi bir bölgesel hegemonya, büyük devletler arası denge politikalarının sonucu da oluşabilir ama geleceği kendi dışındaki faktörlere bağlı olduğu için sürekli olmayacaktır.
Eğer bölgesel hegemonyanın tesis edilmesi ana önermem ise, hiçbir devletin tek başına bu hegemonyayı sağlama şansı ve gücü olmadığı ikinci önermem olacaktır. Bölgesel hegemonya ancak etkin bir koalisyon ile yaratılabilir. Siyaset, bu koalisyonun nasıl sağlanacağını merkezine almalı. Türkiye ve İsrail benim bölgesel hegemonyayı sağlayacak iki adayım. Şüphesiz bu öneriye yapılacak ilk itiraz, Türkiye-İsrail gerçekliğinin bu önermeye uygun olmadığı ve tezin maddi temellerden yoksun olduğudur.
O halde niçin böyle bir tez? Bu yazıda bunu tartışmaya çalışacağım. Ama yukardaki itiraza cevap vermek amacıyla hemen söyleyeyim ki, tezimin en kuvvetli tarafı onun şu andaki gerçeklikle fazla uyum içinde olması değildir. Biraz Milton Friedman’ın, eğer bir teori, “gerçekliği şiddetle yanlış tanımlayan varsayımlara dayanıyorsa iyi bir teoridir,”[3] sözlerinden cesaret aldığımı itiraf etmeliyim. Yani tezimin en önemli tarafı, onun şu anda gerçekleşme koşullarının var olup olmadığı değil, açıklayıcı gücünün kuvvetli olmasıdır (en azından benim ümidim bu). Ayrıca, diğer taraftan tezin ve oturduğu varsayımların “gerçekliğin şiddetle yanlış tanımlanması” üzerine oturduğu kanaatinde değilim.
Tezimi şöyle de formüle edebilirim: eğer bölgenin iki önemli gücü, Türkiye ve İsrail, bölgesel hegemonya sorununu bir koalisyon ile çözme doğrultusunda ortak hareket etmeleri gerektiğini kavramaz ve buna uygun davranmazlarsa (beni dinlemeyeceklerine göre), bölgesel hegemonya sağlanıncaya kadar bölgede savaşlar kaçınılmazdır. Çünkü bölgesel hegemonya yokluğu bölgemizdeki ana sorundur.
Bölgenin problem(ler)ini yeniden tanımlamak
Ana kalkış noktam, Orta Doğu’ya egemen yapısal bir problemin var olduğudur: bölgemizde “anarşik” bir ortam vardır; bir sorun ortaya çıktığında kapısı çalınacak tek bir üst otorite yoktur ve mevcut ulus devletler birbirleri ile yoğun bir hegemonya savaşı içindedirler. Ayrıca yine aynı devletlerin bünyesinde, farklı ulus-din-kültür grupları hak arayışı savaşları vermektedirler. Her bir kesim için, öteki ile çatışma merkezi bir öneme sahiptir ve gerek ulus devletler gerekse ulus-din-kültür toplulukları, kendi aralarındaki çatışma ve kavgalarda üstünlük sağlayabilmek için dış destek aramaktadırlar.
Dış müdahale ve/veya yardım arayışları, iç kavgaların çözümü için önemli bir araç olarak görülmektedir. Bu tür müdahale ve/veya yardımlar, bazen sorunları bir grup veya diğer grup lehine (daha çok da kuvvetli ulus devletler lehine) çözebilmektedir ama bu müdahaleler bölgesel çatışmalara ve sorunlara süreklilik kazandırmakta ve kronik bir yapısal sorun ortaya çıkmaktadır. Ana sorun, bu yapısal kısır döngünün nasıl kırılacağıdır.
Eğer yapısal sorunu yeniden tanımlarsam: bölgemizdeki savaşların ve istikrarsızlığın en önemli nedeni sürekli dış müdahaleler ve bu müdahaleleri olanaklı kılan bölgesel hegemonya savaşlarıdır. Her bir devlet ve/veya ulus-din-kültür grubu ötekisine karşı verdiği savaşta, dışardan yardımı esas alan bir siyasi anlayıştan vazgeçmedikleri müddetçe bölge dış müdahalelere açık halde kalmaya devam edecektir. Çözüm öncelikle ulus devletlerin bu siyaseti bırakabilmeleri ve kendi aralarında bölgesel bir hegemonya yaratabilmenin yollarını aramalarıdır. Ve hiçbir bölge devleti, bölgesel hegemonya sorununu bunu tek başına çözemez. Bölgesel hegemonya ancak bölgesel bir koalisyon ile çözülür.
Burada üç hususu daha eklemek isterim:
Birincisi, “dış güçlerden yardım aramak,” genellikle bölgenin ulus devletlerince, hak savaşı veren gruplara karşı sıkça gündeme getirilen yaygın bir suçlamadır. Oysa, bölgede istisnasız her ulus devlet de bu yola başvurmaktadır. Türkiye-NATO; İsrail-ABD; Suriye-Rusya ve 1960’larda Irak-Sovyetler Birliği zaten bilinen bazı beylik örneklerdir. Bölgemizdeki ana kültür, “dış müdahalelere” karşı çıkmak değildir, karşı çıkılan sadece müdahalenin kendi lehlerine yapılmıyor olmasıdır.
İkincisi, “dış müdahale” konusunda zihniyet değişikliği öncelikle ulus devletler tarafından gerçekleştirilmek zorundadır. Hak arayışı içinde olan gruplar ne sözü edilen kısır döngüyü ne de bölgedeki hegemonya savaşlarını değiştirebilecek askeri ve siyasi güce sahiptirler. Bu gruplar, belli dönemlerde aldıkları dış desteklerle etkili olma imkanlarını yakalasalar bile, bölge ulus devletlerini doğrudan karşılarına alarak ve onlara rağmen hedeflerine ulaşmaları çok zordur. Ana aktörler hala ulus devletlerdir.
Üçüncüsü, bölgeye ilişkin tüm tartışma ve çözüm önerilerinde, büyük devletler en önemli aktörler olarak düşünülmekte (elbette öyledirler) ve onların doğrudan dahil oldukları seçeneklerin neler olabileceği üzerinden bir tartışma yürütülmektedir. Büyük devletlerin bölgeden çekilmelerini merkezine almış siyasi önermeye çok fazla rastlanmamaktadır.
Bu yazının amacı, dış müdahaleleri etkisiz hale getirecek çözüm önerileri üzerine düşünmeye davet etmektir. Ana tez de bölgede hegemonya savaşlarına son verecek bölgesel bir koalisyonun sağlanması olmaktadır. Bu konuya daha ayrıntılı olarak değinmeden önce, bölge sorunlarının tanımlanması konusunda oldukça yaygın olan iki farklı anlayışa da değinmek isterim.
İki yanlış önerme
Özellikle Türkiye’de, niçin kalıcı istikrarın tesis edilmediği ve komşuları ile barış-istikrar içinde yaşamanın başarılamadığı sorusuna genellikle iki zıt cevap verilir. Birinci cevaba göre ana sorun “ülke içi” nedenlerden kaynaklanmaktadır. Kuvvetler ayrılığını esas almış bir hukuk devletinin yokluğu sadece ciddi demokrasi ve insan hakları sorunları ortaya çıkartmamakta, rüşvet, yolsuzluk başta olmak üzere büyük sosyal adaletsizlikler yaratan yağma-talan ekonomisinin oluşmasına yol açmaktadır. Türkiye’nin hem kendi içinde hem de bölgesinde huzur ve istikrarı temin etmesi ancak ve ancak demokrasi ve insan hakları ile ilgili siyasal sorunları ve sosyal adaletsizliklerle ilgili ekonomik sorunlarını çözmesi ile mümkündür, denir. Bu fikre göre, Türkiye’nin, “kendi mutfağından” kaynaklanan sorunları çözmesi, “evinin içini düzenlenmesi” bölgesel sorunların çözülmesinin de anahtarıdır.
İkinci uç, sorunun cevabını daha çok evin dışında, dış güçlerde arar. Buna göre, aslında Türkiye iç ve dış sorunlarını çözebilecek güçtedir. Ve kendi imkanlarıyla buna çok yakınlaştığı dönemler de olmaktadır ama dış güçler, Türkiye’nin kuvvetlenmesine asla müsaade etmemektedirler. Türkiye’yi ortadan kaldırmaya güçleri de yetmediği için de onun önünde sürekli sorun çıkartmakta ve kendi kendisiyle uğraşmasını, zayıflamasını sağlamaktadırlar. Soruya verilecek bu ikinci cevabı bir başka yerde, “ne öldürmek ne de ondurmak” siyaseti olarak tanımlamıştım.
İki yanlış cevap
Aslında bu iki cevap da gerçeklikten bir parçayı ele almakta ve kısmi doğruları dile getirmektedir. Ama kısmi doğruları dile getirdikleri için de yanlıştırlar. Her iki bakış da büyük ölçüde iç ve dış politikaların eşitlenmesi mantığına dayanıyor. Birinci uçta verilen cevabın ana hatası, içerde insan haklarına saygı duyan, demokratik bir sistemin kurulmasını bölgesel sorunların çözümünün de anahtarı olarak görmesidir. Bu bakış, çok açık ifade edilmemiş olsa bile, içerdeki sorunlarını çözmüş bir Türkiye’nin, kendisini bölgeye bir örnek olarak sunabileceğini ve/veya belki de bölgeyi dizayn edebileceğini varsayar. Oysa bu düşünce pek doğru değildir ve liberal bir yanılsamanın ürünüdür.
Türkiye’de demokrasinin kurum ve kurallarıyla işler olması, bölgede doğru bir politika izleneceğinin garantisi değildir ve olamaz da. Eğer öyle olsaydı, dünyanın demokrasi ile yönetilen ülkelerinin en doğru dış politikayı savunan ve yürüten ülkeler olmaları gerekirdi. Eldeki örneklerin gösterdiği gerçek şudur ki, demokrasi ile yönetilmek, doğru dış politika yürütmenin tılsımlı anahtarı değil. İç düzen ile dış politika arasında çizgisel bir doğru kurmak yanlış. İç ve dış politikaların iki ayrı gerçeklik olarak kurgulanması ve otoriter rejimlerin bazı durumlarda demokratik rejimlerden daha doğru dış politika yürütebileceklerinin kabul edilmesi gerekir.
Bu nedenle, Türkiye’de demokratik bir rejimin oturtulmasını bölgesel sorunların çözümünün esası olarak görmeyi, liberal bir yanılsama olarak tanımlamak taraftarıyım. Hatta bu sadece bir yanılsama değildir; bunun da ötesinde, açıkça ifade edilmiyor olsa bile, bölgeye yönelik, kendi demokrasisini oraya taşımayı merkezine alacak bir dış siyaset önermek tehlikesini de bağrında taşır ki böyle bir siyaseti “yayılmacı” olarak tanımlamak da çok yanlış olmaz. Tezimi daha açık formüle edebilirim: her kim ki, ülke yönetimine geldiğinde, “demokrasi ve insan haklarını korumayı ve ona göre davranmayı” dış politikasının esası yapacağını söylerse, yalan söylemiş olacaktır.
O halde birinci önermem, iç ve dış politika arasında fark olduğu ve bunların ayrı ayrı ele alınması gerektiği basit gerçeğidir. Dış politika, sadece demokrasi ve insan hakları gibi konuları değil, örneğin güvenlik, bölgesel enerji kaynaklarının kontrolü, egemenlik hakları ve devletler arası hegemonya yarışı vb. gibi başka sorunları da düşünmeyi zorunlu kılar. Ve eğer sadece “demokrasi ve insan hakları” eksenli bir dış politika geliştirilmek istenirse, bu hem diğer ülkelere demokrasiyi ihraç etmek isteyen “yayılmacı bir tehdit” anlamına da gelebilir hem de güvenlik, enerji ve kaynak kontrolü ve egemenlik hakları vb. gibi sorunların üstünü örten iki yüzlü bir tutumun ortaya çıkmasına yol açar. Aslında burada söylediklerim, Batı’nın Türkiye ile veya herhangi bir üçüncü dünya ülkesi ile ilişkilerinde gözlenen sıradan olgulardır.
Türkiye’nin sorunlarına ikinci uçta cevap verenler, yani meselesinin “mutfaktan” değil, esas olarak “dış kaynaklı” olduğunu düşünenlerin ileri sürdüğü fikirler de kısmi doğrular içermektedir ama eksik ve bu nedenle de yanlıştırlar. Ne küresel güçlerin ne de Orta Doğu’daki irili ufaklı devlet ve/veya grupların, bölgede tek bir devletin güçlenmesinden hoşlanmayacakları bir vakıadır. Bu nedenle de güçlenme potansiyeli taşıyan bir devletin, bölgede tek başına egemenlik kurmasının önüne geçilmek istenmesi son derece anlaşılabilir bir tutumdur. Hatta sorunu şöyle de formüle edebiliriz: Türkiye, özellikle 2000’lerle birlikte güçlendiği ve bölgede tek başına (elbette bazı desteklerle birlikte) hegemonya kurma hesapları yaptığı için de bölgesel sorunlar ortaya çıkmıştır.
Yanlış güvenlik anlayışı
Sorunu “dış kaynaklı” olarak tanımlayan bakışın görmek istemediği çok önemli bir diğer husus vardır: savunulan güvenlik stratejilerinin yanlıştır ve bu stratejiler ülkenin zayıflığına yol açmakta ve dış müdahalelere zemin hazırlamaktadır. Ülkenin ana sorunu “dış tehdit” olarak görüldüğü için, devletin egemenlik hakkı veya daha günlük deyişle, bölünme korkusu ve/veya devletin varlığını sürdürebilme endişesi her şeyin merkezine konmaktadır. “Dış tehdidi” bertaraf edebilecek yol ve yöntemler üzerine düşünülerek, buna uygun güvenlik stratejileri geliştirilmektedir.
Bu tür stratejilerin genelde, dış tehdidin içerde uzantıları olduğu varsayımına dayandığı ve temel haklardan mahrum bırakılan ulus, din, kültür gruplarının ve/veya ülke muhalefetinin “iç uzantılar” olarak görüldüğü, üzerinde fazlaca kalem oynatılmış bir husustur. Geliştirilen güvenlik siyasetleri de bu iç uzantıların ‘yaşam alanlarını’ daraltmayı ve hatta gerekirse ortadan kaldırmayı hedeflediği de bilinmektedir. Hak ve özgürlüklerin yasaklanması ve otoriter rejimlerin tesisi bu güvenlik anlayışının doğal sonucu olmaktadır.
Bu güvenlik anlayışı, bölgeyi dış müdahaleye açık hale sokan, yukarda sözü edilen yapısal sorunu yaratmakla kalmanın ötesinde Orta Doğu’nun kan ve zulüm deryası haline dönüşmesine de yol açmaktadır. Bünyesindeki farklı ulus-din gruplarını güvenlik tehdidi olarak gören bakışın gündeme getirdiği politikaların yarattığı yıkımlara bolca örnek vermek mümkündür. 19’uncu yüzyıl boyunca ve 20’inci yüzyıl başlarında başta Ermeni, Rum ve Süryani soykırımları olmak üzere Osmanlı Hristiyanlarının imhası ve Yahudi azınlıklara yönelik baskılar; Kürtlerin Irak, İran ve Türkiye’de yaşadıkları katliamlar; Filistinlilerin yaşadıkları ve/veya İran, Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan’da etnik-din gruplarına yönelik katliamlar verilebilecek örneklerdir.
Türkiye’nin tarihi bagajı
Yukardaki soruya farklı cevap veren her iki ucun da görmek istemediği veya unuttuğu üçüncü bir hususun üstünü çizmek isterim. O da Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğunun devamı olan bir devlet olarak kurulduğu ve sırtında Osmanlı tarihinin yükünü taşıdığıdır. İster demokratik ister otoriter bir rejim olsun, Türkiye kendi tarihi ile yüzleşmeyi başaramadığı müddetçe, bölgeye yönelik her attığı adımda, eski Osmanlı egemenliğini yeniden tesis etmek isteyen bir güç olarak telakki edilecektir.
Bölge devlet ve ulus-din-kültür gruplarının, Türkler ve Türkiye hakkındaki kanaatlerini değiştirecek herhangi bir adım atılmadığı müddetçe ve bu kesimlerin kanaatlerinin bölge politikalarını belirleyen önemli bir unsur olduğu görülmedikçe, Türkiye’nin bölge sorunlarının çözümüne katkı yapabilmesi çok zordur. “Katkı yapmak” ifadesini kullanmamın nedeni, Türkiye’nin bu adımları atacak olsa bile, bölgede istikrarın sağlanması konusunda tek başına çok şey yapma gücü olmadığına inanmamdır. Bölgesel koalisyon önerimin temeli de budur. Ayrıca, rejimlerin “iyi” (‘demokratik ve liberal’) bir karaktere sahip olmalarının uluslararası ilişkilerde doğru davranacakları konusunda bir garanti teşkil etmediklerini düşünmemdir.
Özetle, bölgeye ilişkin olası bir çözüm;
a) dış müdahalelere imkân sağlayan, diğer ulus devlet ve/veya bünyesindeki ulus-din-kültür gruplarını esas savaşılması gereken ötekisi olarak gören zihniyetin nasıl değişebileceği ile doğrudan ilgilidir;
b) demokratik olmuş veya olmamış, tek bir ulus devletin güçlenmesi ve/veya bölgede tek başına hegemonya kurmak istemesi çözüm değil, kaos getirir;
c) mevcut ulus devletlerin, birbirleriyle çatışmayı değil, bölgesel etkin koalisyon kurmayı ve bölgesel hegemonyayı bu koalisyonla sağlamayı esas almaları gerekir;
d) bu etkin koalisyon, ulus devletlerin bünyelerindeki ulus-din kültür gruplarını güvenlik tehdidi olarak görmelerine yol açan güvenlik stratejilerinin değiştirilmesine de olanak sağlayacak ve bölge ulus devletlerinin demokratikleşme süreçlerini kolaylaştırıcı bir rol oynayabilecektir.
Buraya kadar söylenenler, sözünü ettiğim kısır döngünün niçin ağırlıkla ve sadece Türkiye ve İsrail tarafından kırılabileceğinin arka plan bilgisi olarak kabul edilmelidir. İkinci bir yazıda, niçin bu iki ülkenin bölgesel etkin koalisyon kurmaya en yakın ve uygun iki ulus devlet olduğu ve bölgenin makus talihini kırabilecekleri konusunda bazı tezler ileri süreceğim.
[1] Bu yazıyı yayınlamadan önce, konuyu benden daha iyi bilen uzman akademisyen, gazeteci ve bazı dostlarımla paylaştım. Katılsalar ve/veya katılmasalar da çok değerli eleştiri ve önerilerde bulundular. Kendilerine teşekkür ederim.
[2] Uluslararası ilişkilerde “gerçekçi okulun” ana tezi budur. Daha fazla bilgi için: John J. Mearsheimer, The Tragedy of Great Power Politics (W. W. Norton & Company: New York, London, 2001)
[3] “Milton Friedman, Essays in Positive Economics (Chicago: University of Chicago Press, 1953), p. 14.
Aktaran, John J. Mearsheimer, a.ge. (s. 98, elektronik kitap olduğu için sayfa numarası değişebilir. Alıntı ikici bölümün başındadır.)
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
27.05.2025
24.03.2025
5.06.2023
1.04.2021
15.07.2020
2.05.2020
25.04.2020
22.04.2020
5.04.2020
28.01.2020