Alper GÖRMÜŞ
Başbakan Erdoğan’ın Balyoz davası hükümlüsü Ergin Saygun’u hastanede ziyaretinden ve başka bazı işaretlerden hareketle, hükümetin gündeminde bir “büyük af, büyük barış” projesinin olup olmadığı üzerinde duruyorduk...
“Büyük af” derken de, “Çözüm Süreci”nin tamamına ermesi durumunda kaçınılmaz olarak gündeme gelecek bir KCK-PKK affının yaratacağı psiko-sosyal sorunları dengelemek üzere, onun paralelinde Balyoz, Ergenekon ve benzeri davalardan yargılananların da affedilmesini kast ediyorduk.
Bu çerçevedeki bir başka soru, “büyük af”fın “büyük barış”ı sağlayıp sağlayamayacağına dairdi ki, zaten tam da bu noktada kalmıştık... Cevabım “sağlayamaz”dı ve neden böyle düşündüğümü anlatacaktım size...
Mithat Sancar düzeltmesi...
Fakat ondan önce, bu meseleyi ele aldığım iki yazıdan birincisinde konuya dair yaklaşımını özetlediğim Mithat Sancar’la ilgili bir düzeltme yapmak ihtiyacını hissediyorum.
15 şubat tarihli “Büyük af, büyük barış” başlıklı ilk yazıda,“En net ifadesini gazetemiz yazarlarından Mithat Sancar’da bulan ‘büyük af, büyük barış’ projesi” diye bir cümle vardı... Bu cümle, sanki “Büyük af, büyük barış” formülünün Mithat Sancar tarafından (da) aynen kullanıldığı gibi bir anlam içeriyordu. Oysa Sancar sadece bir “büyük af” olasılığından söz ediyor, bunun “büyük barış”ı sağlayıp sağlamayacağına dair bir şey söylemiyordu. Hatta tam tersine, Güney Afrika’daki “hakikat karşılığında af” hatırlatmasıyla, kendi tercihinin, açığa çıkarılamamış suçların itirafını izleyen bir af olduğunu söylüyordu. Belki ancak böylece, bir “büyük af”, bir “büyük barış”ı sağlayabilirdi.
Daha sonra telefonda da konuştuğum Mithat, bütün bunları, formülü ters çevirerek çok daha veciz bir biçimde ifade etti: “Büyük barış, büyük af...”
“Büyük af”, “büyük barış”ı sağlamaz, çünkü...
Bu düzeltmeden sonra, cevabını aradığımız soruya yeniden dönebiliriz: “Büyük af, büyük barışı sağlar mı?”
Hatırlayacaksınız, Murat Belge, Başbakan Erdoğan’ın Ergin Saygun’u ziyaretine, Saygun’la “aynı yolun yolcusu” olanların gösterdiği tepkiden yola çıkarak, “Demek ki ‘barışma’ zamanı henüz gelmemiştir” diye yazmıştı.
Bu meseleyi tartıştığım ikinci yazım (19 şubat), benim de Belge gibi düşündüğüm notuyla sona ermişti... Neden böyle düşündüğümü, ilave argümanlarla üçüncü yazıda anlatacağımı söylemiştim, işte şimdi sıra ona geldi...
İlk iki yazının ardından, tutuklu askerlerin ve onların ailelerinin dünyasını çok iyi bilen bir okurum beni telefonla aradı ve okumakta olduğunuz üçüncü yazıyı yazmadan önce bilmem gerektiğini düşündüğü bir bilgiyi paylaştı benimle.
Okurum, Murat Belge’nin “yanlış bilgiyle hükme vardığı” kanaatindeydi. Çünkü, “içeridekiler” ve “aileler” kesinlikle “sosyal medya”da dile getirilen türden tepkiler vermemişler, tam tersine kahir ekseriyetleriyle Başbakan’ın ziyaretinden memnun kalmışlardı.
Fakat bilmemi istediği şey bu değildi...
Okurumun verdiği bilgiye göre, Balyoz davasından hüküm giymiş, bu davadaki masumiyetlerine inanan bazı subaylar, geçmişte askerlerin üzerlerine vazife olmayan işlere giriştiklerini, bunun da hiç kimseye yarar getirmediğini anlatan “bir tür özeleştiri kitapları” yazmaktaymışlar.
Okuruma göre, önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak bu kitaplar, askerlerin en azından bir bölümünün “büyük barış”a hazır olduklarını gösteriyordu.
Mesele keşke askerlerden ibaret olsaydı
Ben de kendisine, tutuklu ve hükümlü askerler arasında böyle bir eğilimin olabileceğini; fakat benim “büyük barış”a dair karamsarlığımın yalnız askerlerden değil, belki ondan çok kendi toplumsal statülerini koruyabilmek için askerlerin vesayetine (icabında darbesine) ümit bağlamış “sivil”lerden kaynaklandığını söyledim.
Ayrıca, “askerler” konusunda da, okurumun yakında örneklerini göreceğimizi söylediği “özeleştiri” tavrının yaygın bir “muvazzaf tavrı” hâline gelemeyeceğini düşündüğümü de ekledim.
Bütün bunları hangi analizin içinden söylediğimi aslında biliyorsunuz... Fakat madem yeni bir tartışmanın parçası hâline geldi, o hâlde bir daha özetlemenin yararlı olacağını düşünüyorum...
Muvazzaf askerler, emekli askerler, siviller...
Devlet ve toplumdaki darbeci eğilimlerin başlıca üç ayak üzerinde yükseldiğini söyleyebiliriz... Bunlardan birincisi görev başındaki askerler ile onların devlet içindeki ittifakları, ikincisi emekli askerler, üçüncüsü de görünüşleri ve hayat tarzları “çağdaş”, fakat zihniyetleri çağdışı ve otoriter “sivil” kesimler...
Aslında, toplumun bu kesimlerinin beş yıldır yaşanan yargı süreci boyunca aldıkları pozisyona bakmak bile, sadece ona bakmak bile onların “büyük barış”a hazır olmadıklarını görmeye yeter; bu kesimler, beş yıl boyunca sadece davalardaki hukuki sorunlara dikkat çektiler, bunlar üzerinden davaları itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Fakat onların ağızlarından hiç darbe ve darbecilik eleştirisi duymadık. Bu da bize, aslında onların yapılıp edilenleri bir “suç” olarak görmediklerini, tam tersine “vatanseverlik” olarak gördüklerini gösteriyor.
GeçenlerdeUlusal Kanal ’ın alttan giden haber şeridinde, son 28 Şubat tutuklamaları ile ilgili olarak haberden çok protesto metnine benzeyen bir şey gördüm. Haberin devamında ise “Tutuklanan generallere, ‘irticaya karşı neden eylem planı yaptınız’ diye soruldu” deniyordu.
Ulusal Kanal editörleri, belli ki izleyicilerinin “Kardeşim, askere ne böyle planlardan, o işine baksın... Siz de ne biçim gazetecisiniz ki askerin irticaya karşı eylem planı hazırlamasını normal, savcının bunu sorgulamasını tuhaf buluyorsunuz” şeklinde bir demokratik tepki vereceklerini akıllarının ucundan bile geçirmiyorlardı.
Dediğim gibi, manzara böyleyken, “sivil toplum”daki darbeci eğilimlerin varlığını göstermeye çalışmak aslında gereksiz bir çaba... Yine de yukarıda değindiğim “üç ayak”la ilgili birkaç şey söyleyeyim...
Birinci ayak (muvazzaf askerler): Türkiye’nin darbecilik tarihine bakmak yeter... Onların “büyük af”la birlikte tarihten tevarüs ettikleri ve geleceğe taşımaya ant içtikleri “Cumhuriyet’i koruma ve kollama” misyonlarına kendiliklerinden son vereceklerini düşünmemiz için ortada hiçbir ciddi neden yok.
İkinci ayak (“sivil”ler): Bu konuda da çok yazdım. Orada da “iktidardaki düşman”ın normal, demokratik yöntemlerle alt edilemeyeceği inancından kaynaklanan ve giderek koyulaşan bir yeis ve “nihilizm” hâkim. Bu kesimler, ordunun darbe yapma imkânları kısıtlandıkça ve darbeciliğin teşkilat yapısı zayıfladıkça giderek daha tehlikeli bir ruh hâli içine giriyorlar. Bu, onları daha da “askerci” kılıyor. Korkarım ki, bu bağımlılık, askerlerin bir daha darbe yapamayacaklarını kesin olarak kabul etmelerine kadar devam edecek. O zamana kadar, bu kesimlerin askerleri kışkırtmaya devam edecekleri açık.
Devlet ve toplumdaki darbeci eğilimlerin üzerinde yükseldiği üçüncü ayak konusunda ise bugüne kadar hiç yazmadım. Oysa Namık Çınar’ın 8 şubatta kaleme aldığı “Tarih kimi affetmez” başlıklı yazısının son bölümünde işlediği “emekli askerler” sorunu, başlı başına ele alınması gereken önemli bir sorun...
Cuma günü bu köşenin bir parçasını, Darbe Günlükleri’nde “siviller” diye yakınılan emekli askerlerin “darbe kışkırtıcılıkları” oluşturacak.
Tabloyu böylece tamamladıktan sonra da “Gördüğünüz gibi” diyeceğim, “bu koşullarda ‘af’ ne kadar büyük olursa olsun, ‘barış’ı sağlaması mümkün değildir”.
Ve ekleyeceğim: Ne yazık ki!
[email protected]
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025