Tuncer KÖSEOĞLU

Tuncer KÖSEOĞLU
Tuncer KÖSEOĞLU
Serbestiyet.com Tüm Yazıları
‘Sarıkız’ın öyküsü…
4.10.2014
1955

 Önce sesler azalır sahillerde.

Dalgaların sesleri daha net duyulur kıyıdan insan sesleri azaldıkça.

Güneş şemsiyeleri kapatılır; şezlonglar azalır. Denize girme vaktinin en keyifli anlarını toplu göçe katılmayan birkaç yazlıkçı çıkarır. Onlar da göçüp gidecek bir süre sonra ve kendi doğasına dönecek sahiller.

İşte ben de Sarıkız’a denizin son demlerinde rastladım, bir sahil kasabasında. Şaşkın bir halde plajda koşturuyordu. Sahilde güneşlenen çocukların yanına gitti önce. Çocuklar onu okşayınca yüzünün şekli değişti. Kumlarda yuvarlandı. Sahil kenarında köpeğin koşturmasını izleyen bir adam “Bunlar suyu çok sever, ben bunu denize sokayım” dedi. Denize girdiler birlikte. Bir süre yıkadı onu adam. Sonra dışarı çıktılar. Bütün bedenini silkeledi. Sarı tüylerinden etrafa saçıldı suları. Sonra yine çocukların yanına gitti. Çocuklar sevdiler onu, onlar sevdikçe daha da mutlu oldu.

Sonra… Sonra kalkıp gitti çocuklar aileleriyle. Bir süre arkalarından baktı. Peşlerinden gitti…

Birlikte köşeyi döndüler. Daha bir 10 dakika geçmeden geri döndü. Bizim oturduğumuz masanın altına girdi. Masum yüzüyle bize baktı. Hüzünlüydü gözleri. Çay bahçesinde çalışan garson çocuk “Birkaç gündür burada. Sahipleri tek etmiş. Ne de güzel bir köpek. Nasıl kıydılar buna” diye sitemde bulundu. İşte böyle başladı Sarıkız’ın öyküsü…

İyice boşalan sahilde sahibini arayan Golden cinsi köpeğin adını etrafta kimse bilmediği için Sarıkız koydum. Belli ki yazın doğum yapmış memeleri hâlâ şiş.

Sarıkız sahil kasabalarında yaz sonu kaderine terk edilen köpeklerden biri sadece. Sokakta yaşamayı pek beceremediklerinden hayvanseverler bu terk edilen köpeklerle, kedilerle ilgilense de birçoğu bir sonraki yazı göremiyor. Sokağın kanunu başka çünkü…

Geride bıraktıkları bu hayvanlarla ilgili neler hissettiklerini tam olarak bilmesem de, şehirdeki hayatlara dönüşlerde arkada kalanların hayatları hiç de kolay olmuyor. Bulabilirlerse kışı geçirecek bir yuva, belki hayatta kalacaklar, ya bulamayanlar!

Oysa ne güzel başlıyor hikâye. Yazlığa gitmek için gün sayılır, hazırlıklar tamamlanır. Çocuklar kedi- köpek ister. Hem sahilde sabahları yürüyüş için en ideal eşlikçidir köpekler. Kışın yağ bağlayan bedenleri harekete geçirmek için güzel bir bahanedir yürümek. Üstüne bir de hava atarsın hayvanları seviyorum diye! Hem parasıyla değil mi? Gidersin bir petshopa, en cinsinden alırsın bir tane… Yazlığa götürülecek son eşya da tamamlanır böylece. Eşya diyorum, koca bir yaz geçirdiğin bir canlıyı, hele de sana bağlanmışsa “Şehirde bakamam” diyerek sokağa bırakmanın, kaderine terk etmenin başka bir izahı olamaz.

Hem seneye daha cinsini, daha güzelini alırsınız. Ne de olsa devir tüket at devri değil mi?

Geçen yaz bir tanıdığımın köpeğine baktım üç ay süreyle. Terk edilen Sarıkız gibi Golden cinsi bir köpekti o da. Reks’ti adı. Sahibi yeni tayin olduğu yere yerleşene kadar Apiça’daki köy evinin bahçesinde baktım misafirimize. Yeni evine alıştığı birkaç günlük süreden sonra Reks’le çok iyi dost olduk. Günlük ritüellerimiz oluştu birlikte. Her sabah erkenden kalkar dağa çıkardık. Reks bu süre zarfında yolda gördüğü her çamura yatar sırtını kaşırdı. En sevdiği şey o çamurlu haliyle üzerime atlamaktı ki nefret ederdim bundan. Birkaç saat süren dağ yürüyüşü bittikten sonra köyün içinden geçen derede yıkanır temizlenirdik. Benden önce girerdi dereye Reks. Şehirde işim olunca aceleyle işimi halledip köye dönerdim. Beklerdi beni yolun başında. Ben mi ona baktım o mu bana baktı hâlâ çözebilmiş değilim. Sanırım o bana baktı…

Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi Reks’le geçirdiğim güzel zamanlar da sona erdi. Sahibi bir sabah kamyonetle geldi. Kamyonetin kasasına koyduk onu tasmasından bağlayıp. O an bana bakışını unutamam. Ayrılığı hissetmişti Reks. İçime oturdu o bakış. Aracın kasasında giderken karşı yola geçmişti ki kamyonetten aşağı atladı Reks. Az kalsın boğuluyordu. Arkadaş yanına bindi. Atladı çünkü sınırı orasıydı. Oraya kadar gider geri dönerdi…

Bütün ayrılıklar acıdır, yaralar bırakır insanın içinde. Reks’le yaşadığım o ayrılık bir başka koydu bana…

Şehirler, koşturmaca insanı yoruyor, vahşileştiriyor. O vahşilik içinde evcil hayvanları sahiplenerek soluklanıyoruz belki. Son yıllarda evlerinde evcil hayvan besleyenlerin çoğalmasını kalabalıklar içinde yalnız kalmaya bağlıyorum çokça.

İyi güzel de onların bir eşya olmadığını en az bizler kadar hislerinin olduğunu bilmek kavramak gerek. İşin bittiğinde camii avlusuna bırakacağın bebek değil onlar. Kaldı ki camii avlusuna bırakılan bebeklerin sokağa bırakılan evcil hayvanlardan daha fazla yaşama şansı var. Hemcinsleri sahipleniyor bir şekilde.

Bir evcil hayvanı sahiplendiğinizde onunla bir ömür geçirebilme imkânınız, zamanınız ve sevginiz yoksa sahiplenmeyin. Paranıza da yazık, kendinize de… Ama en çok da sözde sevip sonra sokağa saldığınız derdini anlatamayan canlıya yazık…

Kısaca Sarıkızlara kıymayın efendiler.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar