Yasemin ÇONGAR
Onu ilk kez, Orta Avrupa yazının beyaz ışığı içinden kendi karanlığıyla ilerlerken görürüz. Bir arabaya kapatılmıştır, bir yere götürülmektedir. Elleri, kolları, beli, çenesi, gözleri, sanki her biri geçmişin ayrı bir parçasına isyan edip, her biri ayrı bir geleceğe erişmek istercesine birbiriyle çekişirken, onları zaptetmeye, yerli yerinde tutmaya, her bir parçasını bir diğeriyle yoğurup yumuşatarak, tek bir bedenin içinde uysallaştırmaya çalışır, beceremez. Derisinin içinden dışarı çıkmak isteyen yabani bir yaratıkla boğuşur gibi boğuşur kendi vücuduyla. Sesler ağzında bir türlü billûrlaşmaz; ya kısa kesik zoraki cümlelerle belli belirsiz ya da yılların, sadece bilmekle yetinen suskunluğu şimdi bütün tazyikiyle içinden boşanırcasına, kelimeleri kusarak konuşur.
Yıl 1904’tür. Zürih yakınlarındaki Burghölzli Psikiyatri Kliniği’ne bırakılan Sabina Spielrein, Rus Yahudisi zengin bir ailenin on dokuz yaşına henüz basmış, giderek sosyal çevrede taşınması imkânsız bir yük halini alan dengesiz kızıdır. Genç bir doktor, ilk hastası olarak kabul eder onu, “histeri” teşhisi koyar ve tedavisi için tıbbın tanrılarının o günlerde kâfirlikle eşdeğer saydığı gayet radikal bir yöntem öngörür: Hatırlamak ve konuşmak.
Sabina, bu yöntemle yavaş yavaş iyileşmeye başlayacak, iyileştikçe doktoruna daha çok aşık olacak, ondan ayrılmak zorunda kaldığında acı çekecek ama yedi yıl içinde kendisi de diploma alıp dünyanın ilk psikanalistlerinden biri olarak çalışmaya koyulacak kadar da aklına ve vücuduna sahip bir kadına dönüşecektir. Sabina’yı kendi kurtuluşuna vardıran süreç, genç doktoru ile –ileride yolları tamamen ayrılacak da olsa– o sıralar genç doktorun hâlâ “manevi babam” diye söz ettiği ve yöntemlerini sadakatle uyguladığı ustası arasındaki, yani Carl Jung ile Sigmund Freud arasındaki o pek meşhur on üç saatlik sohbetin de vesilesi olur. Dahası, Sabina’nın her “oluş”un bir “yokoluş”la başladığını, her hazzın içinde ıstırabın gezindiğini anlatan bitirme tezi, Freud’un zihnine yerleşecek ve zamanla onun yazılarında, “ölüm dürtüsü” olarak tercüme edecektir kendini.
Biz, David Cronenberg’in çoğu zaman fazla derinleşmese de, yer yer dokuya nüfuz ederek ilerleyen anlatımında bir yandan aşkın marazî hallerine, bir yandan da psikanalitik yöntemin doğuşuna tanıklık ederiz. Filmin adı da buradan gelmektedir zaten; A Dangerous Method (Tehlikeli Bir Yöntem). Cronenberg bize bu ayrıntıyı göstermez ama, tam da o sıralarda, Amerikalı psikolog ve felsefeci William James, Cenevre’deki meslektaşı Theodor Flournoy’a yazdığı mektupta, Freud hakkındaki izlenimlerini anlatmaktadır. James, “Sabit fikirlere sahip bir adam” der psikanalizin kurucusu için, “onun şu rüya teorisi, kendi hastalarımda işime yaramadı. Ve tabii, sembolizmçok tehlikeli bir yöntemdir.”
Kendisi değil, hatırlattıkları tehlikeli
Geride bıraktıkları arasında Jung’un mantra misali tekrarladığı “Tesadüf yoktur” sözü de olan bir filmin ardından bunu söylemem biraz tuhaf kaçacak ama, evvelki akşam A Dangerous Method ’ı bana izlettiren arkadaşımın, o sırada okuduğum kitaptan haberi yoktu ve ne “tesadüftür” ki, her sayfasında, sembolizmin tehlikesini teyid eden, daha doğrusu esas tehlikenin sembollerin deşifre ettiği şey olduğunu düşündüren bir kitap bu; o şeye “hafıza” diyelim. Jung’dan, Freud’dan pek az dem vuruyor kitap, bir bütün olarak psikanalizi mesele yaptığı da söylenemez; daha ziyade, “hafıza bilimi”nin tarihini anlatıyor ve anlatırken de, bazen bir imge ya da bir önerme sayesinde zihnimizde aniden şimşeklenen, bazen de bir rüyanın ya da bir ihtiyacın muhtemel anlamlarını meşakkatle deşerek erişebildiğimiz hatıraların, içine gömülüp kaldıkları o karanlık mahzenden yukarıya, çıplak ışığa çıkmalarının her zaman –Sabina’ya olduğu gibi– “sağaltıcı” değil, kimi zaman da yıkıcı, hatta ölümcül sonuçlar verebileceğine dair uyarıda bulunuyor.
Amerika’da geçtiğimiz ay piyasaya çıkan kitabın akademik bir dili ve metodolojisi olmasa bile, bilgilendirmeye odaklı dolaysız bir üslûbu, benim gibi okul kaçkını müzmin öğrencilere “ders anlatan” bir havası var. Memory: Fragments of a Modern History (Hafıza: Modern bir Tarihin Fragmanları), Chicago Üniversitesi’nde tarih doçenti olan yazarı Alison Winter’ın en baştan ilan ettiği üzere, “hafıza biliminin sosyal tarihine, hatırlamanın tarihine ve aklın kültürel tarihine”bir bütün olarak değil, fragmanlar halinde, hafızayla ilgili temel tezleri ayakta tutan farklı tecrübelere odaklanarak bakan, kapsamını son yüzyılla sınırlamış bir çalışma. İşin ilginci, sadece tıbbın marifetleri, yani psikolojinin ve nörolojinin tespitleri değil, hukuğun ve medyanın hafızanın gerek kullanımı, gerekse oluşumunda üstlendiği işlev de bu çalışmada önemli yer tutuyor.
Winter tümevaran bir yazar; birbirinden çok farklı tecrübeleri, davaları, deneyleri birbirinin peşisıra anlatıp, sonra bütün bunların, hafızanın aslında “ne” olduğu konusunda, halen her ikisi de geçerliliğini koruyan iki temel ve zıt teze kaynaklık ettiğini anlamamızı sağlıyor. Bilimin, iki ayağı iki ayrı teldeki bir cambaz misali akrobasi yaparak, ağırlığını kâh birine kâh diğerine vererek üzerlerinde ilerlediği bu tezlerden ilkine göre, hafıza en nihayetinde “otantik” bir şey; beynimizin kıvrımları arasında duran, gitmesek de görmesek de bizim olan bir köy.Beyniniz, hayatın önemli– önemsiz bütün anlarını, her sabah uyandığınız yatakta tavana bakarken gördüğünüz çatlağın şeklinden tutun da, hayatınızı değiştiren o büyük kazadan önce işittiğiniz son fren sesine kadar her tecrübeyi kaydediyor ve onları, kapasitesi artık kim bilir kaç “yottabyte”lık devâsâ bir kütüphanede saklıyor. Hatıralarımız, onları hatırlayıp hatırlamamamızdan bağımsız olarak oradalar, aklımızda duruyorlar, otantik, sabit ve bizimler. Bu tez, herbirimizi yaşadıklarımızın toplamından ibaret gören, benliği tecrübelerden müteşekkil sayıp, benlikler arasındaki farkı da tecrübelerin farklılığıyla açıklayan gayet gündelikleşmiş bir felsefî bakışla da esasen örtüşüyor.
Diğer tez ise, hafızayı yaşanmışlıkların bir toplamı, objektif ve otantik bir haslet, sansürsüz, eksiksiz ve sabit bir kayıt gibi görmüyor; bu ikinci teze göre, sonradan oluşturulmaya müsait bir şey hafıza, inşa edilen bir şey, bireysel olduğu kadar, sosyal bir yapı. Hafızamız, tecrübelerimizi eksik ve yanlış kaydetmeye meyyal olduğu gibi, bizzat yaşamadığımız ama yaşadığımıza inandığımız ya da inandırıldığımız şeyleri de kendisinin kılabiliyor. “Çok iyi hatırlıyorum” diye başlayan bir cümle, “güvenilmez” bir cümle çoğu zaman; hafıza dediğimiz şey de, hiçbir zaman sadece bizim olmayacak olan bir yolgeçen hanı.
Cinayeti itiraf eden masum
1906’da, Chicago’da, Al Capone’un henüz kısa pantalonlu bir çocuk olarak koşuşturduğu işçi sınıfı mahallelerinden birinde, yirmili yaşlarda zengince bir kadın tecavüze uğrayıp, telle boğularak öldürüldü. Boş bir arsaya bırakılan cesedi, Richard Ivens adında genç bir marangoz buldu. Polis hemen Ivens’ı sorgulamaya başladı ve birkaç saat sonra, cinayeti işlediğine dair imzalı bir ifade aldı ondan. Cani, suçunu hemen itiraf ettiğine göre, dava da tek duruşmada “aç-kapa” usulü bitecekti elbet.
Öyle olmadı; Ivens ifadesini değiştirdi, cinayetle ilgili hiçbir şey bilmiyordu, niye itiraf ettiğini anlayamıyor, polislerin sorularıyla hipnotize olduğunu, anlattıkları hikâyenin bir an için gerçek gibi göründüğünü, yaşamadığı şeyleri hatırladığını söylüyordu: “Heyecanlanmıştım, aklım karışmıştı, sürekli soru soruyorlardı, ben sadece ‘evet’ diyordum.”
Aslında cinayet saatinde Ivens’ın başka yerde olduğunu söyleyen tam on iki bağımsız tanık vardı; maktûlle Ivens’ı birarada gören olmamış, adamın üzerinde, evinde, işyerinde cinayete bağlanabilen hiçbir bulgu elde edilememişti; üstelik sanık, itirafı sırasında “Bir ara kendimden geçtim” gibi hatırlanması imkânsız şeyler de anlatmıştı. Buna rağmen Ivens’ın avukatları, savunmalarını “sahte itiraf,” daha önemlisi “sahte hafıza” üzerine kurdular, çünkü elinde imzalı bir itiraf olan mahkeme başka hiçbir karşıt bulguyu önemsemiyordu. Haliyle, adlî tıbbın ilerlemediği günlerdi; DNA keşfedilmişti ama DNA testi sonuçlarının mahkemeye kanıt olarak ilk kez sunulmasına seksen iki yıl vardı daha.
Ivens’ı sadece hukukçular değil, dünyanın dört yanından psikologlar da savundular. Başı o sırada ikisi de Harvard’da çalışan William James’le Hugo Münsterberg çekti. Bugün “uygulamalı psikoloji”nin babası sayılan Münsterberg, “insanın sahte hatıralara inanmasının mümkün ve hafızanın da büyük ölçüde inşa edilebilir bir şey olduğu” üzerine bildiri hazırlayıp, Yüksek Mahkeme’ye sundu. Nafile. İdam cezası hızla onanan Ivens, kısacık bir son sözle çıktı darağacına: “Masumum.”
Hayalle hafıza arasında ensest
Ivens’ın davasıyla daha ilk faslında mahkeme salonuna giren kitap, “adlî bir olgu” olarak hafızayı çeşitli örneklerle son faslına dek anlatının merkezinde tutuyor. 1962’de, Ohio’da birçok tanığın gözü önünde tabancasını alıp, karısının sevgilisini öldürmeye giden Arthur Nebb adlı katilin, savunmasını“hafıza kaybı” üzerine kurmasından sonra, avukatlarının rızasıyla, duruşma esnasında uzmanlarca hipnotize edilmesinin hikâyesini okuyorsunuz mesela; Nebb’in hipnoz altında “canlanan” hatıralarını aktarırken, suçu hafifletici nedenler sıralamasını ve sonuçta “kasıtsız adam öldürme” suçundan, nispeten az bir cezayla kurtulmasını yarı-şaşkın bir halde izliyorsunuz.
“Otantik hafızanın her zaman yerinde durduğu, meselenin ona erişmekte olduğu” fikrinin psikanalizin temeli olduğunu düşünürseniz, hukukçuların hatıraya “hakikat” muamelesi yapması o kadar da tuhaf değil belki. Nihayetinde, birçok adlî hüküm, “tanıklıklara” dayandırılıyor ve tanıklık etmek de zaten başlı başına bir “hafıza egzersizi.”
Bu egzersizin karmaşık sonuç verdiği bir diğer süreç, ABD’de 1990’larda adeta bir salgına dönüşen ensest davaları Winter’a göre. 1989 kışında bir gün, Eileen Lipsker adlı Kaliforniyalı bir evkadını, yedi yaşındaki küçük kızının tek bir hareketi sayesinde yıllarca bastırdığı bir hatırayı gözünde canlandırıyor. Kızıl saçlı kız yerde oturmuş resim yaparken birden kafasını kaldırıp ışığa bakıyor ve annesi, kendisi küçük bir kızken, kızıl saçlı bir arkadaşının aynı şekilde kafasını kaldırıp baktığı ânı hatırlayıveriyor. O ânın devamında, babasının elinde bir taşla yaklaşarak, Lipsker’ın sekiz yaşındaki arkadaşını öldürmesinin tam yirmi yıl boyunca “unutulmuş” tanıklığı var. Bu tanıklık davaya dönüşüyor ve mahkeme, Lipsker’ın ifadesine dayanarak, babası George Franklin’i, Lipsker’ın çocukluk arkadaşı Susan Nason’ı taciz ettikten sonra taşla başını ezerek öldürmekten mahkûm ediyor. Dahası, Lipsker’ın bir anda “uykudan uyanan” fotografik tanıklığı, doğrudan kendisini hedef alan tacizle ensestin görüntülerini de kapsıyor.
Bu dava, ABD’de “bastırılmış” ve “kurtarılmış hafıza” kavramlarının hukukî kabul görmesinde emsal oluşturmuş ve izleyen yıllarda, feminist hareketin de öncülüğüyle, tam bir ensest davaları furyası başlamış. Derken, zamanaşımı sınırı, yine “hafıza” temelli bir argümanla yeniden düzenlenmiş. Bu yeni düzende, ensestle ilgili “adlî saat,” suç ânından itibaren değil, ensest mağdurlarının neye maruz kaldıklarını “hatırladıkları” andan itibaren işletilmeye başlıyor. Suçun kendisini değil, hafızasını esas alan ve mağdur hakları açısından devrim sayılabilecek bu değişiklikten sonra, yüzlerce“ensest” vakası mahkemeye taşınıyor.Winter bu vakaları anlatırken, taciz mağduru çocuğun yıllar sonra canlanan hafızasına güveni esas alan bir hukuk anlayışının bazı durumlarda nasıl yanılabildiğini de çok çarpıcı örneklerle ortaya koymuş. Gidilmeyen, görülmeyen, kıvrımlar arasında saklı dururken, birdenbire gün ışığına çıkıveren o ücra köy, “hakikatin ta kendisi” olmayabiliyor her zaman. Bir ensest mağdurunun yaşadığı korkunç olaya ilişkin “kurtarılmış” hafızası ne kadar gerçekse, mağdur olmayan bir kişinin hiç yaşamadığı bir ensest tecrübesine ilişkin “inşa edilmiş” hafızası da o kadar gerçek olabiliyor.
Unutarak yok olmak, unutarak var olmak
Çoğumuz şu gri boşluğu biliriz: “Başroldeki adamın adı neydi ya, hani canım esmer, yakışıklı, Oscar da aldı, ‘G’ ile başlıyor, dilimin ucunda, hadi söylesene, bulamazsam yandım, aklımı başka şeye veremem şimdi, Allahtan Google var…”
Yıllar geçtikçe ve her an biraz daha ölerek yaşadıkça biz, giderek daha sık tekrarlanan bu bocalama anlarını tebessümle karşılamamız mümkün, tabii. Ama, zamanın görünmez silgisinin hafızamızda gezinmesine gizlice içerlemek, her unutuşta biraz daha eksildiğimizi hissetmek de pekâlâ mümkün. Benliği tecrübelerinden, dolayısıyla da hatıralarından ibaret sayan bakış, “az” yaşayanlar gibi, “az”hatırlayanları da azımsamaya fena halde muktedir çünkü. Böyle yazınca, çoğumuza “yabancı” geliyor belki ama Winter, Alzheimer bahsinde, bu gaddar bakışa aslında ne kadar “aşina” olduğumuzu hatırlatıyor: “Alzheimer hastaları hafızalarını önemli ölçüde kaybettiklerinde, dehşete kapılan dostları genellikle, hastanın benliğinin ufalandığını ya da bir şekilde silinip gittiğini, o kişinin artık ‘kendisi’ olmadığını söyleyiverirler.”
Benliğimizi hafızamızla özdeşleştiren bu bakış, hepimizin şu ya da bu ölçüde mağdur olduğu unutkanlığımızı da “yokoluşun” başlangıcı gibi algılatabilir bize. İşin tuhafı şu ki, bazen de varolmak için, başa çıkabilmek, yola devam edebilmek için muhtacız unutmaya. Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan) filmini bilirsiniz. Charlie Kaufman’ın müthiş senaryosunda, Joel hayata tutunabilmek için, bir yandan eski sevgilisi Clementine’in hatıralarını “kısmî amnezi” sağlayan bir elektronik yöntemle beyninden sildirirken, bir yandan da hafızası, inatla Clementine’e tutunuyor, o aşkın hatıralarını beyninin belli kısımlarını silen makineden saklayabileceği gizli bölmeler arıyordu.
Memory’yi okurken, Kaufman’ın gönüllü “kısmî amnezi” fikrinin fanteziden ibaret olmadığını düşünmeye başladım. 2001’de, Pentagon’un, Amerikan askerlerinin savaşa ilişkin hatıralarını silme ihtimali üzerinde duran bir proje, dönemin Başkanı George W. Bush’un isteğiyle toplanan Biyoetik Konseyi’nde ele alındığında ortaya çıkan muhalif görüş, Konsey’in resmî raporuna bakın nasıl yansımış:“Hatıraların redaksiyondan geçirilmesi, insanları hakikatten ve gerçek benliklerinden koparabilir. Bu işin potansiyel tekniği, utanç verici davranışları daha az utandırıcı, korkunç eylemleri gerçekte olduklarından daha az korkunç bir hale getirme riski taşıyor… Travmatik olaylar sırasında hafıza kütleştiricilerin kullanımı, normal ruhsal işleyişe ve duygusal açıdan yüklü hatıraların bireyin uyumu açısından taşıdığı işleve müdahale edecektir. Duygusal açıdan yüklü bir hatıra uzun süre unutulmaz, çünkü biz biraz da onun sayesinde öğrenir, uyum sağlar ve hayatta kalırız.”
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Kiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında…
5.12.2013 - Müminlerle âlimlerin demokratlığı ve matematikten boşanan fizik
24.09.2013 - Erdoğan'ın yeni danışmanı, şaka değil
27.07.2013 - Abdellatif Kechiche: Hiçbir devrim, cinsel bir devrim olmadıkça tamamlanmaz
29.05.2013 - Sıradan bir 'tanrı'nın olağanüstü kitabı: Son Oyun
1.04.2013 - Duvarlarınıza fazla güvenmeyin
8.12.2012 - Makinenin hakikati, insanın zehri
1.12.2012 - Ben bu işi hepinizden daha iyi yaparım
17.11.2012 - Birinci hazin şahıs ve komşu çocukları
10.11.2012 - Ölümün içinden hayatı doğurarak...
3.11.2012
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
faruk tuncay
Ne kadar tek boyutlu bir analiz. Zamanında RTEa verdikleri sınırsız ve koşulsuz desteğin utancından olsa gerek. Bu kolej çıkışlı burjuva okumuşları politik tavır almakla çocuk oyunlarını bir türlü ayıramıyorlar. Bugün, Cemaate karşı çıkma günü beyler, uyanın!