Zekeriya Kurşun
Cemal Kaşıkçı meselesinde sona yaklaşıldı. Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan konsolosluğundan buhar olup uçmadığının emareleri ortaya çıkmaya başladı. Hiç bir şekilde kabul edilmesi mümkün olmayan bu menfur hadisenin bölgede derin tesirler uyandıracağı muhakkaktır. Mesele sadece bir katl hadisesi olarak kalmayacak, siyasi, ekonomik ve zaman içinde sosyal tesirlerinin de ortaya çıkacağında kuşku yoktur. Maalesef dünyada egemen olan anlayış bu tür krizlerde, mağdurların daha fazla mağduriyetine sebep olmaktadır. Meseleye ilk günden beri vakıf olan ABD Başkanının açıklamaları. Batı’nın sessizliği bunun en açık delilidir.
Bu hadisede asıl mağdur, maktul Kaşıkçı’dır. Ancak Türkiye de mağdur edilmek istenmektedir. Diğer taraftan -son anda da olsa- Kral Selman’ın harekete geçip Türkiye ile işbirliği yapmak istemesi, Suudi Arabistan devletinin ve makul yönetici ailenin de bu olaydan zarar göreceğini anladığını göstermektedir.
Mesele görünenden büyüktür ve olaylar vuzuha kavuşuncaya kadar temkinli konuşmanın kimseye bir zararı yoktur.
TARİHTEN BİR MİSAL
Bu tür durumlarda gelecekten bahsetmek yerine, tarihten söz etmek ve benzeri hadiseleri irdelemek ufkumuzu açacaktır. Daha önce Suud Tarihi ve Türkiye-Suud ilişkileri konularına değinmiş ve aynı konulara devam edeceğimi yazmıştım. Tabii o zamanki niyetim bu konuları tarihi ve mezhebî perspektiften irdelemekti. Ama gündem bizi bambaşka bir yere taşıdı. Dolayısıyla şimdi anlatacaklarım masal değil, misaldir.
Türkler ile Suudilerin kaderi on yedinci yüzyıldan beri çeşitli noktalarda defalarca kesişmiştir. Bugün bu uzun sürecin hikayesinden sarfı nazarla sadece bir kesitinden yardım alarak günümüze ışık tutmaya çalışacağım.
Osmanlı Devleti’nin Necid bölgesine (bugünkü Riyad civarı) kaymakam olarak atadığı Faysal bin Türki, bölgeyi ve Suud ailesini uzun yıllar idare etmiştir. Aile içinde İmam da olarak bilinen Faysal oldukça dirayetli bir yönetim oluşturduğu gibi Körfez’deki diğer şeyhlikler (Bahreyn, Katar, Umman) üzerinde de nüfuz sahibi olmuştur. Çölü aşmadığı müddetçe iktidarını zararsız gören İngilizler, gün geçtikçe nüfuzunun Körfez’de yayılmasından hoşlanmadılar. Zira onun güçlenmesi aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin nüfuzunun artması demek olacaktı. Oysa Faysal hakkında fazla bir şey bilmiyorlardı. Üstelik İngilizler ile de anlaşmak niyetinde olmaması onları çileden çıkarıyordu.
İNGİLİZLER DEVREDE
İngilizler, daha sonraki yıllarda çok ünlenecek olan Palgrave adındaki bir gezgini Suriyeli Hristiyan doktor kimliği ile bölgeye gönderdiler. Palgrave, 1864’te Riyad’a ulaştığında Faysal oldukça yaşlanmış, hatta gözleri görmez olmuştu. İdareyi kendi adına oğlu Abdullah yürütüyordu.
Palgrave burada gördüklerini ve bölgede yaptığı seyahatlerini iki ciltlik bir kitapta toplayacak ve eşsiz bir kaynak oluşturacaktı. Satır aralarında verdiği bazı bilgiler aslında kendi misyonuna da işaret etmektedir. Nitekim Faysal’ın oğulları Abdullah ve Suud arasında ciddi bir rekabetin olduğunu yazması görevini açık etmektedir. Zira Bedevi kültüründe kabile emirliği için kardeşler arasında rekabetin olduğu bilinmeyen bir şey değildir. Ama Palgrave’in iddiasına göre bu rekabet, Suud’un kardeşi Abdullah’ı öldürmek için kendisinden zehir istemesine sebep olacak kadar büyüktür.
Eğer olaylar bu şekilde kalmış olsaydı bu iddia tartışılabilir tarihi bir kayıt olacaktı. Oysa kısa zamanda gelişen hadiseler, aslında Palgrave’in -zehir vermese de- İngilizlerin aile içinden Abdullah’a karşı kullanabilecekleri bir kukla aradıklarını gösteriyordu. Başka bir ifade ile Palgrave, Suud’a sıradan zehir yerine daha etkili olan nifak zehiri vermişti.
Palgrave istediğini bulmuş ve bölgeden ayrılmıştı. Suud, ölen babasının yerine geçen ve Osmanlı Devleti’nden kaymakam olarak atamasını bekleyen kardeşi Abdullah’a karşı isyan etti. Faysal’ın oğlu Suud İngilizlerden aldığı destek ile bazı kabileleri de tarafına çekerek uzun zamandır barış içinde olan bölgeyi altüst etti. Bazı bedevi kabilelerden aldığı destek ile hem kardeşini ve hem de Osmanlı Devleti’ni uğraştırdı.
MİDHAT PAŞA’NIN TEDBİRİ
Kısa bir süre önce Bağdat’a vali olarak atanan Midhat Paşa olayları takip etmektedir. İngilizlerin bu girişimlerinin Basra Körfezi’nde meydana getireceği tehdidin farkındadır. Nitekim Bahreyn adeta İngilizlerin avucunun içine girmiştir. Sıra Kuveyt ve Katar’dadır. Durumun farkında olan devlet, bölgede etkinliğini artırmak için Abdullah’ı babası gibi kaymakam olarak tayin ettiyse de Suud’un İngiliz destekli faaliyetlerini engelleyememiştir.
Durumun vahametini kavrayan Abdullah, Midhat Paşa’ya müracaat edip kardeşine karşı yardım talep etmesi, Paşa’yı harekete geçirecektir. Önce İstanbul’a yazarak, bu meselenin sadece kardeşler arasındaki bir hanedan kavgası olmadığını bildirecektir. Meselenin büyük olduğunu bütün bölgeyi ilgilendirdiğini ve işin arkasındaki İngilizlerin bu bahane ile Körfez’e yerleşmek istediğini söyleyip merkezden askeri harekat yapma izni isteyecektir.
Belgeleri Osmanlı ve İngiliz arşivlerinde bulunan bu hikayenin detayları nerdeyse bir asır sonra ortaya çıkacaktır. Midhat Paşa uzun yazışmalar sonunda İstanbul’dan aldığı izin ve Kuveyt şeyhinin denizden sağladığı destekle 1871 yılında bölgede geniş bir askeri harekata girişecektir. Böylece hem İngiliz destekli muhtemel bir Suud hanedanının kurulmasını öteleyecek ve hem de Katar’ın gelecekte bir devlet olarak ortaya çıkmasını sağlayacak alt yapıyı hazırlayacaktır.
Bugün yaşananları ve bölgedeki aktörleri tarihi şahsiyetlerin yerine koyarak yorumlamak mümkündür. Ancak bilin ki; Cemal Kaşıkçı sadece kendi fikirlerinden dolayı katledilmedi. Bilakis tarihin tortusundan korkarak, Türkiye’yi ebediyen bölgeden dışlamak isteyenlerin müşterek ihtirasları yüzünden öldürüldü. Bu yüzden Türkiye temkinli davranmalı ve bu oyuna gelmemelidir.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.02.2019
18.03.2019
18.02.2019
4.02.2019
10.01.2019
3.02.2019
17.12.2018
22.11.2018
12.11.2018
18.10.2018