Alper GÖRMÜŞ

İktidar kaybı, erkekler ve laikler...
2.09.2011
4361

Nokta’yı tasarlamaya başladığımız 2006 yazında bir yandan nispeten daha az sevdiğim fiziki örgütlenme sorunlarıyla uğraşırken, bir yandan da çok sevdiğim müstakbel konu başlıkları üzerinde düşünüyordum...

İlk sayısı 2006 kasımı için planlanan bir dergi için aylar önce haber düşünmek birçoklarına tuhaf gelebilir, oysa bu mesai bana hiç tuhaf görünmüyordu, çünkü ben günlük gazetenin daha ziyade “siyaset”e haftalık derginin ise “toplum”a ilişkin mecralar olduğuna inanıyordum.

Hatta niyetim, 1980’lerin ortalarından itibaren Nokta logosunun altında yer alan “haftalık siyasi dergi” ibaresini “haftalık siyaset ve toplum dergisi” olarak değiştirmekti. Ne var ki, derginin yeni patronu eski ibareyi çok sevmişti ve değiştirilmesini arzu etmiyordu. Ben de “editoryal bağımsızlık” konusunda patrondan “mutlak bağımsızlık” sözü almış bir yayın yönetmeni olarak, bu hususta (da) direnmenin şımarıkça bir tutum olacağını düşünüp vazgeçtim.

Yani diyeceğim, “siyaset”ten çok “toplum”a bakan bir dergi yapacağımız için, yayından aylar önce toplumun altındaki dip dalgalarına dair kafa patlatmada hiçbir tuhaflık yoktu.

İşe, son aylarda okuduğum haberler ve köşe yazılarından ilgimi çekenlerle ilgili olarak tuttuğum notları gözden geçirmekle başladım... Hiç unutmuyorum, bunlardan beni en fazla heyecanlandıranlardan biri, Yeni Şafak yazarı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun bir köşe yazısı olmuştu. 17 Mart 2006 tarihli yazının başlığı “Azalan erkek kimliği”ydi...

 


İktidar kaybını “şiddet”le telafi etmek!

Aldığım notlar o kadar iştah açıcıydı ki, hemen yazının tamamına ulaştım...

Barbarosoğlu, 14 yaşındayken kendisinden bir yaş küçük bir erkekle imam nikâhıyla evlendirilen ve iki çocuk sahibiyken “kocası” tarafından terk edilen 15 yaşındaki Özlem’in hikâyesinden yola çıkarak anlatmaya başlıyordu “azalan erkek kimliği”ni:


“Sorun erkeklerin azalan kimliğinde. Özlemin kocası küçük bir adam olmasaydı da kaçacaktı. Geçtiğimiz aylarda bir ay içinde altı boşanma haberi aldım. Hepsinde bunalıp sıkılan erkeğin evini terk etme hikâyesi çıktı karşıma. Erkekler kimliklerini kurucu unsurlardan mahrum oldukları için, aile sorumluluğunu yerine getiremiyor.


“(...)


“Bütün analizlerin ataerkillik üzerinden yapılmaya çalışılması ‘yarın’ okumalarını engelliyor. Özellikle şehirlerde yaşanan sıkıntıların, ailedeki çözülmenin sebebi ataerkillik değil, azalan erkek kimliğindeki sorumluluk kaybı. Çünkü ataerkil örüntünün sınırlayan, fakat aynı zamanda koruma maksadı taşıyan yapısı çökmüş, sadece sınırlayan ama sorumluluk almayan ayağı kalmıştır. Aile içi şiddetin temelinde de sorumluluk almayan erkeğin, ‘erkek’ olduğunu hissetmek ve hissettirmek için şiddete başvurduğu bir durum söz konusu.”

Barbarosoğlu, aile içindeki geleneksel “erkek iktidarı” kaybını ise üretimdeki ve işin örgütlenmesindeki değişikliklere bağlıyordu:


“Bunu teknolojinin kullanılış biçiminden ve hizmet sektörünün en geniş sektör olmaya aday olmasından yola çıkarak söylüyorum. Beden gücünün devre dışı kalması, yeni dünya düzeninin beyin gücü ve özellikle ‘tasarım’ merkezli olması, toplumsal örgütlenmeyi kadınlar üzerine bina ediyor.”
(Barbarosoğlu, yazısında “21. yüzyıl ataerkilliğin değil anaerkilliğin yüzyılı olacak” da diyordu ama, o ayrı fasıl.)

 


Yeni bir erkeklik krizi...

Fatma K. Barbarosoğlu, ondan sonra da pek çok yazı yazdı konu üzerine, fakat ne yazık ki biz Nokta’da bu çok ilginç meseleyi, çok arzu etmemize rağmen bir türlü dosya haline getiremedik.

Derginin yayımlanmaya başlamasından dört ay kadar sonra, 2007’nin mart ayı başında, “yükselen erkek şiddeti” konusunda görüşlerini aldığımız Prof. Dr. Nükhet Sirman’ın da benzer şeyler söylediğini görünce, “dosya yapamadık, bari şu söyleşiye dikkat çekelim” düşüncesiyle, Sirman’la yaptığımız söyleşiyi kapaktan gösterdik. Şu spotla: “Erkek artık ‘eve bakan kişi’ olmaktan çıkıyor... Sonuç: Yeni bir erkeklik krizi...”

