Gürbüz ÖZALTINLI

Gürbüz ÖZALTINLI
Gürbüz ÖZALTINLI
Serbestiyet Tüm Yazıları
Şiddet ve meşruiyet
6.12.2011
2846

 PKK, belirgin bir Kürt sosyolojisini temsil gücüne sahip bir örgüt. İnkâr ve asimilasyon politikalarına tepki olarak doğdu ve Kürt milli kimliğinin inşasında etkin rol oynadı. Varlığını hukukun onaylamıyor oluşu onun zayıf tarafıdır ama kendiliğinden meşruiyetine son vermez.

Bu gün KCK tutuklamaları karşısında güçlü bir eleştiri yükselmiyor oluşunun temel nedeni, bu yapının hukuk dışı olması değildir. PKK açısından daha derin, çok daha öldürücü bir meşruiyet krizi baş göstermiştir. Mesele “illegalite”de değil, terör politikasındadır. PKK’nın “iş göreceğine” inandığı terör politikası, bütün ahlaki zeminini yitirmiş olduğu için Kürtlerin haklarının savunuculuğunu yapanların da gözünde örgütün meşruiyetinin ileri derecede aşınmasına yol açmıştır.

Öte tarafta devlet de bir şiddet örgütüdür. Onun, “eşitlik, adalet, özgürlük” gibi yüksek değerleri içerdiği varsayılan “hukuk” aracılığıyla saygınlaştırılmış olması, şiddet aygıtı olduğu gerçeğini değiştirmez. Devleti tüm diğer şiddet yapılarından ayıran hukuk içiliğin sağladığı meşruiyet, aynı zamanda onun zayıf tarafıdır da. Çünkü ortada o kadar karşı konulamaz bir şiddet tekeli vardır ki, o ancak içine yerleşeceği adil, özgürlükçü kurallara bağlı olarak toplumu korumak amaçlı kullanılabilir. Aksi takdirde toplumun kendisini güvende hissetmesi olanaksızdır. Bu endişe devlet şiddetinin meşruiyetini ortadan kaldırır, tepki üretir.

Şu denklemi kurabiliriz: Devlet dışı siyasi yapılar için meşruiyetin tükendiği yer esas olarak hukuk dışı olmak değil, şiddet kullanımı iken; devlet için meşruiyetin tükendiği yer şiddet kullanımı değil, bunun hukuk dışı olmasıdır.

Hukuk dışı devlet şiddetinin “sağlayacağı hiçbir fayda” ,yarattığı zararla yarışamaz.

O nedenle, geçtiğimiz hafta Alper Görmüş’ün medyada gönüllü dezenformasyon sorununa dikkat çektiği yazısında ele aldığı örnek olay çok önemliydi. Zaman ve Hürriyet gazeteleri, KCK operasyonunda gözaltına alınan bir avukatın fotoğrafını yayımlamışlar ve PKK kamplarında silah eğitimi yaptığını yazmışlardı. Ardından, söz konusu fotoğrafın silah eğitimi ile hiçbir ilgisinin olmadığı anlaşılmış; avukatın arkadaşlarıyla gittiği bir piknikte çekildiği, görünen silahın da ruhsatlı olduğu ortaya çıkmıştı. Ayrıca söz konusu avukat savcılık aşamasında serbest bırakılmıştı.

Aynı konuyu Murat Belge, otoriter modernleşmenin dayattığı “misyonculuk” anlayışını analiz ederek genişletti. Medyanın ve hukukun gerçek işlevlerine yabancılaşarak, modernleşmeye hizmet misyonuyla nasıl kalıcı, ağır tahribatlara yol açtığını yazdı.

Bizim hukuk adını verdiğimiz kanunlar yığını, devletin şiddetini sınırlandırmak yerine, muğlâk ölçütlerle olağanüstü genişletmek üzere tasarlanmıştır. Buna rağmen yine de sınırlar aşılırsa, bunu görmezden gelen, hatta destekleyen bir medya ve yargı geleneğine sahibiz.

Derin devletin sökülüp atılması olağanüstü önemde bir gelişmeydi. Ancak, bu bir “güvenlik metodolojisinin” kendiliğinden sona ermesi demek değildir. Kirli, karanlık iktidar yapılarının devlet derinliklerinden tasfiye edilmesi başka şeydir; güvenlik bürokrasisinin temiz bir zihniyet üzerinden yeniden inşa edilmesi başka bir şey.

Son olaya bu gözle de yeniden bakmak iyi olur. Medya ya da adli bürokrasi daha çok ikincil aktörler olarak rol alıyorlar hukuk dışı devlet şiddetinde. Bu şiddeti üreten esas fail nerede duruyor bunu sormak lazım. Dünyanın diğer ülkelerinde nasıldır gerçekten bilmiyorum. Ama demokratik geleneği güçlü; sivil toplumun seçilmişleri, seçilmişlerin de bürokrasiyi şeffaflık içinde denetlediği ülkelerde bizden farklı geleneklerin işlediğini zannediyorum.

Bizim ülkemizde eli silah tutan bürokrasi, sanırım hep işlevinin üzerinde bir misyonla ve özerklik imkânlarıyla var oldu. Siyasetin çizdiği yönde “teknik bir iş” gören memurlar olmaktan daha ötede; üretilen politikalarda bizzat söz söyleme iddiasında oldular. Kamuoyu oluşturma gayreti göstermekten kaçınmadılar. “Amaç” tayin ederken de, bu amaca doğru ilerlerken de hukuk içinde kalma refleksleri güçlü olmadı. Tam tersine; hukukun açıkça dışına çıktıklarında, sistemin, yargı başta olmak üzere tüm aygıtları tarafından kollandıkları bir geleneğin içinden geliyorlar.

Bugün artık devlet blokunun çok parçalı, özerklikler içinde başına buyruk kompartımanlara ayrılmış halinin sonuna geldiğini düşünebiliriz. Seçilmiş siyasi iradenin bugüne kadar hiç olmadığı kadar bürokrasiye egemen olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Fakat belli ki bu durum, eski kirli yöntemlerin kazınıp atılması sonucunu vermeye yetmiyor. İşkencenin, “faili meçhul” suikastların, kanlı provokasyonların üstüne gidilip sonuç alınmış olmasını katiyen küçümsüyor değilim. Bütün bunlar hayatımızda olağanüstü bir sıçramayı temsil ediyor.

Ama, şunu da söyleyemeyiz: “Bu kadar da olur. Densizin birisi dezenformasyon çalımı atmış. Üstünde durmaya değmez.” Hayır, bunu kabul edemeyiz.

Bu mantık, “küçük” “büyük” ayrımı yapmanın nasıl derin bir çürümeye kapı açtığını gizlemeye yarar.

Ben, doğrusu bu küçük (!) örneği gördüğüm yerde, sadece kişiliği hukuk güvencesinde korumaya alınmış saygın bir insanın haklarının ahlaksızca çiğnenmiş olduğunu düşünmem. Aynı zamanda, bunun başka, ortaya çıkmamış örneklerinin olduğunu varsayarım. “İşini bilen” bir kadronun yaptığı ilkdezenformasyonda yakalanmış olduğunu gerçekçi bulmam çünkü. Ayrıca, bu yöntemleri kullanmayı sıradan bir bürokratik işgüzarlık olarak değil, kendini politik misyonla yüklü saymanın işareti olarak algılarım. Ve şu korkunç şüphe zihnimde leke gibi yayılır: Bu ülke temizlendi mi gerçekten? Biz artık bu devletin hukuka uygun işlediğine inanırken fazla mı ahmaklık yapıyoruz?

Bu soruların açtığı kapılar kimseye hayır getirmez.

En çok da, önünde sonunda olup biten her şeyin hesabını topluma vermek zorunda kalacak olan siyasilere...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar