İbrahim SEDİYANİ
Film izlerken görmüşsünüzdür. Örneğin Yeşilçam Sineması’nın çektiği dînî filmlerde müşriklerin ve putperestlerin davranışları anlatılırken, özellikle de Kemal Sunal – Şener Şen filmlerinde köylü toplumunun cahil halleri ve sürü psikolojisiyle ortaya koydukları davranış biçimi resmedilirken, muhakkak izlemişsinizdir.
Örneğin köyde bir kadına iftira atılmış diyelim (bu genelde filmde Şaban’ın yani Kemal Sunal’ın sevdiği kız oluyor). O iftirayı bizzat hazırlayan ve atan kişi(ler), kalabalığa hitaben tahrik edici bir konuşma yapar, “Bu ahlaksızları köyden kovalım, öldürelim, bunlar yüzünden başımıza musibetler geliyor, yağmur yağmıyor, bunlar yüzünden ürünlerimiz mahsül vermiyor, onu öldürmezsek başımıza taş yağacak” minvalinde kışkırtıcı şeyler söyler. Kalabalık da toplu halde kollarını havaya kaldırıp hep bir ağızdan “Eveeeet, bunları öldüreliiiim, kovalıııım” diye slogan atarlar. Hepsi aynı şekilde kollarını kaldırır, aynı anda ve aynı cümleleri sarfeder, gözlerini aynı biçimde açar, kaşlarını aynı biçimde çatarlar.
Benzer sahneleri Türk Sineması’nın çektiği dînî filmlerde, bir peygamberin veya herhangi bir evliyânın hayatının anlatıldığı filmlerde, müşrik ve putperest toplumun davranışlarında da görmek mümkün. Çok kolay tahrik edilir, gösterilen hedefe hemen yönlendirilebilir, duydukları sahih midir, söylenenler doğru mudur asla sorgulamazlar.
Kendi taraftakiler ne yaparlarsa yapsınlar savunurlar, karşı taraftakiler ne yaparlarsa yapsınlar karşı çıkarlar. Hiçbir zaman ne bir fiili savunur ne de bir fiile karşı çıkarlar. Savundukları tek şey kendi cenahları, muhalefet ettikleri tek şey de öbür cenahtır.
Bizler televizyon başında filmi izlerken, o insanların ne kadar cahil ve bağnaz olduklarını hemen anlarız değil mi? Öyle ki, acırız o cahil hallerine. İçimizden, “Vah vah, ne kadar cahil insanlar varmış bu dünyada? Bu nasıl bağnaz bir gürûh böyle?” diye söyleniriz.
Televizyon ekrânından seyrederken cehalet ve bağnazlık olduğunu hemen anladığımız ve idrak ettiğimiz bu kitle psikolojisini, yaşadığımız gerçek hayatta karşımıza çıktığında anlamak ve idrak etmek neden bu kadar zordur?
Oysa şimdiki Türkiye toplumu, tam anlamıyla böyle bir toplumdur. AK Parti seçmeninden CHP seçmenine, MHP seçmeninden HDP seçmenine, İslamcı’sıyla Laik’iyle, Sağcı’sıyla Solcu’suyla, Alevî’siyle Sünnî’siyle, Türk’üyle ve Kürd’üyle, tıpatıp o filmlerdeki cahil gürûh gibi bir toplum olduğumuzu, davranışlarımızın tıpkı o insanların davranışları gibi olduğunu neden göremiyor, farkına varamıyor, anlamıyoruz?
Bilhassa iktidar yanlısı cenah, yani AK Parti tarafındaki (“cephesindeki” demek daha doğru sanırım) gürûhun, yazarlarının, gazetecilerinin, STK ve derneklerinin ortaya koydukları davranış biçimi, tıpkı yukarıda canlandırdığımız, Kemal Sunal – Şener Şen filmlerindeki cahil köylü kalabalığının davranış biçimidir. Aralarında en ufak bir fark dahi yoktur.
İktidar “Barış Süreci” başlatır, barışın ve kardeşliğin ne kadar önemli olduğunu anlatır, “Artık tek bir ferd dahi toprağa düşmemelidir” der, iktidar yanlısı gazeteciler, yazarlar, STK’lar tıpkı o Kemal Sunal – Şener Şen filmlerindeki gürûh gibi hep bir ağızdan, “Eveeet… Barış çok güzel birşeydiiiir… Artık tek bir ferd toprağa düşmemelidiiiir” diye bağırır, trol ve troliçeler sosyal medyada “barış âyetleri”paylaşır. O hallerine bakınca, ister istemez imrenir, gıpta edersiniz; “Nasıl da âşıklar barışa, kardeşliğe! Bir tek insanın dahi burnunun kanamasını istemiyorlar. Ne kadar güzel, altın kalpli insanlar bunlar” diye düşünürsünüz. Fakat İktidar bu sefer“savaş tamtamları” çalar, “Ne müzakeresi, ne masası!?.. Bunlarla barış marış olmaz!.. Son ferd kalmayıncaya kadar hepsini temizleyeceğiz, kökünü kurutmalıyız” diye gürler, o aynı gazeteciler, yazarlar ve STK’lar aynı anda, aynı dakika içinde, tıpkı o filmdeki cahil gürûh gibi hep bir ağızdan “Eveeet… Ne müzakeresi? Bunlarla barış marış olmaaaaaz… Zaten onları muhatap almak baştan sürecin en büyük hatasıydııı… Hepsini temizlemeliyiiiiiz, kökünü kurutmalıyııııız” diye yazarlar, çizerler, gürlerler. Tıpkı o filmlerdeki kalabalık gibi: Hepsi aynı şekilde kollarını kaldırıp, aynı anda ve aynı cümleleri sarfedip, gözlerini aynı biçimde açıp, kaşlarını aynı biçimde çatarak…
İktidar Esad ailesiyle “ailece tatil” yapar, Suriye ile vizeler kaldırılır, dostluk ve kardeşlik köprüleri kurulur, iktidar yanlısı gazeteciler, yazarlar, STK’lar tıpkı o Kemal Sunal – Şener Şen filmlerindeki gürûh gibi hep bir ağızdan bunu destekler, kuruldukları köşelerden dostluk ve kardeşlik hikâyeleri okur, “Komşularla sıfır soruuuun” diye bağırırlar. İktidar Esad ile düşman olur, ne kadar it kopuk varsa hepsini Suriye’ye musallat eder, iki devlet düşman olur, o aynı gazeteciler, yazarlar ve STK’lar aynı anda, aynı dakika içinde, artık “fotoğraf makinâsının flaşını patlatan gazeteci” değil,“Suriye’de kendini patlatmaya hazır canlı bomba”dırlar artık…
İktidar Suriye’de ABD ve AB devletleriyle birlikte hareket eder, iktidar yanlısı gazeteciler, yazarlar, STK’lar “Dünya ile birlikte hareket etmeliyiz” diye yazarlar. İktidar Mısır’da ABD ve AB devletlerini karşısına alır, o aynı gazeteciler, yazarlar, STK’lar “Şerefli yalnızlık” diye bir kavramı literatürümüze kazandırırlar. İçlerinden bir tanesi de çıkıp, “Mısır’daki askerî darbeyi yaptıranlar, bizim Suriye’deki ortaklarımız değil mi?” diye sormaz, soramaz. Bunu sorabilmesi için düşünebilmesi, düşünebilmesi için de “akıl” denen bir melekeye sahip olması lazım. Fakat o yok ki! Zirâ dediğimiz gibi, bu gürûhun Kemal Sunal – Şener Şen filmlerindeki cahil köylü gürûhundan hiçbir farkı yoktur. Tıpatıp Peygamber (saw) dönemindeki Mekke müşriklerine benzerler.
İktidar İsrail’e “Van minüt” çeker, Gazze’ye doğru gemiler yola çıkar, İktidar yanlısı gazeteciler, yazarlar, STK’ların hepsi “anti – siyonist”tir, ellerinden gelse İsrail’i bir kaşık suda boğarlar. İsrail’e o derece karşıdırlar ki, bu hususta HaMaS’a iki, İslamî Cihad’a üç, İran’a da biri penaltıdan olmak üzere beş çekerler. Ortadoğu’da hiçbir dostu kalmadığını fark eden İktidar bu sefer İsrail ile ilişkileri düzeltir, tekrar dost olurlar, o aynı gazetecilerin, yazarların ve STK’ların hepsi de aynı anda ve hep bir ağızdan başlarlar güzellemeler dizmeye. Mavi Marmara’ya destanlar yazmayı bırakıp,Marmara’nın mavi sularına bakarak “Türkiye – İsrail ilişkilerinin Ortadoğu içini önemi” üzerine oldukça derinlikli ve çukurluklu analizler yaparlar.
Sayın Mesud Barzanî, Kürdistan pêşmergelerini Türkiye üzerinden Kobanî’ye yardıma gönderir, onlar da “Kobanî’ye selam” gönderirler. Pêşmergelerden önce onların selamı gider Kobanî’ye. İktidar PYD’yi “terör örgütü” listesine alır, onlar da“Kuzey Suriye’de asla bir oldu – bittiye izin vermeyeceklerini” 5 bin tirajlı gazetelerindeki köşelerinden ilan edip, 50 milyonluk Kürtler’in, 150 milyonluk Rusya’nın ve 350 milyonluk ABD’nin ödünü kopartırlar!…
AK Parti ile Cemaat elele verip “Ergenekon operasyonları”nı başlatır, hepsi aynı anda ve aynı tempoyla alkış tutarlar. İktidar “Bu Ergenekon var yaa, bu Ergenekon! Bunlar askerî darbe planlıyordu, her tarafa bomba koymuşlardı, Fatih Camiî’ni havaya Cübbeli Hoca’yı cennete uçuracaklardı, meşrû hükûmeti silah zoruyla devirmek istiyorlardı, yüzbinlerce insanı stadyuma doldurup Kasımpaşaspor’un Beşiktaş’a yaptığını yapacaklardı milletimize” der, o gazeteciler, yazarlar ve STK’lar da tıpkı filmdeki cahil kalabalıklar gibi aynı anda ve aynı refleksle “Eveeeet, Bu Ergenekon var yaa, bunlar askerî darbe planlıyorduuuu, her tarafa bomba koymuşlardıııı” diye tempo tutarlar. Sonra “Ergenekoncu” askerler tahliye edilir, bu sefer AK Parti ile Ergenekon işbirliği yapıp Cemaat’e savaş açar, İktidar bu sefer de“Bu Cemaat var ya, bu Cemaat! Ne Cemaat’i? Bunlar terör örgütü! ‘Ergenekon’ diyerek benim askerime, şerefli ordumuza kumpas kurdular. Bunlar paralel devlet kurmuşlaaar. Onlar paralelse biz de meridyeniz” der, o aynı gazeteciler, yazarlar ve STK’lar aynı anda, tıpkı o filmdeki cahil gürûh gibi hep bir ağızdan, hepsi de aynı şekilde kollarını kaldırıp, aynı cümleleri sarfedip, gözlerini aynı biçimde açıp, kaşlarını aynı biçimde çatarak, “Eveeet… Bunlar terör örgütü! Bunlar paralel devlet kurmuşlaaar” diyerek çığırtkanlık yaparlar.
Örnekleri çoğaltmak mümkün ama bu kadarı kâfi sanırım. Haddinden fazla uzattığımızı bile söyleyebiliriz. 14 yıllık AK Parti iktidarının elbette doğruları da var yanlışları da, günâhları da var sevapları da. AK Parti’nin doğrularını yazmaya kalksak 200 sayfalık bir kitap, yanlışlarını yazmaya kalksak 300 sayfalık bir kitap çıkar, ancak zikzaklarını yazmaya kalkarsak sanırım 24 ciltlik bir Ana Britannica tutar.
Burada şu önemli vurguyu yapmadan geçemeyeceğim: Örnekleri AK Parti (veya İktidar) üzerinden vermem, bu davranış biçiminin yalnızca bu partiye ve bu partinin seçmenlerine özgü olduğunu aklınıza getirmesin sakın. Yukarıda da dediğim gibi, bu davranış, Türkiye toplumunun genelinin davranış biçimidir. AK Parti seçmeninden CHP seçmenine, MHP seçmeninden HDP seçmenine, İslamcı’sıyla Laik’iyle, Sağcı’sıyla Solcu’suyla, Alevî’siyle Sünnî’siyle, Türk’üyle ve Kürd’üyle, ne yazık ki tüm toplum böyledir. Çünkü, bunu söylemek hiç de keyifli değil ancak gerçek bu maalesef, bu toplum bir cahiliye toplumudur. Ancak her cenahtan tek tek örnekler vermek, sohbetimizi uzatmaktan başka işe yaramaz. Fakat bu davranış, AK Parti, CHP, MHP, HDP, Cemaat, hepsinin ortak davranış biçimidir. Özellikle diğer partilerden ve parti seçmenlerinden, bu yönüyle AK Parti’ye ve AK Parti seçmenlerine en çok benzeyen, tıpatıp aynı cahiliye davranış biçimini sergileyen gürûh, HDP seçmenleridir. AK Parti cenahı ile HDP cenahının davranış kalıpları, tıpatıp aynıdır.
Kutsal Kitaplar, bu tür toplumları “cahiliye toplumu” olarak niteler. Tewrât, İncil, Qur’ân; üçüne göre de şu anki Türkiye toplumu bir “cahiliye toplumu”dur.
Bunu asla ve asla hakaret amaçlı olarak söylemiyorum. Ben ki başka toplumlara bile hakaret etmeyen bir insanım; kendi toplumuma niye hakaret edeyim? Sonuçta ben de bu toplumun bir ferdiyim.
Fakat ortada acı da olsa bir realite varsa, o realiteyi okumak gerekir, okuyabilmek gerekir. “Sosyoloji” okumuş isem, bunu yapmak zorundayım. Hastalığın adını koymazsak, teşhisini doğru yapmazsak, tedavisi de mümkün olmaz.
Kaldı ki, sohbetin başında sözünü ettiğimiz o Kemal Sunal – Şener Şen filmlerindeki cahil kalabalıklar, onlar okumamış, hakikaten cahil kalmış köylü tabakası. Fakat burada – film değil gerçek – o filmdeki cahil köylü tabakası ile, o cahil kalabalıkla aynı davranışı sergileyen ve her yönüyle tıpkı onlara benzeyen gürûh, bunlar okumuş insanlar, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, STK’ların başında olan kanaat önderleri…
Bizim anlatmaya çalıştığımızdan çok daha vahim bir durum var ortada, sevgili kardeşlerim, inanın bana.
Acınacak haldeyiz; bunu görmemiz lazım. Görmemiz yetmez, kabullenmek de zorundayız. Kabullenebilmeliyiz ki, buradan bir şekilde çıkış yolu bulabilelim.
* * *
Türkiye’de siyasî partiler öteden beri böyle iken ve fakat toplum daha farklı bir ahlâka ve erdeme sahip iken, şimdi toplumun da bu şekilde bağnazlaşmasının ve toplumun da tıpkı siyasî partilere benzemesinin en başta gelen sebebi, kanımca şudur:Toplum – özellikle son yıllarda – aşırı bir biçimde politize edilmiş, bu yüksek dozajdaki politize edilme hali de keskin bir kutuplaşmaya sebebiyet vermiştir.
Sanat, mârifet, edebiyat, kültür, erdem, yüksek insanî ahlâk, bilinç, bilgi, hakikat, bunların tamamen devredışı kaldığı bir ülke var. Toplumun ve toplum bireylerinin tüm davranışlarına, hareketlerine, gösterdikleri tepki ve reaksiyonlara siyasî partiler ve siyasetçiler yön veriyor.
Ülkenin ve toplumun bu hale gelmesine (daha doğrusu düşmesine) ise fazla şaşırmamak gerek kanaatindeyim. Gelişmiş ülkelerde siyasetçiler ülkeyi yönetir, aydınlar ise topluma yön verir. Aydını olmayan ülkede, her ikisini de siyasetçi yapar.
Bu yaşadığımız durum, içinde bulunduğumuz hal, bir toplumun başına gelebilecek en büyük felâkettir. Zirâ bir toplumun ahlâk, erdem, fazilet gibi manevî hasletlerini ve insanî melekelerini yitirmesinden daha büyük bir felâket olamaz. Çünkü bunu yaşayan toplumlar “akıl”larını kaybeder, “aklî melekelerini” yitirirler. Bunun neticesi olarak da toplumsal bir “cinnet hali” yaşarlar.
Bu felâket; bir ülkenin savaşa girmesinden de, yabancı devletler tarafından işgal edilmesinden de, deprem, sel gibi tabiî âfetler yaşamasından da daha büyük bir felâkettir. Zirâ diğer felâketleri atlatmak, o felâketlerin yaralarını sarmak belli bir zaman içinde – kısa veya uzun vâdede – mümkün iken, bu felâket, yüzyıllar boyunca ve nesilden nesile sürecek büyük tahribatlara yol açmaktadır.
Türkiye’de halihazırda yaşanan “kutuplaşma”ya baktığımızda, dînî öğretilerin, kutsal metinlerin, maddî ve manevî değerlerin, örf ve âdetlerin, gelenek ve göreneklerin“ahlâk”, “dürüstlük”, “namusluluk”, “edep”, “hâyâ”, “fazilet” ve “erdem” adına öğrettiği ne varsa hepsinin ayaklar altında çiğnendiğini müşahade etmekteyiz, mâlesef.
Bunun tek ve yegâne sebebi, “cahiliye toplumu” durumuna düşmüş olan toplumun ve toplum bireylerinin, ülkede ve dünyada yaşanan her türlü olayda, yaşanan her tür gelişmede, duyduğu her sözde ve şahîd olduğu her hadisede, fiile değil faile bakarak tavır belirlemesidir.
Yani toplumun ve ülke insanının bütün erdem ve ahlâk özelliklerini yitirmesi, birer“cahiliye toplumu” olmasının ana sebebi, her tür olayda ve yaşanan her gelişmede, duyduğu ve gördüğü her şeyde, fiile değil faile bakarak tavır belirlemesidir. Bu davranış, artık bu toplumun temel karakteristiği haline gelmiştir.
Hiçbir fiilin, âmelin, insanoğluna/kızına özgü hiçbir davranışın artık “iyi” veya“kötü” olarak kategorize edilme durumu kalmamıştır. Neyin “iyi” neyin “kötü” olduğu, sadece ve sadece “kimin yaptığına bakılarak” belirlenmektedir. Neyin “doğru” neyin“yanlış” olduğuna, sadece ve sadece “kimin yaptığına” bakarak karar verilmektedir.
Bir davranışın “doğru” mu yoksa “yanlış” mı, bir eylemin “iyi” mi yoksa “kötü”mü olduğu, yalnızca bir tek kritere göre belirlenmektedir: Kimin yaptığına bakılarak.
“Doğru” ile “yanlış”ın, “hak” ile “bâtıl”ın hiçbir kriteri yok. Bu değerler tamamen taraflara göre değişiyor.
Tek kıstas şu: “Biz yaparsak iyi, onlar yaparsa kötü”…
“Allâh’ın âyetleriyle dalga geçmek”, “halkı aşağılamak”, “cinayet işlemek”, “hırsızlık yapmak”, “rüşvet yemek”, “birine iftira atmak”, “yalan haberler yazmak”; hatta “tecavüz”, hatta hatta (söylemeye bile utanıyorum) “küçük çocuklara, bebeklere bile tecavüz etmek”, “kadınlara küfür etmek”, “bir siyasetçinin kadınlara veya kadın siyasetçilere sözlü olarak cinsel tacizde bulunması, edepdışı laflar söylemesi”, bunların hiçbirinin kendi başına “iyi mi kötü mü” diye bir kıstası yok. “İyi” mi yoksa “kötü” mü oldukları, yapana göre değişiyor. Eğer bütün bu sıraladığımız şeyleri “karşı taraftakiler” yaparsa, o zaman “kötü, çok çirkin, ahlâksızlık”, yok eğer “bizimkiler” yaparsa, o zaman “o kadar da büyütülecek şeyler değil, üstünü örtmemiz lazım”!
Bu sadece bir taraf için değil, tüm taraflar için böyle. AK Parti seçmeninden CHP seçmenine, MHP seçmeninden HDP seçmenine, İslamcı’sıyla Laik’iyle, Sağcı’sıyla Solcu’suyla, Alevî’siyle Sünnî’siyle, Türk’üyle ve Kürd’üyle, herkes böyle davranıyor.Ülkedeki bir kesimin bağnaz olduğunu, aramızda sapıkların bulunduğunu söyleyenler, yanlış teşhis koyuyorlar, resmi eksik görüyorlar. Türkiye toplumu tümden bu duruma düşmüş haldedir. Bu toplum bir “cahiliye toplumu”dur. Bunu görmemiz lazım. Görmezsek, görür de görmezden gelirsek veya cesurca ifade etmekten çekinirsek, düzelme şansımız da olmaz.
Düşünün: “Ülkeye hizmet” bile, eğer “karşı taraf” yaparsa eleştir, dalga geç, küçümse! “Ülkeyi soymak” bile, eğer “bizimkiler” yaparsa savun, tevil et, “Yedirmeyiz” kampanyası başlat!
Yahu onu da geçtim, “ülkeye hizmet”i geçtim, çocuklara tecavüz etmeyi bile, bakın çocuklara diyorum, bebeklere, bunu yazmaya ve söylemeye bile utanıyorum, yazmak zorunda olduğum için toplumumdan, ülkemden, ırkımdan, milletimden, insanlığımdan utanıyorum, küçük çocuklara tecavüz etmek bile, eğer “karşı taraf” yaparsa sert bir şekilde eleştir, onları “ahlâksız, namussuz, sapık” ilan et, fakat eğer “bizimkiler” yaparsa savun, tevil et, üstünü örtmeye çalış, “Yedirmeyiz” kampanyası başlat!
Çünkü dediğimiz gibi, birşeyin (ne olursa olsun) “iyi” mi ya da “kötü” mü olduğuna, yalnızca ve yalnızca “kimin yaptığına” bakılarak karar veriliyor. Eldeki tek kriter bu: Kim yaptı?
Siz gidin ve bir yazara, akademisyene, bir STK’nın başındaki adama, herhangi bir dernek başkanına, bir kanaat önderine dostlar, bir kanaat önderine, “Ankara’da bir terör saldırısı oldu az önce, 15 vatandaşımız ölmüş. Bu olayla ilgili ne düşünüyorsunuz?” diye sorun, size ilk söyleyeceği söz şu olacaktır: “Kim yaptı?”
Neden mi? Çünkü onun o hadisenin kötü mü iyi mi olduğuna karar vermesi için, lânetlemesi gerektiğine mi yoksa savunması gerektiğine mi karar verebilmesi için, eylemi hangi örgütün yaptığını bilmesi gerekir. Zirâ IŞİD yapmışsa başka türlü, PKK yapmışsa başka türlü tavır takınacaktır. 15 mâsum insanı öldürmek, 15 sivil yurttaşın canına kastetmek, bu iyi birşey midir yoksa kötü birşey mi, katillerin kim olduğunu öğrenmeden bilemez bu toplumun insanları. 15 kişinin vahşice katledildiği bir cinayetin iyi mi kötü mü olduğu, ancak katilin kim olduğu bilinirse söylenebilir. Çünkü bu toplum“cahiliye toplumu”dur ve fiile bakarak değil, faile bakarak tavır belirler.
Eğer katliâmı IŞİD yapmışsa çıkıp en sert biçimde kınayacak, eylemi gerçekleştirenler için “Barbarlar, insanlık düşmanları… Bu saldırı yalnızca Ankara’ya değil, tüm insanlığa karşı, hepimize karşı yapılmıştır” diyecek, yok eğer katliâmı PKK yapmışsa, bu sefer de mırın kırın edecek, o vahşeti savunmaya kalkışacak, “Bir halkı tümden yok etmeye kalkarsanız o halk da çeşitli şekillerde tepkisini koyar” türünden, en asil sözleri ve duruşu en soysuz bir gaye için sarfedecek, her iki cümleden birinde “gerçeklik” kelimesi geçen şeyler söyleyecek, içinde bol bol TDK (Türk Dil Kurumu) patentli “ulusal”, “yurtsever”, “önderlik”,“gerçekliklik”, “derinleştirmek” kelimeleri geçen, bir zamanlar Yalçın Küçük – Doğu Perinçek ikilisinden öğrendikleri ve bugün Türk medyasında sadece Cumhuriyet gazetesinin kullandığı Turanî – Moğolca terminolojilerini konuşturacaklardır.
Aynı şekilde, gidin ve bir yazara, akademisyene, bir STK’nın başındaki adama, herhangi bir dernek başkanına, bir kanaat önderine, “Bir partinin İstanbul il teşkilâtında inanılmaz bir olay ortaya çıktı. İl başkanı, orada görev yapan iki genç kıza cinsel tacizde bulunmuş. Üstelik adam evli, dört çocuğu var. Bu olay hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorun, size ilk söyleyeceği söz şu olacaktır:“Hangi parti?”
Nedenini anlamak gayet basit: Çünkü onun o hadisenin kötü mü iyi mi olduğuna karar vermesi için, lânetlemesi gerektiğine mi yoksa savunması gerektiğine mi karar verebilmesi için, olayın hangi partide gerçekleştiğini bilmesi gerekir. Zirâ AK Parti il binasında olmuşsa başka türlü, CHP il binasında olmuşsa başka türlü tavır takınacaktır. Evli ve dört çocuk babası bir adamın, kendi emri altında çalışan iki genç kıza cinsel tacizde bulunması, bu iyi birşey midir yoksa kötü birşey mi, yapanın hangi partiden olduğunu öğrenmeden bilemez bu toplumun insanları. İki genç kızın bir partinin İstanbul il teşkilâtında ve üstelik bizzat il başkanı tarafından cinsel tacize uğraması hadisesinin iyi mi kötü mü olduğu, ancak olay mahalinin hangi partinin binası olduğu bilinirse söylenebilir. Çünkü bu toplum “cahiliye toplumu”dur ve fiile bakarak değil, faile bakarak tavır belirler.
Aynı şekilde, gidin ve herhangi bir dernek başkanına, bir kanaat önderine, bir camiânın başında bulunan kişiye, “Bir partinin lideri düzenlediği son basın toplantısında Türkiye – İsrail ilişkileriyle ilgili önemli bir açıklama yaptı. İsrail’le ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğini söyledi, Türkiye’nin Ortadoğu’daki tek dostunun İsrail olduğunu söyledi ve bu dostluğun bozulmaması gerektiğini tembihledi” deyin, size ilk söyleyeceği söz şu olacaktır: “Hangi lider?”
Çünkü o sözlerin doğru mu yoksa yanlış mı olduğuna karar vermesi için, destek mi vermesi gerektiğine yoksa karşı mı çıkması gerektiğine karar verebilmesi için, o sözleri hangi liderin sarfettiğini bilmesi gerekir. Eğer kendi partisinin lideri demişse, çıkıp“Elbette önemli bir noktaya temas etmiştir kanaatindeyim. Bizler Türkiye olarak barışçıl bir dış politika izlemek zorundayız. Karşılıklı diyalog, barışçıl bir diplomasi, hem ülkemiz hem de Ortadoğu için, dünya barışı için hayatî derecede önemlidir” diyecek, yok eğer bu sözleri rakip partinin lideri demişse, o zaman da çıkıp en sert tepkiyi gösterecek, Filistin dâvâsı güdecek, hatta hızını alamayıp, o sözleri sarfeden parti liderine “İsrail uşağı”, “Siyonizm yandaşı” diyecektir.
Bunları söylerken, hiç kimseye iftira etmiyorum. “Zan” üzerine hüküm de vermiyorum. Anlattıklarım bu ülkenin ve toplumunun apaçık ortada olan gerçeğidir. Bunların canlı örnekleri, tüm çıplaklığıyla gözümüzün önünde yaşanıyor.
“Zan” ile hüküm vermediğimi göstermek için, birkaç reel örnek sunayım:
Allah’ın âyetlerini dilinden düşürmeyenler, Allah’ın âyetleriyle alay eden Egemen Bağış’a tek laf etmediler! Etmek bir yana, bir de adamı savunmaya, söylediklerini tevil etmeye çalıştılar. Neden? Çünkü o adam “bizden”. Ve adam hâlâ görevinin başında!Hâlâ Cuma’mızı, kandilimizi kutluyor, Google-ı Kerîm’den âyetler paylaşıyor.
Ve sizi temin ederim ki, Allah’ın âyetleriyle alay etti diye Egemen Bağış’a haftalarca yüklenenler de, eğer aynı densizliği CHP’li bir vekil veya Cemaat’in bir “abi”si yapsaydı, seslerini dahi çıkarmayacaklardı.
Seçim çalışmaları esnasında vatandaşa yumruk atan Mustafa Sarıgül’le günlerce dalga geçen, boksör eldivenleri giydirip sosyal medyada alaya alan kişiler, marketin içinde kadın tokatlayan Erdoğan’ın ve yerde yatmakta olan bir kişiyi tekmeleyen müşavirinin bu yaptıkları aleyhine tek satır yazmadılar! Bunu yapmak bir yana, bir de “Ayağına sağlık” dediler.
Bülent Arınç, TBMM Genel Kurulu’ndaki konuşması sırasında sözünü kesen bir kadın milletvekiline “Hanımefendi sus, bir kadın olarak sus” dediği için, Sayın Arınç’ı “kadın düşmanı” ilan edip nerdeyse linç etmeye kalkan kadın dernekleri ve laik çevreler, Aile Bakanı’na “Birilerinin önüne yatmış” diyen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na tek laf etmediler. Sayın Kılıçdaroğlu’nu “kadın düşmanı”, “namus düşmanı”, “siyasî sapık” ilan edip (hepsini söylediler) nerdeyse linç etmeye kalkan, aleyhinde kampanyalar başlatan İslamcı STK’lar ve gazeteler de, Erzurum’daki mitingde binlerce insanın önünde, Iğdırlı kadınlar hakkında (buraya yazmaya bile aile terbiyemin müsaade etmediği) utanç verici, aklâk ve edepdışı sözleri sarfeden Erdoğan’a tek laf etmediler.
Görüldüğü gibi, kimsenin “kadın”, “namus”, “ahlâk ve edep” gibi bir derdi yok aslında. Sorun fiil değil, faildir. Öyle olmasa, sadece rakip parti liderleri yaptığında ortalığı velveleye verip, kendi partilerinin lideri yaptığında sessizliğe bürünürler miydi?
Hele hele Bülent Arınç’a karşı laik ve feminist çevrelerin yaptığı linç kampanyası, tam anlamıyla “evlere” şenlik idi. İsterseniz gelin, Sayın Arınç’ın söylediklerini faile değil fiile bakarak, söyleyenin kim olduğunu hiç dikkate almadan, sadece söylenen söze bakarak tetkik edelim:
Bülent Arınç, Meclis’te konuşma yaparken, HDP’li bir kadın milletvekili sözünü kesti, saygısızca çıkışlar yaptı. Ne yaptığı şey etikti, ne de bunu iyinetle yapıyordu. Arınç da kendisine “Hanımefendi sus, bir kadın olarak sus” dedi.
Sevgili Bülent Arınç’ın anlatmak istediği şey şuydu aslında: “Bu tür saygısız çıkışlar, böyle gayr-ı medenî davranışlar erkek milletine yakışabilir. Fakat hânımlara yakışmaz. Kadınlar daha olgun, daha medenî davranmalı. Kadının asaletine yakışan budur.”
Bırakın kadını aşağılamayı, bilakis kadını yücelten bir sözdü o. Bu amaçla söylenmişti.
Kadını yüceltmek için söylenmiş bir sözden dolayı kadınların ve kadın derneklerinin Bülent Arınç’ı takdir etmesi gerekirken, aksine adamı “kadın düşmanı” ilan edip nerdeye linç etmeye kalktılar. Enva-i çeşit akıllara ziyan yorumlar yapıldı. Hatta bunu“Kadınlar susmalı. Kadın konuşmamalı” şeklinde anlayan “düz mantık”lı zekâ özürlüler bile çıktı, hatta hatta işi “Kadının sesi haramdır” zihniyetine kadar götürüp onunla bağlantı kuranlar dahi oldu.
Ne diyelim? Eskiler boşuna dememişler, “Arifin fikri neyse zikri de odur” diye.
Neyin desteklenip neye karşı çıkılması gerektiği, yalnızca “kimin yaptığına” bakılarak belirleniyor. Davranışları belirleyen tek kıstas şu: “Biz yaparsak iyi, onlar yaparsa kötü”…
Ahmet Davutoğlu Washington’a, Moskova’ya gitse, “önemli ziyaret”, “tam zamanında yapılan bir görüşme”, “karşılıklı diyalog için gerekli bir adım”, Selahattin Demirtaş gitse “Amerikan uşağı”, “Rus uşağı”.
Bülent Arınç kadınlar hakkında konuşsa, “kadın düşmanlığı”, “gericilik”,“Ortaçağ zihniyeti”, Kemal Kılıçdaroğlu konuşsa, “ya aslında öyle demek istemedi”, “olayı çarpıtıyorsunuz”.
İslamcı bir yazar veya siyasetçi kalkıp “Diyanet kaldırılmalı, dîni devletin tekeline sokmak yanlıştır, resmî İslam anlayışını kabul etmeyiz ve etmeyeceğiz” dese,“İşte gerçek Kur’ânî İslam”, “devrimci İslam”, “Helal olsun! Örnek bir Ebû Zerr çıkışı!”, liberal veya demokrat bir yazar ya da HDP’li bir siyasetçi kalkıp “Diyanet kaldırılmalı, dîni devletin tekeline sokmak yanlıştır, resmî İslam anlayışını kabul etmeyiz ve etmeyeceğiz” dese, hemen “Vay dînsizler!”, “İslam düşmanları”,“İslamî değerlere olan kinlerini açık açık kustular”, “Açıkça İslam düşmanlığı yapıyorlar”, “Amaçları İslam’ı ortadan kaldırmak”.
Daha önce Seyyîd Qutb’un 100 defa söylediği, Üstâd Mevdudî’nin 300 defa söylediği, Ayetullah Beheştî ve Ayetullah Mutahharî’nin 500’er defa söylediği, Dr. Ali Şeriatî’nin 1000 defa söylediği, bu fakir kardeşinizin ise 1500 defa söylediği “İslam toplumları sorgulamıyor, özgür düşünemiyor. Müslümanlar bugün geri kalmışlardır ve bunun sebebi de günümüzdeki İslam toplumlarının düşünce ve sorgulamadan korkması, eleştiri kültürünün olmaması, farklı olanlara tahammül edememesi, farklılıklardan korkması, bunu tehdit olarak görmesi, özgür düşünce üzerinde baskı kurmalarıdır” sözlerini çıkıp da bir televizyon programında Amberin Zaman veya Ceyda Karan söylese, toplumsal bir linç girişimi, “İslam düşmanları”,“Müslümanlar’a hakaret ediyorlar”, hatta “Şıllıklar”, “Fahişeler”, hatta hatta“Oruspu”, bizzat devletin en tepesindeki Cumhurbaşkanı tarafından tehdit edilmeler,“Edepsiz kadın”. (Tırnak içine aldığım ama yazarken bile utandığım sözlerin hepsi söylendi)
“Cahiliye toplumu” olmanın tüm belirtileri ortada mâlesef ve Türkiye toplumu gitgide İslam öncesi Mekke müşriklerine benziyor.
Allah-û Teâlâ’nın peygamber göndermek zorunda kaldığı cahiliye toplumlarının hiçbiri laik değildi, seküler değildi, hele hele dînsiz hiç değildi. Son Resulullah (saw)’ın gönderildiği Mekke müşrikleri dahil, bütün peygamberlerin gönderildiği tüm putperest toplumlar, tüm cahiliye toplumları, dîndar idiler, muhafazakâr idiler, Allâh’a ve âhiret gününe imân ediyorlardı ve ibadetlerini de yerine getiriyorlardı.
Ama onlar “Hanif” olma vasfını yitirmişlerdi. “Erdemli olmak” özelliğini kaybetmişlerdi. Tıpkı günümüz Türkiye toplumu gibi.
Bugünkü Türkiye toplumu, tam anlamıyla bir cahiliye toplumudur. Kendi taraftakiler ne yaparlarsa yapsınlar savunurlar, karşı taraftakiler ne yaparlarsa yapsınlar karşı çıkarlar. Hiçbir zaman ne bir fiili savunur ne de bir fiile karşı çıkarlar. Savundukları tek şey kendi cenahları, muhalefet ettikleri tek şey de öbür cenahtır.
Sanat, mârifet, edebiyat, kültür, erdem, yüksek insanî ahlâk, bilinç, bilgi, hakikat, bunların tamamen devredışı kaldığı bir ülke olmuş durumda, Türkiye. Toplumun ve toplum bireylerinin tüm davranışlarına, hareketlerine, gösterdikleri tepki ve reaksiyonlara siyasî partiler ve siyasetçiler yön veriyor.
Bilhassa iktidar yanlısı cenahın, yani AK Parti cenahındaki gürûhun, yazarlarının, gazetecilerinin, STK ve derneklerinin ortaya koydukları davranış biçimi, tıpkı sohbetin en başında canlandırdığımız, Kemal Sunal – Şener Şen filmlerindeki cahil köylü kalabalığının davranış biçimidir. Aralarında en ufak bir fark dahi yoktur.
Kaldı ki ordaki sadece film ve onlar da cahil köylülerdir. Fakat buradaki film değil gerçek, ayrıca okumuş insanlar, yazarlar, gazeteciler, STK ve dernek yöneticileri, sözüm ona “kanaat önderleri”.
Emin olun kardeşlerim, Allah-û Teâlâ’nın peygamber göndermek zorunda kaldığı cahiliye toplumları bile seviyeyi bu kadar aşağı düşürmemişlerdi.
Büyük öğretmen Ali Şeriatî ne güzel söylemişti: “Okuyan okuduğunu anlamıyor, dinleyen dinlediğini anlamıyor. Geriye ne kalıyor? Hâfızın sesi güzel mi…”
Sohbetimize bir sonraki yazıda devam edeceğiz.
Sözlerimizin başı da sonu da Allah-û Teâlâ’ya hamddır. Gerçek bilgi ve hakikat, ancak O’nun katındadır.
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
12.11.2018
25.04.2017
19.04.2017
25.07.2016
22.06.2016
10.06.2016
23.05.2016
21.04.2016
18.04.2016
15.04.2016