Berat ÖZİPEK
İki kişi konuşuyor.
Biri göz göre göre yalan söylüyor. Diğeri onun yalanına itiraz edemiyor. Zaten söyleyen de karşısındakinin inanmadığını ama itiraz da edemeyeceğini biliyor. O özgüvenle söylüyor yalanını.
Bazen de yerleşik bir yalan, zamanla hakikatin yerini alıyor. O durumda da doğruyu söyleyen başka köylere tehcir ettiriliyor. Her iki durumda da anormal bir durum bu.
Normalleşmenin en önemli göstergelerinden birisi, yalanla yaşamaktan vazgeçmektir.
Son yazımda iki örnek vermiştim yaygın ve sık kullanılan yalanlara. “Bizim çocuk camı kırmaz” veya “bizim takım şike yapmaz” / “kimse Türk futboluna şike lekesi sürmeye kalkmasın” gibi.
Ama herkes bilir ki, bizim çocuk da camı kırmış olabilir, bizim takım da şikeden daha vahim suçları da pekala işleyebilecek kadar ahlaksız bir yönetime sahiptir ve mikrofon tutulduğunda söylenen sözlerle, ani bir öfkeyle açığa çıkanlar farklıdır. Aslında çoğu kez gerçek fikirler ve duygular da onlardır.
***
“Devlet teröristle görüşmez” de böyle bir yalandı. Herkes bunun yalan olduğunu bilir ama itiraz etmezdi. Bunu söyleyen de, eğer devlete fazlasıyla saf ve temiz duygularla bakan biri değilse, kimsenin itiraz edemeyeceğini bildiği için böyle rahat yalan söylerdi.
Neden “devlet teröristle görüşmez”di?
Öncelikle bu kalıp kendilerine belletildiği için. Devlet ile terör arasındaki ilişkiyi anlamadıkları, örneğin terör kavramının ilk kez devletle ilgili bir faaliyeti tanımlamak için kullanıldığını bilmedikleri için. Hukuku egemenin koyduğu kurallara indirgedikleri, dolayısıyla devleti bir çete irisinden ayıran temel farkı anlamadıkları için. Yurtta ve cihanda “devlet terörü” diye bir şeyden söz edildiğini duymadıkları için. Ya da, genellikle aldatıldıklarını bilen ama bunu kabullenmek istemeyen eşlerin acıklı durumunu andıran tarzda “benim devletim yapmaz”a sığınmak istedikleri için. Ya da, ne bileyim, 1930’ların veya 90’ların devlet terörünü bilmedikleri, “Dersim”, “Ağrı”, “27 Mayıs” veya “12 Eylül” kelimelerini hiç duymadıkları için...
Devlet PKK ile hep görüştü. Hatta derin devlet onunla “şike” yapacak kadar içli dışlı oldu. Ama bunlar hep bilmezden gelindi. Muhalefet iktidarı, iktidar da muhalefete geçtiğinde o günün iktidarını “teröristle pazarlık”la suçladı. Bu kötü piyes yıllarca sahnelendi durdu.
Ama ülke normalleştikçe bu yalanların alıcısı da kalmadı. Şimdi MİT ile PKK arasındaki görüşmeler basına sızdırılınca kıyamet kopacak sananlar yanıldı. Aksine, herkes derinlerde yürütülen uğursuz pazarlıklardansa, meşru hükümetin görüşmesinin doğru ve çok daha hayırlı olacağını gördü. Somut pratikte gördüğünün “senin devletin bir melekti yavrum” diyebileceği bir kurum olmadığını, yoksulların çocuklarını öğüten bu kanlı çarkı kırmak için elini taşın altına koymanın, kurumların muhayyel iffetini korumaktan bin defa önemli olduğunu anladı.
İşte bu yüzden de, söz konusu görüşme kayıtlarını sızdıranlar, eğer o görüşmeyi yapanlar veya yaptıranlar değilse, istemeden normalleşmeye hizmet ettiler.
***
Açıkçası ben bu görüşmelerden çok, bu görüşmeleri yürütenlerin yaklaşım tarzından etkilendiğimi itiraf edeyim. İki taraf da gayet mantıklı konuşuyor.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tanımam, istihbaratçılara, bürokratlara güvenmem. Ama onun okuduğum kadarıyla mantıklı konuşması daha önemlisi sivil iktidarın direktifi ve bilgisi dahilinde görüşüyor olması umut verici.
Kısacası doğru yoldayız.
Çünkü her şeyden önce bir konuda daha yalanı terk edip doğruyu söylemeyi başardık.
Hrant’ın arkadaşlarından mektup
“Sayın Başbakan, Arkadaşımız Hrant Dink’i öldürdüler. Beşinci yılına yaklaşan adalet arayışımız kadük kalmıştır” diye başlıyor mektup. Beşinci yılda hala devletin derin dehlizlerine inilmemesine duyulan haklı öfkeyi yansıtıyor. Aynı zamanda bu kolektif cinayette sorumluluğu açık birilerinin terfi ile ödüllendirilmesine duyulan isyan da var satırlarda.
Sonundaki talep ise gayet açık ve bu benim de talebim:
“Görüneni, görünmeyeni, katillerimizi istiyoruz, adalet olsun, hak hakim olsun diye”.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Yüz yıllık bir parantezi basiretle kapatmak
20.02.2025 - Güven duygusunun pekiştirilmesi risklere karşı sigorta olabilir
16.01.2025 - CHP’nin bileti nereye götürüyor?
8.01.2025 - Çocuk cesetleri üstüne ülke kurmak
20.11.2024 - Bahçeli’nin çağrısı: Geçmiş, bugün ve gelecek
8.11.2024 - Cumhuriyet tartışmaları neyi anlatıyor?
30.10.2024 - Şimdi de uluslararası öğrenciler hedefte
31.03.2024 - Anayasa Mahkemesi doğru yerde duruyor
25.11.2023 - Kâğıt toplayıcısı Yusuf Bey yalnız değil
3.07.2023 - “Sabahın bir sahibi var”
18.05.2023
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Hrac Madooglu
Azinliklara yapilan zulumdan soz ederken, Varlik Vergisinden 2 yil once cikarilan, "20 Kura Amele Taburlari" kanununu da unutmamak lazim. Bu kanun cikarilir cikarilmaz, istanbulda 20-40 yas arasi gayrimuslum erkekler tevkif edilerek toplama kamplarina hapsedildiler. Kendilerine nafia rengi mahkum elbisesi giydirilen ve gayrimuslum olmaktan baska "suc"u bulunmayan bu insanlar agir islerde calistirildilar. Geceleri kendi kazdiklari cukurlarin onune dizilerek, "son duanizi yapin" diye manevi iskenceye maruz kaldilar. ismet inonunun Almanyadan buyuk gaz ocaklari getirttigi ve bunlari Balatta depolara naklettirdigi de rivayet edilir. Halk arasinda "Nafia Hadisesi" olarak bilinen bu vahim olayi bilen cok az insan vardir bugun. Tabi, Cumhuriyetin kurulusundan 90larin sonunda kadar devletin gasp ettigi Azinlik Vakiflarina ait gayrimuenkulleri de unutmamak lazim.