Hilâl KAPLAN

Kavga etme hürriyeti
13.05.2011
2110

"Ancak kavgada vurulan acı duymaz / ve kavga edebilmek hürriyetidir / en mühimi hürriyetlerin."

Uzun ama o kadar da uzun olmayan bir zaman evvel Nazım Hikmet bu dizeleri "Kemal Tahir'e mektup"ta yazmıştı. Neden yazdığı önemlidir ve biraz da şimdiki meselemize dairdir aslında.

Dün Erkam Tufan Aytav'ın "Türkiye'de öteki olmak" kitabının tanıtım toplantısındaydım. Bu güzel kitapta yer alan güzel insanlar ve onları dinlemeye gelen diğer güzel insanlarla beraberdim. Erkam Bey'in Türkiye'de ötekileştirilen gruplardan insanlarla yaptığı mülakatların yer aldığı bu kitapta Gayri Müslimlerden Romanlara, Kürtlerden başörtülülere kadar pek çok toplumsal gruptan insan derdini anlatmış. Dert dolu bir kitap bu, dermanı yine birbirimizde arayan bir kitap...

Süryani Katolik Ruhani reisi Yusuf Sağ'ın "Rab Allah sizleri ve sizin gibileri çoğaltsın" duasıyla biten konuşması, Türkiye Musevî Cemaati Hahambaşı Genel Sekreteri Yusuf Altıntaş'ın "Bugüne kadar bizleri hep "iç düşman" diye tanıttılar. Nasıl, düşmana benziyor muyum?" diyerek sistemi sorgulatan sorusu, Prof. Yorgo Stefanopulos'un İmam Hatip Lisesi mezunu olduğu için asistanlığına karşı çıkılan öğrencisine sahip çıkışını naklettiği anekdotu, Yazar Mario Levi'nin babasının itirazlarına rağmen kimliğini saklayıp gizlemeden yüreğini nasıl ortaya koyduğunu anlatışı hâlâ kulaklarımda...

Öyle kalleş bir sistemde yaşıyoruz ki mertçe bile dövüşmemiş bizimle. Ya sürmüş ya dövmüş ya can almış ya kovmuş ama illa ki bu topraklardaki varlığımız için kendisiyle "kavga etme hürriyetimizi" elimizden almış. Çünkü korkmuş, bu yüzden de en iyi bildiği şeyi yapmış ve birbirimiz için tehdit olduğumuz korkusunu yaymış, bizleri de buna inandırmış. Bu kalleşlikten bir şekilde "sağ" kurtulanlarsa ancak bugün kendilerini gelip ses verebiliyorlar.

Tanıtım toplantısındaki panelde her birimizin belli bir kimlik kategorisini temsilen, yan yana dizilmişliğimizi görünce; halimizi birbirine yaralarını gösteren küçük çocuklara benzettim. "Beni düşürdüler, buram yaralandı; beni de düşürdüler, şuram yaralandı" der gibiydik âdeta.

Sevgili dostum Hayko Bağdat verdiği bir röportajda şöyle diyor: "Ben bugün öldürülen arkadaşımın cenazesinden mutluluk duyan bir zavallıyım" (Tanık, Mart 2011). Evet, Hrant Dink'in cenazesine katılan insan sayısıyla övünen bir toplumuz şimdilik. Belki iyileşmek için birbirimizle yaralarımız üzerinden dertleşmek de bir girizgâhtır, bilmiyorum. Ancak beraber kutlayacağımız, başarılarımıza da sevinebileceğimiz, birbirimizin kimlik kategorilerinden çok daha fazlası olduğunu idrak ettiğimiz başka bir bir ülkeyi gerçekleştirebileceğimiz günler de yakındır belki. En azından ben öyle olduğuna inanmak istiyorum. Zaten "kavga etme hürriyeti"mizi kazandığımız vakit, bu işin sonu karakolda bitmeyecek, onu biliyorum.

Richard Falk'un selâmı var

Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı vesilesiyle Türkiye'de bulunan dünyaca ünlü hukuk ve uluslar arası ilişkiler uzmanı Prof. Richard Falk'la görüşme imkânı buldum. Amerikan dış politikasına, 11 Eylül saldırısına ve Filistin meselesine dair ana akım görüşlere karşı muhalif duruşuyla bilinen Richard Falk, 2008 yılında BM'nin Filistin toprakları İnsan Hakları Konseyi özel raportörü olarak atanmıştı. Kendisinin Yeni Şafak okurlarına selamını ileterek, konuştuklarımızın özetini aktarıyorum:

HK: Öncelikle El Fetih ve Hamas arasındaki ulusal birlik anlaşmasını sormak istiyorum. Her ne kadar Mısır'daki imza töreninden görüntülerini izlerken içim içime sığmasa da, bu anlaşmanın uzun vadede yürütülüp yürütülemeyeceğine dair kuşkularım var. Zira Mustafa Barguti'nin yakınlarda Foreign Policy'e verdiği röportajdan öğrendiğimize göre anlaşma genel bir uzlaşma üzerine kurulmuş ve ayrıntıların hiçbiri istişare edilmemiş. Siz ne düşünüyorsunuz?

RF: Bu önemli bir ilk adımdır. Bu öncül anlaşma olmasaydı, hiçbir kazanım elde edilemezdi. Birlik tesis edilmeden, meşru bir temsiliyetin kazanılması mümkün değildi. Bu iki grup da birbirlerine oldukça kötü şeyler yaptılar. Yani belli bir güvensizlik mevcut. İsrail de bu birliği bozmak için çaba sarfedecektir. Süreci izlemek ve ümitvâr olmak gerek. Eğer İsrail de realistse, bu sürecin gelişmesine katkı sunmalıdır.

HK: İsrail, yasadışı yerleşim politikasına ısrarla devam ettiği müddetçe, sürece katkı sunması mümkün mü? Bu anlamda "iki devletli bir çözüm" hayata geçirilmesi mümkün bir öneri mi sizce?

RF: İsrail, yasadışı yerleşimlere son vermedikçe ve olanları da yıkmadıkça bağımsız iki devlet projesinin uygulanabilirliğinden bahsetmek pek mümkün değil. Öte yandan İsrail yasa dışı yerleşimlere karşı bir imha sürecine girerse, İsrail'in bir iç savaşa gireceği de kesin.

HK: Bu noktada Filistin tarafının duruşunu nasıl buluyorsunuz?

RF: Aslında Filistin tarafı ne önerirse önersin, İsrail ilgilenmiyor. Filistin tarafının önerdiklerine baktığınızda çok somut ve uygulanabilir talepler var. 1967 sınırlarına dönüş, demokratik seçimler, vb. gibi. Ancak İsrail barış yapmak için üzerinde bir baskı hissetmiyor. Yayılmacı politikalarına devam ediyor. Güney Afrika örneğinden olduğu gibi barışın tesisine yönelik uluslararası bir baskı mekanizmasının işlemesi elzem.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar