İbrahim Kiras

İbrahim Kiras
İbrahim Kiras
Karar Tüm Yazıları
Hükümet yalanladı konu kapandı
9.08.2025
65

Dünyanın her yerinde hükümetler yaptıkları yanlış işlerden dolayı da yapmaları gerektiği halde yapmadıkları işlerden dolayı da eleştirilir. Bundan daha normal bir şey olamaz. Hatasız kul olmadığı gibi hatasız hükümet de olmaz. Dolayısıyla sorumluluk makamında bulunmak yeri geldiğinde en sert eleştirilere muhatap olmayı gerektirir.

Mamafih siyasetçilerin eleştiriden pek hoşlanmadıkları da bir gerçek. Aslına bakarsanız hiçbirimiz hoşlanmayız yaptığımız birtakım hatalardan dolayı yerden yere vurulmaktan. Ama hayatın gerçekleri paşa gönlümüzü her zaman memnun edemiyor.

Devlet çarkını idare etme sorumluluğunu üzerine almış olan kadroların da çıktıkları sahnede her daim alkış sesi duymayacaklarını, bazen de ıslıklarla karşılaşacaklarını bilmeleri gerekiyor.

Şu da var ki demokratik düzenin yerleşik hale geldiği ülkelerde hiç kimse ve hiçbir kurum üstlendiği görevin gereğini yaptığı için alkışlanmaz ama görevinin gereğini yapmadığında ıslıklanır. Görevini yapması normal, yapmaması anormaldir çünkü.

Bizde durum biraz daha farklı. Bizim siyasetçiler görevlerini yaptıkları için toplumun kendilerine minnettar olmasını beklerler. Buna mukabil, yaptıkları yanlışlar eleştirildiğinde küplere binerler. Eleştirilerde mutlaka art niyet ve düşmanlık görürler. Daha da kötüsü, bu eleştirileri dile getirenleri susturmak isterler. Maalesef imkan bulduklarında da bunu yaparlar. Bu tutum bizde son on yıl içinde ortaya çıkmış bir eğilim değildir tabii. Yakın ve uzak tarihimizde örnekleri çoktur.

Yalnız buradaki asıl problem, eleştiriler karşısında sergilenen tahammülsüzlüğün büyük ölçüde özgüven eksikliğinden kaynaklandığını anlamamaktır. Özgüvensizlik bir aşamada çaresizlik demektir. Bu da yönetim anlayışının doğurduğu hataların artık savunulamaz boyutlara gelmiş olmasının sonucudur. Daha açıkçası, ne hatadan dönmenin ne de topluma kendi durumunu izah etmenin imkanlarının çoktan harcanıp bitmiş olmasının sonucu...

Bu aşamada yapılabilecekler fazlasıyla sınırlıdır. Bu az sayıdaki seçeneklerden biri ise deve kuşu reaksiyonudur.

Bilirsiniz, deve kuşları bir tehlikeden kaçınmanın imkansız olduğunu gördüklerinde son çare olarak başlarını kuma gömerler. İnsanda da vardır bu psikolojik savunma mekanizmasının benzeri tepki modelleri. Bazen gerçeklere gözümüzü kapamak gerçeklerle yüzleşmekten daha rahatlatıcı gelir bize de.

Bazen kurumlar da insanlar gibi çaresiz durumlarda psikolojik savunma mekanizmalarını devreye sokarlar. Kurumlar da bizim gibi kanlı canlı insanlarca yönetilir ne de olsa. Nitekim son zamanlarda yaşanan olaylara ve bunlara verilen tepkilere bakılırsa, mevcut hükümetin gözle görülür elle tutulur gerçeklerle ilişkisi de ancak bu zaviyeden açıklanabilir gibi görünüyor.

Bugünkü siyasi iktidarın “gerçekleri yönetme” politikası çerçevesinde tuttuğu yol -kibarca söylemek gerekirse- özgüveni yerinde, sorunun kaynağının farkında, çözümün nerede olduğundan haberli bir öznenin yolu gibi görünmüyor.

Türkiye kaç gündür sahte diploma skandalıyla çalkalanıyor. Anlaşılan o ki dijital sistemimiz yol geçen hanına dönmüş.

Şimdi bu vahim duruma hangi zaafların, hangi hataların, hangi eksiklerin yol açtığını görmek ve ona göre tedbir almak gerekmez mi? Bunu yapmak yerine konunun haberleştirilmesine “hükümeti başarısız gibi göstermeye yönelik algı operasyonu” damgasını vurmak doğru tutum mu? İnsanlar neyin ne olduğunu görmüyorlar mı?

Önceki gün Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, konuyla ilgili ortaya atılan iddiaların doğru olmadığını ileri sürerek, “Yetkili kişi ve kurumlarımızın açıklamalarını esas almak en emin yoldur” diye açıklama yaptı.

Problem de burada zaten. Yetkili kişi ve kurumlara güvenin kalmaması. Bu güvenin geçen zaman içinde hoyratça tüketilmiş olması.

Bugünkü olay hakkında da “yetkili kişi ve kurumlar” genel geçer yuvarlak ifadelerle “Haberler doğru değil, algı operasyonu yapılıyor, amaç hükümetimizi yıpratmak” diyorlar hep bir ağızdan. Kamuoyunu ikna edecek belgeler ve kanıtlar ortaya koymaksızın “Bu haber yalan” dediklerinde o haberin yalan sayılmasını istiyorlar.

Vaktiyle İsrail ile ticaret konusunda da bu tavrın aynısı sergilenmişti… Gazze’de soykırım devam ederken, Türk gemileri vızır vızır İsrail limanlarına yük taşıyordu. Taşınan yükün büyük kısmı da İsrail ordusunun ihtiyaç duyduğu maddelerden oluşmaktaydı. Bunları gündeme getirdiğimizde; "bu haberler doğru değil, iftira" diye açıklama yaptı “yetkili kişi ve kurumlar”. Bu iddiaları dile getirenlerin terör örgütlerine ve İsrail’e hizmet ettiğini bile söylediler. Sonra yerel seçimler geldi. Bu seçimde iktidar partisinin uğradığı hezimetin sebepleri arasında İsrail konusundaki çift taraflı siyasetin de olduğu düşüncesiyle geri adım atıldı. İsrail ile ticaretin durdurulduğu açıklandı. Böylece daha evvel “İsrail ile ticaret yok” derken millete yalan söylenmiş olduğu da itiraf edildi.

O günlerde belgeli ve somut gerçeklere gözümüzü kapatıp “yetkili kişi ve kurumların açıklamalarını” gerçek kabul etmiş olsaydık “en emin yolu” mu tutmuş olacaktık?

Eleştirilerin odağında yer alan kurumlardan biri YÖK. Bu yetkili kurumumuzun açıklamasına göre, ‘sahte diplomalı 400 akademisyen’ iddiası yükseköğretim kurumlarını ve bilim insanlarını değersizleştirmeye yönelikmiş. Yetkili kurumumuz “bazı basın yayın organları ile sosyal medya platformlarında yapılan paylaşımlar” hakkında suç duyurusunda bulunmuş.

Bir kere, söz konusu iddia gazetecilerin uydurması değil, savcılığın hazırlayıp mahkemenin kabul ettiği iddianamede yer verilen bir sanık ifadesi bu. Konuyla ilgili haberlerde yer almasında bir anormallik yok. Bu iddia haberlere yansımamış olsaydı ancak o zaman bir anormallikten bahsetmemiz gerekirdi.

Ayrıca burada önemli olan sayı mı? Tahminlerden daha az kişinin bu işlerden fayda sağladığı ortaya çıkarsa mesele kapanacak mı? “Olur o kadar canım” diye her şeyi unutacak mıyız?

AK Partili milletvekilinin dediği gibi “Dünyanın her yerinde olabilecek bir korsanlık” diyerek kenara mı çekileceğiz?

Dünyanın her yerinde yaşanan internet korsanlıklarından biri mi bu konuşulan konu?

Dünyanın neresinde olabilir acaba böylesi olaylar? Avrupa’da mı yoksa Asya’da mı? Kuzey Amerika’da mı yoksa Güney Amerika’da mı?

Hukukun üstün tutulduğu, yargının bağımsız olduğu, denge denetleme mekanizmalarının çalıştığı, kurumsal birikimlerin korunduğu bir ülkede olabilir mi bizde olanlar?

Bunu söylemek utanç verici ama gerçek bu maalesef.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar