Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Geçmiş olsun
9.04.2014
2782

 Seçimler genelde bir siyasi partiler yarışı olarak görülür. Sanki seçmen pazara çıkmış biridir ve hangi tezgâhtaki ürünün daha iyi olduğuna karar verecektir.

Tabii belirli bir alışkanlıkla hep aynı esnaftanmal alan, ayağı hep aynı tezgâha giden, dilinden anladığı satıcıya muhatap olmaktan hoşlanan bir müşteri tipi de vardır. Bunları daha ideolojik veya kimliksel karar alan seçmene benzetebiliriz. Ancak modern demokratik ortama hakim olan liberal bakış bu noktada hafif bir oportünist kayma gösterir. Satıcıların müşteriye göre hareket edeceğini ve onların istediği ürünü tezgâhına koyacağını öngörür. Böylece tezgâhlar arasındaki farklılık da zaman içinde törpülenir ve ‘serbest rekabet’ hükmünü icra eder. Benzer şekilde siyasette ‘rasyonel’ olan da partilerin seçmene göre tavır alması, toplumsal kesimlerin çoğulcu yapısını olabildiğince kucaklamasıdır. Aksi halde büyüyemez ve siyaseti belirleme açısından etkili olamazlar.

Ne var ki nasıl liberal iktisat teorisi gerçekliği olmayan, fiktif birideal yapıya oturmaktaysa, bu siyaset beklentisi de aynı dertten mustariptir. Çünkü genelde siyaset bir çatışma ve bölüşme alanına karşılık gelir. Özellikle tarihsel gerilimleri bitirmemiş, üstünü örtmüş, bu gerilimleri baskı yoluyla ortadan kaldırmaya kalkmış ülkelerde, toplumun farklı kesimlerinin kendi içinde ve onlarla devlet arasında bir yabancılaşma, bir tür kopuş ortaya çıkabilir. Bu ise farklı kesimlerin kendi kültürel kimliklerinden hareketle sadece belirli siyasi partilere doğru akması, buna koşut olarak her siyasi partinin de kendi tabanını partinin ideolojik kimliği etrafında konsolide etme eğilimini ortaya çıkarır. Sonuç siyasi partiler arasında bir ortak zeminin yaratılmasının giderek güç hale gelmesi ve bütün kavganın ‘kim yönetecek’ noktasına tıkanmasıdır.

Bu tür büyük kırılmalarda çoğunluk hemen hemen daima demokrasiden yana olur. Çünkü demokrasiler en basit haliyle ve asgari koşulla çoğunluğun yönetmesi gerektiğini ima eder. İktidarın ‘doğal’ olarak kendilerine ait olması beklentisi içinde olanlar ise ‘kim yönetmeli’ sorusunu gündemde tutmayı tercih ederler. Çoğunluğun niteliklerinin bu işi ‘doğru’ yapmak açısından yetersiz olduğunu düşünebilir ve çoğunluğu temsil eden siyasi partinin yanlışlarının iktidarın devrilmesi için yeterli olacağını sanabilirler. ‘Kim yönetmeli’ sorusunun cevabı genelde ‘evrensel’ olarak kabul gördüğü düşünülen özellikler üzerinden tanımlanır. Böylece demokrasi bu cenahta giderek anlamını kaybeder… Hele çoğunluğu teşkil eden tabana hitap edilemiyorsa ve hele bu taban sosyolojik olarak genişleme eğilimi gösteriyorsa, kendisini üstün gören kültürel azınlık daha da çaresiz kalır. Bu durum zaten var olan gerilimi iyice derinleştirir ve siyaset bir beka meselesi haline gelir. Söz konusu muhalefet açısından bakıldığında demokrasi giderek insanların nasıl yaşamak istediği değil, kendilerinin ‘demokratik bir yönetimden ne anladığı’ ile sınırlanır, yeniden tanımlanır ve anlamsızlaşır.

Bu salt siyasi bir tablo değildir… Hatta esas olarak siyasetle ilgisiz bir durumdur. Nitekim kendi kültürüne ve ideolojisine tıkanmış, toplumun geri kalanı ile bağı kesilmeye yüz tutmuş olan siyasi parti, çoğu zaman bu durumu değiştirmek için bir istek duyabilir, ortaya bir irade koymaya da niyetlenebilir. Ama bu değişen tutumunu tabanına kabul ettirmesi çok zor olacaktır. Çünkü taban psikolojik bir sorun yaşamaktadır ve bu tür sorunların siyasetle aşılması pek mümkün olmaz. Partinin liderliği tabanı atılan adımın sadece taktiksel olduğuna ikna edebilir ve onların onayını alabilir. Ne yazık ki bu hamleyi kaçınılmaz olarak çoğunluk da görür ve bu dönüşüm geçiren ‘satıcının’ samimi olmadığını kolaylıkla anlar.

Aslında yıkıcı evre de çoğu zaman budur… Çünkü demokrasiler eğiticidir ve hemen her zaman çoğunluğun kendi içinde çoğullaşmasına yol açar. Bu ise çoğunluğun azınlıklara yönelik daha esnek bir yaklaşım geliştirmeleri ile sonuçlanır. Yeter ki bu azınlıklar samimi olsun. Kendilerini bir bütünün parçası olarak görmeyi, kendi kültürel kodlarını bütünün içinde yeniden tanımlamayı becerebilsinler.

Eğer bunu yapamıyor, tezgâha yeni ürün koyamıyor, çoğunluk müşteriyi kendi tezgâhına çekemiyor, üstelik herkesin kendisinden mal almasını bekliyor ve de bütün bunlar olmayınca pazarın kapatılması önerisine destek vermeye kalkıyorlarsa, onlara denecek tek şey ‘geçmiş olsun’ olabilir. Eğer bu tutumda ısrar etmeye kalkarlarsa da, maalesef ‘Allah selamet versin’ demekten başka çare kalmaz. [email protected]          

Not: Bana ait tek Twitter hesabı ‘mahcupyanlink’ olup sadece yazı ve TV programı linkleri vermektedir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar