Ümit KIVANÇ
Erkin Koray’ın meşhur şarkısının meşhur deyişi: “Bir cevap buldun mu sorulara?” Hayatımda “mesele”nin daha özlü ve okkalı dile getirilişine rastgelmedim. “Sorulara”! Böyle, mümkün en soyut ve belirsiz haliyle söylendiğinde nasıl da en belirli ve tanımlı hale geliyor. Geliyorlar. Sorular. Normal zamanda rastgele yüz kişi toplayıp, “Sırala bakayım şu ‘sorular’dan üçünü beşini,” deseniz, hepsininki aynı veya benzer çıkar.
Şimdi, normal olmayan zamanda, daha da kolay! Türkiye’de yaşayan ve olduğu kadarıyla hukuk ve kurumların berhava edilişine, zulmün gündelik hayatın en ücra köşelerine yayılışına, gelecek kuşakların elinden bir toplum olma ihtimalinin alınışına, cehaletin, hoyratlığın, saldırganlığın en yüce değerler haline getirilişine tanıklık edenlerin “sorular”dan ne anlayacağı herhalde açık. Zaten bir-iki aslî sorudan ötesini kimsenin sormaya ne niyeti vardır ne de merakı.
Lâkin dünyada okuryazar-düşünür insanlar harıl harıl “sorular”a cevap aramakla meşgûl. Soruların başında, “insanlar demokrasiden nasıl bu kadar kolay vazgeçti?” geliyor. Böyle sormak acaba doğru mu? Kavuşmuşlar mıydı ki terk etmiş olsunlar? Trump’ı seçen ortanın altı beyaz Amerikalı demokrasi ve hukukla nasıl bir temasa girmişti de hoşlanmadı, tiksindi? Soruyu Türkiye için de soramayız. Biz demokrasi ve sahici hukuku tatmadık. Bilmiyoruz. Demokrasi ve hukuk ihtimalini sevmiştik, o sevgi de pek saman alevi gibi ve çıkara bağlı imiş.
Yeni otokrasileri neyin yükselttiğini anlamak gerekiyor. Bu yeni siyaset ve rejim türünün temel karakteristik özelliği, şu ya da bu ölçüdeki seçmen çoğunluğunun desteğiyle iktidara gelmeleri, böyle bir desteğe dayanarak orada kalmaları. Çoğunluk eğilim ve karar değiştirirse, günün muktedirleri yeni otokratlar sözkonusu kitle desteğini yitirip seçimle devrilebilir hale gelirlerse ne olacak, henüz bilmiyoruz. (Resmî-yasal sonucu fiilen iptal edilen 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Türkiye’de devletin kurumsal yapısının altüst edilmesi, konjonktürel ve yerel hadise mi sayılmalı, global eğilime dair fikir verici mi kabul edilmeli, kesin hükme varmak henüz imkânsız.)
Bu iktidarların seçimle değiştirilebilir olup olmadıkları günün sorularından değil. Güncel sorular listesinin üst sıraları şöyle: Haklarını, özgürlüklerini ellerinden alan, sırtlarından zengin olan, kural olarak mutlaka zamanla astığı astık kestiği kestik hale gelen âhir zaman otokratlarını insanlar neden kendi elleriyle başlarına geçiriyorlar? Ve ne yaptıkları görüldükten, ne yapacakları belli olduktan sonra da neden ısrarla orada tutuyorlar? Yeni otokratlar kitlelere ne vaat ediyor, ne temin ediyor? Tersten soracak olursak: Onlar tepelerinden giderse başlarına ne geleceğinden korkuyorlar da onun için mi insanlar yeni otokratları, ne yaparlarsa yapsınlar, el üstünde tutmayı sürdürüyorlar?
“Otoriterizm”in dayanakları araştırılıyor
“Otoriter seçmen diye bir şey var mı?” Kuzey Carolina Üniversitesi’nin tarih doçentlerinden Molly Worthen, Trump seçmenlerinin saiklerine yönelik araştırmalar üzerine yazdığı yazıya bu soruyu başlık yapmıştı. Worthen, bu alandaki çalışmaların bulgularını ve bulamadıklarını aktarıyordu. “Otoriterizm”in dayanakları konusundaki araştırmalar patlama yapmış durumda.
Olguların tuhaflığı şüphesiz azıcık merakı ve gelecek kaygısı olan herkesi “sorular”a yöneltiyor: Kendini her türlü yasa ve kurumun üzerine yerleştiren, buna karşılık herkesin kendi koyduğu yasaya uymasını dayatan popülist-otokrat liderlere kitlelerin duyduğu arzulu tutkulu bağlılıkta acaba sosyolojik olmanın ötesinde, daha derinde, tek tek bireylerle ilgili psikolojik sebepler, kaynaklar da mı var? Worthen’le aynı üniversiteden siyaset bilimci Jonathan Weiler’a göre, şu anda bir “korku ve panik duygusu” hüküm sürüyor, çünkü “bize benzemeyen” insanların dünyayı bizden nasıl da farklı -yer yer tamamen zıt- görebildiği gerçeğiyle karşılaştık. Mesele “görme”den ibaret değil elbette; anlamlandırma, etkilenme, hem göreni hem görüleni değiştiren pek çok etkileşim buna eklenmeli. Weiler, “İnsanlar,” diyor, “nasıl derinden bölünmüş olduğumuzu anlıyorlar ve bu ayrışmanın derinliğini karşılayabilecek derinlikte açıklamalar peşindeler.”
Worthen, sakin, ılımlı görünüşlü insanların nasıl olup da dediğim dedik “güçlü adam”ları desteklemeye meylettiğinin Trump daha ortada yokken bile araştırıldığına işaret ediyor, Theodor Adorno’nun Kaliforniya Üniversitesi’nden sosyal bilimcilerle birlikte yürüttüğü “faşistlik ölçüsü” araştırmasını hatırlatıyor. “Otoriter(yen) Kişilik” başlığıyla 1950’de yayımlanan bin sayfalık çalışmada amaç, “potansiyel antidemokratik birey”in kişiliğine dair bir toplu resim elde etmekti. Otoriterliğe yatkın bireylerin “içlerinde” ne ölçüde faşistlik unsuru taşıdığını anlamaya çalışıyorlardı.
“Faşistlik ölçütleri”
Bireylerin hangi dozda sahip olduğunu saptamaya çalıştıkları “faşistliğe yatkınlık” kaynakları, belirtileri şöyle şeylerdi: Gelenekçilik, geleneksel değerlere saygı göstermeyeni cezalandırma eğilimi, otoriteye boyun eğme, kendini ait hissettiği grubun yüceltilmiş özelliklerine tâbiyet, saldırganlık, yaratıcı ve bireysel düşünceye karşı olma, boş inançlara, kalıp hükümlere düşkünlük, kadercilik, kendine güç vehmetme, güçlü kimselerle özdeşleşme, siniklik, başka insanlara karşı genel bir düşmanca tutum, yansıtma, dünyanın doğa gibi vahşi ve tehlikeli bir yer olduğu görüşü/inancı, cinsellik konusunda abartılı tutum…
Faşistliğe yatkınlaştıkça, bireylerin, komplo teorilerine daha çok inandığı ve güçlü liderlerle özdeşleşerek, onların zorla elde etmeye çalıştığı çıkarlar doğrultusunda hizmete koşarak o güce katılmayı, o güçten pay almayı arzuladıkları anlaşılmıştı.
Worthen, bu çalışmada kullanılan faşistlik ölçülerinin ezcümle muhafazakârları da faşist gösterme gibi bir yanlışlığa, aşırı kapsayıcılığa yolaçtıkları ileri sürülerek eleştirildiğini hatırlatıyor. Çalışma ayrıca, otoriteryen kişiliğin kaynakları arasında gösterilen, çocukluğa ait bilinçdışı etkenler hiçbir şekilde sınanamayacağı, doğrulanamayacağı için de eleştirilmiş.
Zaten araştırmalar dallandırılıp budaklandırıldıkça görülüyor ki, yeni otokratlara bağlanan seçmenleri topluca “çocukluktan problemli”, “aşırı gelenekçi” veya “saldırgan” gibi başlıklar altında tasnif etmek imkânsız. Worthen, Ortaçağ edebiyatı hocası, Katolik ve eşcinsel bir şairi örnek veriyor. “Demokratların ekonomide yedikleri haltları protesto etmek için” Trump’a oy verdiğini söylemiş adam. Sonra da oturup, içinden geldiği işçi yöresindeki Trump’çı insanları gayet iyi anlayabildiğini, Demokratların bu insanları “arkadan bıçakladığını” falan anlatmış. Ve -mealen- eklemiş: Başlarından geçenleri bilmeden bu insanları patolojik araştırmaların konusu yapmak ne derece doğru?
Yani cevaplar bulmayalım mı sorulara?
Bulalım. Arayalım en azından. Çünkü mecburuz. Bir kısmı yeni otokrat liderin peşine takılmış, öbür kısmı gidişata temelden karşı, birincileri ikincilerinden biraz
kalabalık iki toplumdan oluşan ülkelerin sayısı artmaya başladı. Zaman zaman bir “yeni otokratlar enternasyonali”nin ipuçlarıyla karşılaşabiliyoruz. En tepede, sistematik olmasa da, işbirliklerinin kurumlaşabileceği görülüyor.
Ve eğer bunun koşulu, yeni otokratların her birinin kendilerini taşıyan kitlenin desteğini sürdürebilmesiyse, o kitlenin her bireyinin saikleri ister istemez özel siyasî-toplumsal mesele haline geliyor. Kaçınılmaz olarak.
Yani anlamak zorundayız.
Ademoğlu tuhaf…
Worthen, araştırmalarda karşılaşılan güçlükleri ve işin hiç de baştan sanıldığı kadar kolay olmadığını anlatıyor. Trump’ı destekleyen pek çok insan, doğrudan kendileriyle ilgili sorulara verdikleri cevaplarda otoriteryen eğilimlerini belli etmeyebiliyorlar meselâ. Ancak çocuklarını nasıl yetiştirdiklerine dair sorulara geçildiğinde manzara değişiyor. “Çocuk her şeyden önce büyüklere saygıyı öğrenmeli” gibi hükümler ardarda dökülmeye başlıyor. Ancak işin zorluğunu gösteren çarpıcı bir örnek de tam burada ortaya çıkıyor: Ortalama olarak siyah ABD’li anababalar beyazlara göre otoriteryenliğe daha eğilimli gözüküyorlar.
Geliyoruz psikolojik hattâ biyolojik -“tutuculuk geni” de kimi araştırmaların ulaşmayı umduğu muhayyel hedefler arasında- izah çabalarının büyük tehlikesine. Yeni otokrasilerin oluşabilmesinde de rolü var, ama esas sürdürülmelerinde başlıca etkenlerden biri, şimdi sözedeceğim tehlike - çünkü ayrışmayı ve geçişimsizliği kalıcı kılıyor: insanın ve toplumun karmaşıklığını kenara itip, tek sebepli, mecburî sonuçlu, denklemvârî açıklamalarla, bireylere, kitlelere değişmez roller (işlevler) atfedildiği zaman, aslında birbirinin ne dediğini bile anlayamaz hale gelecek kadar ayrışmış iki tarafın bireyleri, karşı tarafın mensuplarını onların kendilerini anlayabildiğinden daha iyi anladıkları sanısına kapılabiliyorlar. Ve haliyle, onlarla değil, zihinlerinde yarattıkları, varolmayan birileriyle konuşur oluyorlar, onca engeli aşıp konuşmaya kalkıştıklarında. Onların neyi niye yaptığına dair kendi açıklamalarını gerçekliğin (anlama gayretinin) yerine geçirdikleri için, düşmanca eylemlerinden korunmaya hazırlıklı da olamıyorlar.
Worthen, “tarihin ironisi” diyor: “…insanlığın toplum-bilimsel portresi, giderek daha psikolojik [temelli] ve akıldışı hale geldikçe, geleneksel Hıristiyanlığın o eski Adem’ine giderek daha çok benziyor: düşkün, yoldan çıkmış, daha yüksek bir gücün yardımı olmaksızın kendini berrak şekilde göremeyen bir yaratık.”
“Bu insanlar bu otokratları niye destekliyor?” sorusuyla başlayan hemen her tartışmanın bir aşamada “insan nedir?” seviyesine dayanması, artık bütünüyle yeryüzü iktidarı ideolojileri haline gelmiş dinlerin de, şu ana kadarki performansıyla Aydınlanma hamlesinin de cevaplamada yetersiz kalacakları “sorular”la boğuşmak zorunda olduğumuzu gösteriyor sanırım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024