Metin Karabaşoğlu

Zeytinliklerle çevrelenmiş bir mahallede zeytin ağaçları arasında geçen bir çocukluk yaşadığımdan mı bilmem, benim gözümde zeytin ağaçların en azizidir. Hatta onun ‘yerden bitme’ değil, ‘cennetten inme’ bir ağaç olduğunu düşünürüm.
Bunun için haklı gerekçelerim de var. Çünkü boşa giden neredeyse hiçbir şeyi olmayan bir ağaçtır zeytin. Meyvesi başlıbaşına bir kudret mucizesi ve rahmet nişanesidir. Kendisi kahvaltıların vazgeçilmezi, yağı ise gıda ve şifa olduğu gibi, posasından yakıt olarak pirina ve hayvan yemi olarak küspe elde edilir. Yapraklarının yaşı da, kurusu da koyunlar ile keçilerin ayçekirdeği yer gibi afiyetle yedikleri bir besindir. Yine yapraklar, çayı ve ekstresi ile bazı hastalıklar için şifa sebebidir. Zeytin ağacının odunu da özellikle tercih edilir; çünkü bir yakacak olarak hayli yüksek bir enerji içermektedir.
Öte yandan, birçok ağacın meyvesinin çoktan devşirilmiş olduğu güz ve kış aylarında zeytin ağaçları, sade güzelliği ve tatlı ötüşü ile karatavuklar başta olmak üzere birçok kuşun beslenme adresidir.
Velhasıl, meyvesinin acı suyu hariç, zeytinin bir şekilde değerlendirilmeyen hiçbir şeyi yoktur. Kaldı ki, yapılan bazı çalışmalara bakılırsa, acı suyu dahi hem şifa, hem gıda, hem enerji alanında değerlendirilmeyi beklemektedir.
İşte hiçbir şeyi boşa gitmeyen, her şeyi bir işe yarayan bir ağaç olduğu için zeytini ‘gökten yere bir hediye’ olarak düşünürüm.
Onun Kur’ân’da âlemleri yaratan Rabbin adına yemin ettiği bir ağaç olması herhalde bununla, yani onun gerçekten bir kudret mucizesi ve rahmet nişanesi olmasıyla birebir ilgilidir. Keza, ‘Allah’ın nurunu’ tarif eden bir diğer Kur’ân âyetinde temsilin unsurları arasında zeytin ağacının da yer alması bir tesadüf değildir.
Diğer taraftan zeytin, ‘kanaat’in de simgesidir. Aylarca yağış görmeyen iklimlerde bile hayata tutunur, altı taşlık, kayalık birkaç santimlik bir toprakta bile yaşamak için imkânlar bulur. Buna karşılık ‘şartlar, ortamlar, çevre, şu, bu’ türünden hiçbir mazerete sığınmadan, verebileceğinin en fazlasını ikram etmek için didinir durur.
Ancak, ‘delice’ diye anılan, üzerine aşı da yapılan yabani zeytinin en zor şartlara dahi bu şekilde dirençli olmasına karşılık, diğer zeytin ağacı türlerinin hayata tutunabilmesi insan desteği gerekir. Hüdâyınâbit olarak çıkıp geleni hariç her zeytin fidanı, köklerinin aradığı suyu ve nemi her zaman bulabildiği derinliğe ulaşıncaya kadar, kurak aylarda insan eliyle muhakkak sulanmak ister. Yani bir zeytin fidanının ağaca dönüşebilmesi için, en az altı-yedi sene, bazı zeminlerde ise dokuz-on sene, kurumasına müsaade etmeyip büyümesine imkân sağlayacak aralıklarda insan eliyle sulanması gerekir.
Bunu, hortumu dayayıp suyu dibine bırakmak olarak zannetmeyin. Zeytinlikler, genellikle makilik ve çalılık iken çalılardan ayıklanıp temizlenmiş, set set hazırlanıp zeytin fidanları için elverişli hale getirilmiş dik yamaçlara yayılmış haldedir. Diğer bir deyişle, o dik yamaçların zeytinlik haline gelmesi için en az altı-yedi sene her hafta dik yamaçları tırmanarak fidanların köklerine tenekelerle su taşındığı için bugün o yamaçlar birer zeytinliktir. Ama bir kere kökleri derine indi mi, o narin fidanlar dört ay, beş ay tek bir yağmur damlasının düşmediği en kurak senelere bile dayanıklı hale gelir. Öyle ki, bir zeytin ağacı, bakımı iyi yapıldıktan sonra yüzlerce, hatta binlerce yıl yaşamayı becerir.
Lâkin, büyüme aşamasındaki o insan emeği sebebiyle, her zeytin ağacı yetiştireni için birer çocuk gibidir. Bir bebeğin kendi başını kurtarır hale gelmesi nasıl uzun seneler istiyorsa zeytin ağaçları için de aynısı gerektiğinden, insanlar çocuk büyütür gibi büyütmüştür fidanlarını. Dolayısıyla, zeytin ağaçları ile aralarında, çocuklarıyla kurdukları bağa benzer bir bağ da gelişmiştir. Zeytinliği için emek vermiş bir aileyle birlikte bahçelerini ziyarete gitseniz, size “Şu ağaç büyükdedemler burayı aldıklarında zaten varmış, şunları büyükdedem dikmiş, bakın şu ağacı büyükdedem dedem doğduğunda dikmiş, şu da dedemin babam doğduğunda diktiği ağaç, şunları şunları biz diktik, şuradaki ağaç hayata daha çabuk tutundu, yanındaki kuruyacak diye ne korkmuştuk, onun için az şu taşımadık, şunun zeytini kahvaltılık için daha lezzetli, beriki ise çok yağ veriyor maşaallah” diye, her bir ağaç için ayrı bir hikâye anlatılacaktır.
