Gürbüz ÖZALTINLI
Bu ülkede yabancısı olduğumuz bir durum değildi. Fakat “doz” meselesi, hayatta her şeyde olduğu gibi burada da çok önemli. “Kutuplaşma” kavramıyla özetlediğimiz sert“toplumsal çatışma psikolojisi”nden söz ediyorum. 50′li ve 60′lı yılları, içinden yaşayan birisi değilim. Fakat 70′leri çok iyi biliyorum. “Sağ- sol” kimlikler üzerinden yaşanan, şiddet yüklü, yıkıcı ayrışmanın tanığı ve tarafıydım. O yıllarda yaşanan şiddet, bu günlerle kıyas kabul etmez dozda ve yaygınlıktaydı. Devlet, karanlık odalarıyla tam boy kirli bir savaşın içindeydi. Sivil politik yapılar bilerek ya da bilmeyerek bu şiddet sarmalının bir parçasına dönüşmüştü. Henüz Kürt isyanı başlamamıştı. Fakat sadece, sıkıyönetimin ilan edildiği 1978 Aralık ayı sonundan darbe tarihine kadar geçen iki seneden az süre içerisinde yaklaşık beş bin kişi siyasi cinayetlerle hayatını kaybetti. Evlerin basıldığı, kahvehanelerin tarandığı, toplulukların üstüne bombalar atıldığı, katliamların şehir isimleriyle anıldığı bu “manipule edilmiş cinnet” yıllarının üzerine darbe geldi. Yüz binlerce hayat karardı. İşkence doğal sorgulama yöntemine dönüştü. İdamlar peşpeşe yaşandı. Bir dilekçe yazdığı için aydınlar sonunda beraat ettikleri yargılamalarda beş yıl tutuklu kalabildiler. Gazeteler kapatıldı. Partiler feshedildi. Liderler tutuklandı. Şimdilerde kimi muhalif seslerin, ülkenin bu günkü durumunu “o günlerden kötü” ilan etmeleri, sadece “kof ajitasyonun” müşteri bulmasıyla ilgilidir. Nefretten kendini kaybetmenin, – kızılacak da değil- gülünüp geçilecek bir halidir. Fakat burada asıl amacım 70′li yılların kutuplaşmasıyla toplum olarak ödediğimiz bedelleri tartışmak değil. Bunları konunun bir yan patikası olarak hatırlatmak istedim. Asıl söyleyeceğim şu: O yılların kıyıcı şiddeti bile bu günlerde tanık olduğumuz genişlikte ve derinlikte bir kutuplaştırıcı toplumsal psikoloji üretememişti. Toplumun nereden baksanız yüzde 5′ini geçmeyecek bir kesimi ölümüne bir kavga yürütüyor; çoğunluk endişeyle bu kavgayı izliyordu.
70′li yıllarla günümüz kutuplaşması arasındaki iki fark
Şimdiki zamanı anlamlandırmaya çalışırken “toplumsal psikoloji” kavramını özellikle seçiyorum. “Toplumsal”lık, kopuş ve çatışma ruhunun yaygınlığını; “psikoloji” de, yaygın ve derin yaşanan bu durumun nesnel olgularla teyit edilmemişliğini, asla aynı ağırlıkta eyleme dökülmemişliğini, bir algı ve duygu evreni olarak varlığını sürdürdüğünü anlatıyor. Ne hükümet siyasetlerinde, şiddet enstrümanlarının merkeze oturduğu bir baskı ve politik hasmı yıldırma, imha durumu söz konusu; ne de muhalif siyasi aktörler nefret duygularının yaygınlığı ve derinliğiyle karşılaştırılabilir bir sokak şiddeti siyaseti yürütüyor. İkisi de yok. Ve elbette iyi ki yok.
Kısacası, iki dönemi karşılaştırınca ikili bir kontrast göze çarpıyor. Birincisi; o dönemde“ötekine kapanma, nefret etme” bugünlerde yaşadığımız kadar yaygın ve derin bir toplumsallık oluşturmuyor. İkincisi; bugün tanık olduğumuz yaygın ve derin kutuplaşma, o günlerle karşılaştırılamaz bir “şiddet dışılık” üzerinden kendini sürdürüyor.
Sosyolojik tarafların duyguları
Önce bu “nefret”in sosyolojik dağılımıyla ilgili izlenimlerimi belirtmek istiyorum izninizle. Siyasal aktörlerin üslubunu, asabiyesini bir tarafa bırakıyorum. Sıradan insanlara, sosyolojik kümelere bakmayı öneriyorum. Ben, ışığı sosyolojiye tuttuğumda bu “nefret“in laik muhalif kesimlerle, hükümet destekçisi muhafazakâr kesimler arasında asla eşit dağılmadığını gözlemliyorum. Laiklerin muhafazakâr sosyolojiye ve onun siyasi temsilcisi, sembolü olarak öne çıkan Erdoğan’a yönelttikleri nefret, muhafazakârların laiklere ve muhalif siyasi aktörlere dönük duygularıyla benzeşmeyi bir tarafa bırakalım aynı kategoriden bile değil. Laik muhalif sosyolojininkine tereddütsüz “nefret” diyebilecekken, muhafazakâr sosyolojinin muhalefete ilişkin hissettiklerini nitelerken derece derece,” yabancılık”, “benimsememe”, “anti-pati” gibi kelimelere başvurabiliriz. Kuşkusuz her iki kesimden de “uç”ları, en radikalleri ayırmak, genel çoğunluğu yakalamaya çalışmak gerekir. Fakat bu ayıklamadan da laikler değil, muhafazakârlar kazançlı çıkar; bunu da hepimiz biliyoruz.
Duyguların nedenleri
Peki bu, neden böyle?
Laik ajitasyon ya da körleşmenin bu soruya verdiği cevap belli. Diyorlar ki; “çünkü, Erdoğan otoriter bir lider olarak muhalefete baskı uyguluyor, aşağılıyor, ayrıştırıyor bu da laikler üzerinde haklı bir kızgınlık yaratıyor”… İşte bu cevabın tam da kendisi, bir anlamanın,
duruma duyguların biraz ötesinde dışarıdan bakmanın değil, tam tersine kutuplaşmanın; dibine kadar işleyen subjektivizmle nesnel olgulara göz kapatmanın kanıtıdır. 28 Şubat dahil, her türlü aşağılamanın, dışlamanın, siyaset dışı yollardan iktidarı devirmenin failleri ortadayken dönüp Erdoğan’ı baskı, aşağılama ve ayrıştırmanın tek taraflı aktörü ilan etmek başka hiç bir
şeyle açıklanamaz. Kaldı ki, laik sosyolojide yaygın nefret ve dışlamanın sadece Erdoğan’a yöneltilmediğini; doğrudan muhafazakâr toplumun bu nefretten fazlaca payını aldığını da biliyoruz.
Kısacası, AKP iktidarı boyunca sosyolojik süreç şöyle işledi: Muhafazakârlar merkeze yaklaşır ve tolerans kültürüyle daha fazla tanışırken; laik kesimler duygusal bir radikalizme ve hınç-nefret kültürüne savruldu.
Ben bu değişimi esas itibarıyla “kaybeden”, “kazanan” ayrımıyla ilişkilendiriyorum. Gerçekten de Türkiye, 70′lerde izi bile gözükmeyen derinlikte ekonomik, kültürel ve siyasal gücün el değiştirmesine tanık oluyor. Fark burada. Muhafazakârlar, zenginlik, statü ve siyasal güç kazandılar. Bu tatmin, onların kızgın olması için sebep bırakmıyor. Aşağılanmalar sona erdiyse, yoksul ve dışarıda hissetmiyorsanız, siyaseti sizin temsilcileriniz belirliyorsa, güç duygusuyla tanışmışsanız niye ve kime kızacaksınız?
Aynı prizmadan bakıldığında ise laik sosyolojinin durumu pek hazmedilir gibi değil doğrusu. Ayrıcalıklar sona ermiş, hayat tarzı üzerinden statü hissetme imkânı kalmamış, zenginlik ve saygınlık kaybı baş göstermiş. Hem de kendini tüm toplumun “en ileri”,“en aydınlanmış”, “en misyon sahibi” kesimi olduğuna inandırmış; yıllarca bu efsaneyi durmadan üretmiş kesimiyken. Buna can dayanmaz.
Sorunu iyice ağırlaştıran ise bu güç değişiminin tersine çevrilme umutlarının giderek kaybolması. Kimse kendisini kandırmasın; laik sosyoloji bu gün siyasi inisiyatifi yeniden ele alamıyorsa bu onun toplumla konuşma yollarının kapalı olmasından, siyasi özgürlüklerin, medya gücünün buna elvermemesinden falan değil. Laikler dün olduğu gibi bu gün de, muhafazakârlarla yürüttükleri siyasi rekabette hâlâ daha geniş olanaklara sahipler. AK Parti hükümetleri bu güne kadar, eski Türkiye’de laiklerin devletteki hakimiyetlerinin yanına yaklaşabilmiş değil. Askerî vesayetin tasfiyesi ince dengeler üzerinde yürüdü ve bunun bedelini de MİT darbesinde, 17-25 Aralık’ta hepimiz gördük. İsteyen kendisini sonsuza kadar “freedom house” raporlarıyla avutabilir. Fakat medyadaki dengeler de ortada. Asıl sorun laik kültürün ürettiği nefret ve körlüğün kendi dışına açılacak bir siyaset oluşturulabilmesine imkân tanımaması.
Sözün burasında Alper Görmüş’ün kulaklarını çınlatmak, hakkını teslim etmek gerekir. CHP tartışmalarında ısrarla, sosyolojik tabanının bu partide değişime izin vermeyeceğini ileri sürmüştü. Bu güne kadar onu haksız çıkartacak bir işaret almadık. Gerçekten de laik muhalefet, dışarıdan baskı gördüğü için değil, kendi içinde baskı ürettiği için siyaset yapamıyor, topluma açılamıyor. Kendi kendisinin hapishanesini yaratmış bir sosyolojiyle karşı karşıyayız. Tam da bu nedenle CHP’nin Kürt açılımına verdiği cevap Sezgin Tanrıkulu’nu partiye çağırmaktan öteye gidemedi. Tam da bu nedenle andımızın kaldırılmasına bile mızmızlandı parti. Dersim özrü, baş örtüsü yasağı, Ermenilere taziye… Hepsi laik siyasetin ayağına dolaşıyor. “Tamam biliyoruz da konuşursak İzmir ne olacak, sahiller nereye gidecek?” korkusudur siyasal açmaz.
Kutuplaşma neden şiddet üretmiyor?
Evet, 70′li yıllara tanıklık yapmış birisiyseniz, düz bir bakışla, bu kutuplaşmanın şiddete dökülmesini beklersiniz. Neden böyle bir felakete sürüklenmiyoruz?
Bu, salkım saçak tartışılabilir bir konu. Fakat merkezde duran tayin edici bir faktör var ki, bana bütün açıklamalardan daha ikna edici geliyor. O da devletin konumudur. Türkiye’de devletin bizzat içinde olmadığı veya izin vermediği, denetimsiz bir sivil şiddetin yayılma yeteneği olmadığını düşünüyorum. Etnik ayaklanmaları ayıralım. Fakat orada bile şiddetin sivil alana yayılmadığını, devletle etnik topluluğun karşılıklı şiddet ürettiğini unutmayalım.
Kanımca Türkiye’nin yakaladığı en büyük şans, kirli şiddeti temel enstrüman olarak kullanan devlet geleneğinden kopuş yoluna girmiş olmasıdır. 70′li yılların sivil görünümlü şiddetinin temel aktörü hiç kuşku yok ki devletti. Bu İttihatçı kadim yöntemdir ve AK Parti döneminin başlarında da ona karşı harekete geçmiştir. Hrant başta olmak üzere, Danıştay cinayetinin, Zirve katliamının, Rahip Santoro suikastının arkasındaki adresi tahmin etmeyenimiz var mı?
Evet, bugün de gösterilerde izahı kolay olmayan can kayıpları yaşanıyor. Bu ölümlerin mutlaka soruşturulması ve engellenmesi gerekir. Başbakan bu tür olaylarda ölümlerin kaçınılmaz olduğunu, bunları engelleyemeyeceğini biliyor ve siyaseten bunu toplum gözünde meşrulaştırma yolunu seçiyor olabilir. Ne olursa olsun; kamuoyuna konuşurken sadece göstericilerin şiddetine odaklanması; bir ölümün hemen ardından polisin sabrına şaşırdığını ifade edebilmesi benim aklımın almayacağı bir siyaset tarzı. Bir sıkışıklığı ya da çaresizliği aşmanın yolu bu olmasa gerek.
Ya da söylediklerine gerçekten inanıyor, o sözler olaylara bakışını, duygularını yansıtıyor olabilir. Eğer böyleyse durum daha da vahim demektir.
Fakat, Erdoğan bu tür tartışmalarda ne kadar sert ve cepheden eleştiriyi hak ediyor olursa olsun; organize, planlı, kirli devlet teröründen kopuş sürecinin de başlıca aktörüdür. Muhalif olmak, eleştirmek bunu görmeyi engellemez. Duygularla mesafe koyabilmek, nesnellik karşısında dürüstlüğü önemsemek bunu fark etmeye yeter.
Son söz
Bugünün kutuplaşmacı toplumsal psikolojisi kof bir ajitasyon dili yarattı. Süreçleri anlamak, eleştiriyi doğru yerden kurmaya çalışmak yerine kaba düşmanlaştırma söylemi her yanı kuşattı. İnternete dalan “diktatör”, “hain”, “katil” klişelerini peş peşe savuruyor. Eli kalem tutan bazılarının da yaptığı bunun biraz inceltilmişini aşmıyor.
Özellikle 80 sonrası kuşağın, kendisini bu ağır kokulu son derece verimsiz atmosferden koruması kanımca çok önemli.
Bunun için, çok acı tecrübelerden gelen her birimize düşen sorumluklar var.
Ben, sınırlarımın da farkında olarak bu çabaya katkı yapmaya çalışıyorum.
Okuduğunda, ağız dolusu sövüp saymadan önce üzerine bir tek dakika durup “acaba?”sorusunu soran her bir insanı kazanç sayıyorum.
Bu kutuplaşma da aşılır. Normal rekabete dönülür. Enseyi karartmayalım diyorum…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları


















































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023