İlhami IŞIK
Neredeyse 1946 yılından bu yana (darbe dönemleri hariç tabii) iktidar yüzü görmeyen bir siyasi hareketin, kendini tek, biricik, yegane ve mutlak olarak bu devletin sahibi olarak görmesi size de tuhaf gelmiyor mu?
Toplumun değişim taleplerini kör edici bir suskunlukla karşılayıp, hiçbir şey söylemeden, hiçbir şey önermeden ve kendi içinde hiçbir şeyi değiştirmeden sadece ve kocaman bir ''hayır'' reddiyesinin arkasına saklanmak sizce de politik olarak patalojik bir durum değil mi?
Hem hiçbir şeyi değiştirmeye yeltenme, hem de ''tapulu mal'' mertebesinde bir devlet sahiplenme refleksi; demokrasiden çok, cumhuriyetten çok, bir monark diktatoryal tutum değil mi? Tarih içinde ancak hanedanlıklarda görülen bu sempton, nasıl oluyor da bir siyasi hareketin temel karakterine dönüşebiliyor?
Bildiğiniz gibi, sadece Krallar, Padişahlar, Şahlar ya da Çar'lar kendilerini mutlak, hiçbir yasa ve kanunla sınırlandırmadan devletin sahibi olarak ilan ederler. Toplumsal gelişme ne olursa olsun, toplumun düzeyine ve taleplerine bakmadan, sadece onlar devleti babalarının ''öz malı'' gibi algılarlar.
Onların statüsü değişmediği için, statüleri zaman ve mekan üstü olduğu için, her şey değişse bile onlar değişme ihtiyacı duymazlar. Çünkü doğuştan asildirler, doğuştan tartışmasız haklara sahiptirler. Birer tarihsel olgu olarak, kendi koşullarında monarşinin bu durumunu anlamak belki biraz mümkün. Peki ya kendilerini öyle görenlere ne demeli?
Ne kendilerini ne de toplumu değiştirmeden iktidar talep edenlere siyaset biliminde ne ad verilir? Diktatörlük ya da hanedanlık bu değilse, söyler misiniz bundan başka nedir Allah aşkına?
Türkiye’de değişim ve dönüşümün karşısında mevzilenmiş olan dinamiklerin iki büyük dayanağı oldu her zaman: Ordu ve Yargı. Kendini değiştirerek toplumdaki değişimlere öncülük etmek, sanırım çok ''maliyetli'' olduğu için, bu kesimler çaba ve enerjilerinin hemen hepsini ordu ve yargının dinamizmine adadılar. Devlet ile ilişkilerini bu iki ana kaynak üstüne bina ettiler. Ne de olsa her sorunu bu iki ''siyasallaşmış'' kurum aracılığıyla tereyağından kıl çeker gibi hal edebilirlerdi.
16 Nisan referandum sürecinde ''nasırına'' basılmış gibi can-hıraş bağıranların tek derdi, ordu ve yargı bürokrasisini korumaktır. Devleti demokrasi dışı yöntemlerle ele geçirmenin iki aracını kaybetmek istemeyenler, kendileri dışındaki herkesi işte bu nedenle diktatörlükle, tek adamlıkla suçluyorlar.
Esas diktatörlük heveslileri, esas tek adamlık heveslileri onlar olduğu için, bu duygularını bastırıp, bir ayna gibi ötekilerine aksettiriyorlar.
Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi halkın iradesine iki kez başvuruyor. Yani iki kez toplumsal meşruiyet ve toplumsal irade üretme arayışına gidiyor. Seçimle gelen bir meclis ve yine seçimle gelen bir cumhurbaşkanı.
Seçimle gelmiş olan siyasi iradenin bürokratik kurumları yapılandırması mı doğrudur yoksa bürokratların kendi kendilerini atamaları mı? Hangisi daha demokratiktir? Hangisi halkın ve toplumun iradesine daha çok uygundur?
Eğer demokrasi temel değer ise, elbette her iş ve işlemin seçilmişler aracılığıyla yapılandırılıp icra edilmesi en doğrusudur. En demokratik olanıdır.
Yazarlar
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKomisyon ve SDG… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilNeden gelişmiş bir ülke değiliz? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDört Tarz-ı Siyaset 31.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
14.07.2025
1.07.2025
9.06.2025
18.05.2025
8.05.2025
28.04.2025
21.04.2025
13.04.2025
1.04.2025
16.03.2025