Tam da bu noktada, babamın vefatından az zaman sonra, onun birkaç yaş küçük bir arkadaşıyla yaşadığımız bir diyalog geliyor aklıma. Mahallemizin zeytinlik arasındaki küçük ve huzurlu altıyüz küsur senelik camiindeki bir Cuma namazı çıkışında, Şakir amcamız bana babamdan kalan zeytinliği satmayı düşünüp düşünmediğimizi sordu. Satmayacağımızı söylemem üzerine derin bir oh çekerek şöyle dedi: “Aman oğlum, sakın satmayın! Ben daha gençtim, o zeytinlik bizimdi. Evvelden kalma ağaçlar da vardı ama, o ağaçların birçoğunu babam kendi elleriyle dikti. Sizin üst taraftaki bahçesinde Umaroğlu bahçıvanlık yapmak için havuz yaptırmak istiyordu, parası yetmediğinden babamdan borç aldı, babamla borcun karşılığında büyüyünceye kadar bizim fidanları havuzdan sulamak üzere anlaştılar. Ben o ağaçlar için havuzdan çok su taşıdım. Kendi ellerimizle büyüttük o ağaçları. Sonra bir ihtiyaç için babam sattı, en sonunda sizin elinize geçti de çok sevindim. Aman ha, o ağaçlar güvendiğimiz, kıymet bilen insanların elinde kalsın…”
Bu diyalogun da gösterdiği üzere, zeytin bir ağaçtan daha fazlasıdır; hafızadır ve hatıradır. Sömürüp geçmek üzere değil, kalıp da birlikte yaşamak üzere orada olmanın simgesidir.
Bu bakımdan, Filistin’le ilgili olarak karşımıza en çok çıkan haberlerden birinin işgalci siyonistlerin kestikleri zeytin ağaçlarına ve tahrip ettikleri zeytinliklere dair olması asla bir rastlantı değildir. Sömürüp geçmenin değil, kalıp da beraberce yaşama çabasının simgesi olarak zeytin, elbette işgalcinin kanına dokunur, gözüne batar ve huzurunu kaçırır.
Ama işgalcilerin Filistin’deki zeytinlere reva gördükleri muamele, bana vatan edinilen bir diyarda üç günlük maden kârı yahut bir turistik tesis hesabıyla bu diyarda zeytinliklere yapılandan daha ağır gelmiyor. Kanunlar için, Balzac’a atfedilen, ‘küçük sineklerin yakalandığı, büyük sineklerin ise delip geçtiği örümcek ağları’ benzetmesine birebir denk düşer şekilde güçlüler yahut sırtını güce yaslayanlar hatırına orasından burasından sürekli delinen “Zeytin Kanunu” gibi bir koruma kalkanına rağmen hem de… Filistin’deki kansız işgalcinin Filistinli kadar zeytinine de düşman olmasının psikolojisini anlamak mümkün. Peki birileri ‘herkesten çok sevdiklerini iddia ettikleri’ kendi vatanlarında zeytinliklerin nasıl canına okuyabiliyor ve başka birileri buna nasıl zemin, yol ve imkân hazırlayabiliyor. Dahası, nasıl oluyor da, ‘güvenlik güçleri’ zeytinleri değil de onları toprağın bağrından söküp atacakları korumak için istihdam edilebiliyor?
Ve hepsi içinde bana en ağır geleni de, hayata verdiği değer sebebiyle yeşilin kendisi için bir sembole dönüştüğü bir dine mensubiyet içerisindeki muktedir kimi kişilerin değer verdiği asıl yeşilin beton yahut dolar yeşili olduğunun ortaya çıkması… Her biri bir hayat taşıdığı, bir büyük nimet olduğu gibi, bir hafıza ve bin hatıra yüklü zeytinlikler mahvolurken dindarlarımızın suskunluğu çok kahredici!
Bazıları zeytinlikler ve zeytin ağaçları için Ege’nin farklı beldelerinde senelerdir süregelen mücadeleyi abartılı bir tutum, solcuların güdümünde bir aşırı duyarlılık gösterisi yahut bir çevreci marjinalliği gibi görüyor ve “Alt tarafı bir ağaç!” diye düşünüyor dahi olabilir.
Ama zeytinlikler arasında büyümüş bir çocuk olarak anlattıklarım, zeytinlikleri korumanın bir ‘marjinallik’ten çok öte bir şey olduğunu anlamak için herhalde yeterlidir.
Şundan emin olabilirsiniz: Zeytin ağaçlarının güvende olmadığı bir yerde, hiçbirimiz güvende değiliz…
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTYASAK… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargıda HSK sorunu 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyar dolarlık bataklık! 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciNe çocuğu… 9 doğuruyoruz ya! 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHeidegger’in Kulübesi’nin Heidegger’in Felsefesi ile ilgisi var mı? 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGülümsemeyi unuttuk; siyasiler unutturdular… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESüreci kim, neden istemiyor? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİAtatürk için mevlit okutulmasından niye rahatsızlar? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBu evlerde kaç çocuk yaşar? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKokan tuzdan memlekete bir hayır gelmez 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Sosyal medya olsaydı Hayırlı Cumalar olmazdı” 10.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyasetteki durgun-durağan tablo ile anlamı 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuk siyasetçinin kucağında uyuyor... 7.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇEREnflasyonla mücadelede Milei ve Şimşek 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.10.2025
25.09.2025
19.09.2025
11.05.2025
28.03.2025
26.12.2024
24.12.2024
12.12.2024
23.10.2024
26.09.2024