İçerde ise söyleşiyi şöyle sunmuştuk:


“Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nükhet Sirman, kayıt dışı ekonominin ve part-time işin kadın emeğinin toplam emek içindeki payını arttırdığını, bunun da son 15 yılda yeni bir ‘erkeklik krizi’ne yol açtığını savunuyor. Çünkü erkek artık ‘eve bakan’ kişi olmaktan çıkıyor ve otoritesi sarsılıyor.”

 


“Erkek şiddeti bayram dinlemedi”

O gün bu gündür, “kadın üzerindeki erkek şiddeti”, “aile içi şiddet” haberlerini ne zaman okusam, aklıma hep “azalan erkek kimliği” kavramı geliyor ve bu ilginç önermenin “yükselen erkek şiddeti”ni temellendirme hususundaki onca vaatkârlığına rağmen hiçbir akademik çalışmayla test edilmemiş olmasına hayıflanıyorum.

Aklıma bu kavramı getiren ve hayıflanmama yol açan son olay bayramın birinci günü meydana geldi. Hemen hemen bütün gazetelerin “bayramda bile” vurgusuyla verdikleri haberin Akşam gazetesi versiyonu şöyleydi:


“Erkek şiddeti bayram dinlemedi / Sakarya’nın Karapürçek İlçesi’nde hakkında evden uzaklaştırma kararı bulunan Ali Yaşar Özcan (42) boşanma davası açan eşi Asiye Özcan’ı (39) evinin balkonunda tabancayla vurduktan sonra intihar etti. Talihsiz olay dün Cumhuriyet Mahallesi’nde gerçekleşti. İki oğlu ve bir kızıyla birlikte eşinden ayrı yaşayan Asiye Özcan iki katlı evinin balkonunda komşusuyla birlikte çay içtiği sırada, eve gelen eşi Ali Yaşar Özcan (42) ile tartışmaya başladı. Zanlı koca önce Asiye Özcan’ın başına tabancayla iki el sonra da kendi başına bir el ateş etti. Talihsiz kadın olay yerinde, Ali Yaşar Özcan kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.”

Valla ne diyeyim... Üniversitelerimizin sosyoloji bölümleri uyuyor mu, sosyologlarımız uyuyor mu diyor ve bu faslı kapatıyorum.

Biz gazetecilere gelince... Bizim de artık erkek şiddetinin esasen “feodal” damgalı olduğu şeklindeki ezberimizden vazgeçmemiz lazım. O, “feodal ve yarı-feodal” Türkiye’ye dair bir şeydi, köprülerin altından çok sular aktı.

Birkaç ay önce Nilüfer Göle’yi izlemiştim televizyonda; Bejan Matur’un konuğuydu... Söz şiddetten açılınca, şiddetimizin artık “şehirli ve modern” olduğunu söyledi haklı olarak.

 


Laik orta sınıflar ve toplumsal iktidar kaybı

Son yıllarda erkeklerdeki “dellenme”ye benzeyen bir başka dellenme de “kentli-laik-modern” orta sınıflar arasında yaşanıyor. Bu konuda çok yazdığım için, yazının başlığının imâ ettiğinin tersine, bu dellenme türü üstünde fazla durmayacağım. Yine de kısa bir hatırlatma ile ne demek istediğimi özetleyeyim:

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanından sonraki uzun on yıllar boyunca “üretim ilişkileri” hemen hemen hiç değişmedi. Nüfusun yüzde 70’inden fazlası kırlarda, kapalı-yarı kapalı iktisadi ilişkiler içinde ve bulundukları yerden çıkmadan yaşadılar.

Sonra, malum, bu ilişkiler değişmeye başladı; yeni sürecin en görünen boyutu kırlardan şehirlere yönelik kitlesel göçtü. Kırlarda yaşayanlar, orada yaşadıkları sürece sorun yoktu; çoğunlukla dindar olan bu insanların göçlerle gelip büyük şehirlerin varoşlarına yerleşmeleri de fazla sorun teşkil etmedi. Fakat ne zaman ki onların çocukları şehirlere gelip “laik modernler”le aynı mekânları paylaşmaya ve onlarla her alanda rekabet etmeye başladılar, işte o zaman sorun da başladı.

Bu, açıkça toplumsal iktidara ortak olma talebiydi. Tabii madalyonun öbür yüzünde de o âna kadar her türlü iktidara (iktisadi, kültürel, vb.) ortaksız sahip olanların iktidar kaybı ve paniği vardı.

İktidar kaybı, kişisel ilişkilerde ölümle sonuçlanan şiddet olaylarına yol açabilir; ki bu her gün gazete haberleriyle doğrulanıyor.

Aynı şey toplumsal kesimler için de geçerli: Toplumsal iktidar kaybından mustarip “laik-kentl-modern” kesimler de darbeciliğe varan talepleriyle toplumdaki demokratik ilişkileri yok etmeyi göze alabiliyorlar... Bu da bir şiddet olayı değil mi?

Şu soru da cevabını arıyor: Türkiye’de “erkek dellenmesi” ile “laik dellenme”nin aynı tarihsel döneme rastlaması tesadüf müdür, değil midir?


[email protected]

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar