Etyen MAHÇUPYAN
Aptallıkla ilgili yazdıklarımın bazı kişilerde alınganlık yaratma ihtimali olabileceğini geçen hafta hayretle idrak ettim. Yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için kısa bir özet yapmak istiyorum.
1)Aptallık zihnin gelişimiyle birlikte ortaya çıkan doğal bir durum. Doğal seçim aynı zamanda giderek hem daha akıllı hem daha aptal bir tür yaratıyor. Bilincimiz ve muhakeme kabiliyetimiz (on binlerce yıl içinde) artarken, bilinçdışımıza yaslanma ve güvenme eğilimimiz de benzer biçimde güçleniyor.
2)Yazılarımda ‘aptallık’ derken, bilincin alanında ele alınması gereken durumlarda bilinçdışının peşinden gitmeyi kast ediyorum. Genetik yapımız ve hayatımızın ilk birkaç yılı sonucunda ortaya çıkan zihni melekemizin düzeyi değil. Söz konusu zihni melekeyi nasıl kullandığımız.
3)Dolayısıyla insanları kişisel olarak akıllı/aptal şeklinde yaftalama peşinde değilim. İnsanların akıl kullanabilecek iken (şu veya bu nedenle) kullanmamasının yol açtığı toplumsal aptallık hali ile ilgiliyim.
4)Öte yandan aklını kullanmama kişiyi ‘aptal’ yapmıyor. Çünkü temel dürtümüz çevreye olabildiğince başarılı şekilde adapte olmak. Bu ise çoğu zaman ‘duruma’ razı gelmeyi, ‘doğrunun’ ya da ‘gerçeğin’ peşinden gitmemeyi ima ediyor.
5)Diğer deyişle insanlar kendi hayatlarında sağlıklı kalabilme ve başarılı olma uğruna akıllı davranıp genel aptallığın parçası olmayı kabullenebiliyorlar. Buna karşılık toplumsal akıl aptallığı sistemleştirebiliyor, aptallığın kabul ve sonuçlarını kurallaştırabiliyor.
6)Sözünü ettiğim aptallığın bana göre üç türü var. Birincisi otoriter ve ataerkil zihniyetlerin hiyerarşi ve gücü belirleyici kılan özellikleri nedeniyle, toplumsal aklın toplumdaki ortalama aklın altında yer alması ve bir norma dönüşmesi. Türkiye bunun bariz örneklerinden biri.
7)İkinci aptallık türü bir ideolojinin kabullerine gerçeklik payesi vermenin sonucunda toplumsal yararın, dolayısıyla toplumsal aklın değerini yitirmesi, kişisel inancın altında ezilmesi. Aşı karşıtlığının gösterdiği üzere örneğin liberal ideoloji bu türden aptallıklar üretmeye yatkın.
8)Üçüncü aptallık türü ise bu yazıda ele alınıyor… Muhakeme gerektiren işlerde ‘bilme duygusunun’ giderek ağır basması ve nihayette muhakemenin sezgilerin kuyruğuna takılması. Farklı bir ifadeyle uzmanların kendilerini ikna etme (kandırma) kapasitelerinin yükselmesiyle normatif beklentilerine ‘gerçeklik’ payesi vermesi.
Modern dünyamızda mühendisler, doktorlar, hukukçular, gazeteciler, askerler, akademisyenler ve benzeri birçok meslek erbabı (dolayısıyla büyük oranda aydınlar) bu tür aptallığa yatkın. Bu mesleklerde önümüzde çözmemiz gereken bir durum bulunuyor ve bir açıklama getirmemiz, tavsiyede bulunmamız ya da eylem planı yapmamız gerekiyor. Karşımızdaki kişiler bizden ‘doğruyu’ duymak üzere oradalar. Bu durum uzman konumunda olan kişi üzerinde sürekli bir baskı yaratıyor. Önümüze gelen durumu anlamadığımızı, konuyu yeterince bilmediğimizi söylemek psikolojik olarak kolay değil. Üstelik karşımızdaki kişiler nezdinde muhtemel bir itibar kaybı.
Dolayısıyla duygu dünyamızda biliyor olmak istiyoruz ve bilinçdışımız bu endişemizi giderecek hızlı bir çözüm üretiyor. Söz konusu çözüm esas olarak belirli bir muhakeme ‘yoluna’ işaret ediyor. Özgüvenle ifade edebileceğimiz ve ziyaretçilerimizi tatmin edecek bir açıklama yapıyoruz.
İyi de yaptığımız açıklamanın ‘doğru’ olduğunu nereden biliyoruz? Aslında bilmiyoruz ama içimizde o açıklamanın doğru olduğuna dair bir ‘his’ var. Buna ‘bilme duygusu’ deniyor. Zihin çalışmaları bu duygunun bir şeyi bildiğimizi idrak ettiğimiz anda değil, bildiğimizi henüz fark etmemişken ortaya çıktığını gösteriyor.
Yani önce bir bilme duygumuz oluşuyor, ardından ağzımızdan o duyguyu somutlaştıran bir beyan çıkıyor. Bu sayede bilme duygumuz söz konusu beyana ‘bilgi’ niteliği atfediyor.
Birçok kişi bu durumu sezgi kavramı ile açıklıyor. Buna göre bilgi zihnimde ama bilincimde değil. Bilinçdışımda duruyor ve herhangi bir nedenle tetiklendiğinde bir anda bilincime gönderiliyor. O an zihnimde zaten var olan ama bildiğimin farkında olmadığım bir şeyi fark ediyor ve böylece biliyorum.
Ne var ki bu cevap meseleyi çözmüyor. Bilinçdışının ürettiği sezginin doğru bilgi olduğunu nereden biliyorum? Çalışmalardan elde edilen bulgu şöyle: Eğer uzman olarak belirli bir durumu sık yaşıyorsanız ve her seferinde verdiğiniz tavsiyenin geribildirimini hızlı alıyorsanız, bir süre sonra sezgileriniz size doğru yolu gösterebilir. Çünkü bu durumda bilinçdışı benzer girdileri art arda alacak ve onları sınayacaktır. Dolayısıyla yeni bir durumla karşılaşıldığında bilinçdışı bu yeni durumun özelliklerini önceki deneyimlerden hareketle ürettiği bir olasılık yelpazesiyle mukayese edecek ve hızla (doğruluk olasılığı nispeten yüksek) bir kanaate varacaktır.
Bilinçdışımız bu gibi durumlarda bize meseleye nasıl bakmamız, çözümü nerede aramamız gerektiğini söyler. Gelen mesaj çok güçlüdür çünkü denenmiş ve sınanmış bir geçmişi yansıtır. Dolayısıyla bilincimiz bilinçdışının önerisini alır, ona uygun bir şekil verir, etkisini maksimize edecek şekilde yeniden formüle eder ve bu sayede sonucu özgüvenle karşımızdakilere iletiriz.
Ama ya ele aldığımız mesele sıkça tekrarlanan ve hızlı geribildirim elde edilen bir olgu değilse? O durumda bilinçdışını susturup bilince yaslanmak, odaklanmak ve sonucunu öngöremediğimiz bir fikirsel hat oluşturmamız gerekir. Düşünmek, her şeyin bilinemeyeceği bir dünyada, sadece ihtimaliyetler içeren bir karmaşıklıktan el yordamıyla bağlantılar ve nedensellikler üretmek ve bunları da yine bir ihtimaliyet skalasına oturtmak demektir.
Açıkçası hiç kolay iş değil… Çünkü bilinçdışımızın kısa yoldan karar verme baskısına direnmek zordur. Ama dahası da var: Birçok meselede bakışımız nötr değil, o meselenin belirli bir şekilde gelişmesini, sonlanmasını istiyoruz. Yani geleceğe normatif, seçici bakıyoruz. Bazı şeyler olsun, diğerleri olmasın istiyoruz… Çok istediğimiz için de gerçekliğin bizim beklentilerimize doğru gelişme ihtimalinin daha yüksek olduğuna inanma ihtiyacı içindeyiz.
Nitekim aynen ‘bilme duygusu’ gibi bir de ‘inanma duygumuz’ var. İnanacağımız şeyi henüz formüle etmeden, içeriğini idrak etmeden bir şeye inanıyor olma duygusu geliştiriyoruz. Bu sayede daha hızlı, kararlı, özgüvenli ve kendimizle tutarlı davranabiliyoruz. Ne var ki doğru davrandığımızın hiçbir garantisi yok…
Böylece zihniyetlerden ve ideolojilerden bağımsız, tamamen doğal seçim sonucu ortaya çıkmış ve modern dünyanın talepleri karşısında kronikleşmiş, yaygın bir aptallık haline geliyoruz.
Sezgilerin işlevsel olmadığı durumlarda da sezgiye güvenmek ve onu normatif beklentilerle iç içe geçirerek buradan bir gerçeklik çıkarmak… Bilme ve inanma duygularının birleşerek kendi algımızın ‘doğru’ olduğuna bizi ikna etmesi. Öyle ki buna ikna olduğumuz anda tüm verileri kendi öznelliğimizin süzgecinden geçirerek ayıklamaya, bazı verileri görmezden gelmeye, karşı tezleri uç noktalara çekmeye, giderek bilgiye ihtiyaç duymayan bir ‘yalın gerçeklik’ üretmeye doğru gidebiliyoruz.
Bu tür aptallık daha ziyade zikretmiş olduğum uzmanlık gerektiren meslek erbabında (genelde aydınlarda) oluyor. Çünkü onların sezgilerine güvenerek doğru karar verdikleri bir alanları var. Yani sezgilerine aşırı güvenmelerinin maddi bir zemini var. Öte yandan meslek alanlarının dışına çıktıklarında bu türden bir deneyimleri yok. Ne var ki sezgilerine aşırı güven devam edebiliyor…
Ayrıca meslek alanları dışına çıktıklarında genel kamusal alana, örneğin siyasete dair fikir üretme durumundalar. O noktada sade birer vatandaş olmalarına karşın kendi mesleklerinden edindikleri ‘uzmanlık’ duygusunun etkisi altındalar. Ülkenin serencamına ilişkin istek, talep ve tercihlerini serdederken bu uzmanlık duygusundan kurtulmaları kolay olmuyor. Kendilerini ‘doğal olarak’ sıradan vatandaşa göre daha bilgili ve ‘doğru fikirli’ addediyorlar.
Eklemek gerek ki bu kişiler konuşmasını da biliyorlar! Ve üstelik toplumun da onlara yönelik ilave bir saygı ve beklentisi bulunuyor. Konu bu kişilerin uzmanlık alanına girmese bile, sanki akılları her şeye yetecekmiş gibi algılanıyorlar.
Bu durum kendisini kandırmakta mahir olan ‘uzmanların’ toplumu da kandırmasına ve toplu olarak aptallığın sularına sürüklemesine çok müsait. Siyaset bu konuda iyi bir sınav alanı. Gerçekte kimsenin uzmanlık alanı değil, süreklilik ve değişkenlik iç içe, ilişkilere dayanan son derece dinamik bir yapı…
Yapabileceğimiz en iyi şey bilinçaltımızı olabildiğince susturmak, sezgilerimizin kolaycılığına kapılmamak, her şeyi tam olarak anlamak gibi imkânsız hedeflerden uzak durmak, gerçekliği normatif beklentilerimiz doğrultusunda basitleştirmemek, olabildiğince tüm verileri kuşatmaya çalışmak, kritik olguları dışarda bırakmamak ve de bazı olgulara kendi uzmanlık alanımızdan hareketle ilave ağırlık vermekten kaçınmak.
Zihin üzerine çalışmalarda gördüğüm en ilginç olaylardan biri, uzmanlık alanımızın dışında olduğumuzda ve hele ele aldığımız meselenin belirli şekilde çözümlenmesini fazlasıyla istiyorsak bebekliğimizin akıl yürütme formatına dönmemiz. İlk bakışta şaşırtıcı ama aslında değil…
Düşünün önümüzde çok önemsediğimiz, sonucunun bizi maddeten ve manen etkileyecek olduğu bir mesele var. Örneğin Cumhur İttifakı’nın iktidardan düşürülmesi. Buna karşılık elimizde uzmanlığımızdan gelen ve durumu doğru analiz etmeyi sağlayacak bir alet veya bilgi yok. Bilme ve anlama duygumuzu nasıl tatmin edebiliriz?
Kritik bir soru çünkü kendi alanlarında uzman kişiler sıradan vatandaşlardan çok daha fazla bu iki duyguya dayanarak iş yapmış ve haklı çıkmış insanlar… Şimdi onları hem çok ilgilendiren hem de uzmanlıkları dışında bir meselede tavır almaları ve böylece bilme ve anlama duygularının içini doldurmaları gerek.
Bu durumda zihnimizde yöntemsel olarak bebekliğe, yani öğrenme sürecinin başına ve en hızlı olduğu döneme gidiyoruz. Bebekler etraflarında gördükleri her şeyi, insanları da nesneleri de özneleştiriyor ve onlara irade atfediyor. Bir insan ya da oyuncak yer değiştirdiğinde ya da görüntüsünde değişim yaşadığında bunu kendi iradesiyle istediği için yapmış demektir. Bebekler bu iradenin sonuçlarını hareket olarak algıladıkları ölçüde izlenimlerine nedensellik yüklüyorlar. Kısacası bebek için irade sahibi özneler var ve her olay bu öznelerin neden olduğu bir hareketlenmenin sonucu…
Uzmanlar da örneğin siyasete baktıklarında, bilincin uzun ve meşakkatli yolundan gitmektense, bazen (ya da belki çoğu zaman) içgüdüsel olarak bilinçdışının kolaycı çözümüne kapılabiliyor. Siyaset örneğini devam ettirirsek siyasette irade sahibi özneler arıyor, bunların sayısını olabildiğince azaltıyor ve meseleyi basitleştirip yaşananları irade sahibi birkaç öznenin ürettiği nedensellikler olarak tasvir edebiliyorlar. Böyle bir irade görmedikleri zaman ortada nedensellik olmadığına, nedensellik görmediklerinde de ortada bir irade olmadığına hükmediyorlar.
Gerçeklik ve onu anlama yöntemi böylesine basitleştiğinde ‘çözümler’ de haliyle fazla basit oluyor…
Bugünlerde muhalefetin ne yapması gerektiği konusunda serdedilen fikirler iyi bir örnek. Bazı yorumcular meselenin Erdoğan’ın devrilmesi olduğuna, tüm gücün buraya seferber edilmesi gerektiğine inanıyor. Onlara göre ortada apaçık bir irade var ve olan biten her şey o iradenin ürettiği sonuçlardan ibaret. Erdoğan devleti ele geçirmiş durumda. Hatta devlet o denli zayıf ki ele geçirilmesi bile gerekmiyor. Ülkedeki olan ve olmayan her şey doğrusal bir nedensellik bağı ile Erdoğan’ın iradesine bağlanıyor.
Bu görüşü bir sokak röportajında okusak yadırgamayabiliriz. Ama kendisine ilave anlama payesi veren kişilerden duyduğumuzda ortada başka bir mesele olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Esas olay siyaseti irdelemek, anlamak değil. İstenen bir sonuç var ve o denli isteniyor ki anlama çabasının risk taşımasından ürküp, sonucu garanti eden bir analiz öneriliyor. Öte yandan aynı ihtiyaç olayı o denli basitleştiriyor ki hedefin önerilen yöntemle sağlanamayacağını kavramak zorlaşıyor.
En basit olarak bugün anti-Erdoğancılık Erdoğan’ın oyunu artırabiliyor… Çözüm eleştirmemek değil, farklı bir mesaj daha verebilmek. Yarına ilişkin inandırıcı bir hikâyede muhalefetin bir araya gelmesi ve ne kadarında anlaşabiliyorsa onu bir ortak önerme olarak topluma sunması. Çünkü toplum iktidarın yanlışlarının ötesinde kendi yarını ile ilgili bir perspektif duyma ihtiyacında.
Benzer şekilde Erdoğan üzerine yoğunlaşma Bahçeli’yi tümüyle analiz dışına itebiliyor. Ne var ki cumhurbaşkanlığı sistemini getiren, kotarılmakta olan anayasanın temelini yüz madde halinde sunan, her fırsatta ön alarak iktidarın hareket alanını sınırlayan o… Ayrıca devlet kurumlarının tüm alt ve orta kademelerine yapılan personel alımlarının dizginleri de MHP’nin elinde. Buna söz konusu partinin kolluk ve sokak gücünün formel ve enformel aktörleri nezdindeki etkisini de ekleyin… Öte yandan Bahçeli’nin MHP üst yönetiminin bile sonradan öğrendiği tasarrufları oldu ve oluyor. Acaba bu kararlar nasıl alınıyor? Kimler tarafından? Hangi mekanizmayla?
Bilmiyoruz… Ama sonuçlarını biliyoruz. Ülkeyi Bahçeli’nin temsil ettiği bir arka plan ile Erdoğan arasındaki ilişkinin ürettiği bir karar mekanizması yönetiyor. Erdoğan’ın hükmü tabii ki daha fazla. Ama ortağının desteğine muhtaç ve bu da onun bazı sınırlar içinde kalmasını gerektiriyor.
İktidar düşerse esas kaybeden Erdoğan olacak. Yürütme imkânını elinden kaçıracak, geçmiş tasarruflarının bedelini ödemek durumunda kalabilecek ve sıradan vatandaş seviyesine inmenin sosyal ve psikolojik sonuçlarına katlanmak durumunda kalacak. Oysa MHP bürokrasiye büyük ölçüde hâkim. Alacağını almış, kaybedecekleri azalmış durumda. Dolayısıyla her geçen gün Bahçeli kanadının Erdoğan karşısındaki pazarlık gücü artıyor.
Bazı uzmanların (aydınların) Bahçeli’yi küçümseme ihtiyaçları, bu ilişkiyi irdelemenin emek gerektirmesiyle de ilintili. Tek sorumlu Erdoğan olsun, seçimi kaybetsin, her şey ‘güzel’ olsun ihtiyacındalar.
Bu ihtiyaç devlete baktıklarında da onları uç noktalara sürüklüyor. Kendileri devletin dağıldığını, Erdoğan’ın eline geçtiğini savunurken, karşıt görüşleri de devlete özcü, yekpare bakmakla suçluyorlar. Karşıtların ille de maksimalist olmasına muhtaçlar. Aksi halde kendi görüşlerinin ne denli zayıf olduğu ortaya çıkıyor.
Oysa devlet hiçbir zaman ve hiçbir ülkede yekpare değil. Geçmişte de değildi ve gelecekte de olmayacak. Ancak zamandan bağımsız olarak her ülke ve rejimde devletin içindeki bir grup ve/veya ideoloji hiyerarşi içinde daha fazla ağırlık taşıyor ve kullandığı güç nedeniyle onu ‘devlet’ olarak yaşıyoruz. Bugün de Türkiye’de ülkenin temel doğrultusu ve meseleleri üzerinde fikir, niyet ve irade sahibi olan bir devlet var.
Daha da ötesinde devlet mekanizması içinde farklı grupların ortak bir hissiyatta buluşmasına tanık oluyoruz. Yurt içinde bir dönemin kapanması, dünyada dengelerin değişmesi, Batı’nın göreceli geri çekilmesi, Rusya ve Çin’in etki alanının genişlemesi, bürokrasinin neredeyse sıfırdan yeniden yapılanma imkânının verdiği güç, jeopolitik olarak alan genişletme ihtimalinin verdiği heves…
Üstelik bu hissiyat sadece devletin içinde değil. Laik/dindar eksenini yatay kesen bir milliyetçi duygu ve duyarlılık hali var. Toplum yeni(den) endişe, fırsat ve hayallerin eşiğinde. Dolayısıyla İttihatçılık bir doğal zihin kayması olarak yaşanıyor. Gerçekçi bir tasavvur olarak algılanabiliyor ve yeni bir bütünleşmenin ortak duygu ihtiyacına cevap olarak sunuluyor.
İttihatçı hissiyatın kuşatıcılığı geçmişteki İttihatçılığa dönüş değil. Geleceği de ille ona benzemeyecek. Ama bu ülkede yaşanan ortak eziklik duygusunu, Batı’ya duyulan öfkeyi, Türk kimliği etrafında örülen hayalleri, karşılanmamış saygı ihtiyacını bir bütünsel duyarlılık olarak toparlamaya en yatkın ideolojik damar. Dolayısıyla bugünü ‘anlamak’ için bir kavramsal araç.
Derdimiz anlamak değil acilen değiştirmek; dönüştürmek değil gücü devşirmek ise başka…
Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp rahatlayabiliriz… Ama bu tutum doğru önermeler üretmemizi engeller. Aklımızı kullanmaktan vazgeçtiğimizi, kendimizi aptallığın huzurlu sularına bıraktığımızı ima eder.
Gerçekliği basitleştiren duygularımız adaptasyon açısından kıymetli… Ama bilince muhtaç olduğumuz olgular karşısında bir ayak bağı. Türkiye’de siyaset ciddiyet gerektiriyor. Kendimizi değil, gerçekliği ciddiye almayı gerektiriyor…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024
12.04.2024
11.04.2024
28.11.2023