Münir AKTOLGA
„Kader“ konusuna açıklık getirebilmek çok önemli! „Herşeyin Teorisi“ adlı çalışmanın çıkış noktası da bu idi zaten…[1] Çünkü, bu konuyu ele alırken, zorunlu olarak, doğada ve toplumda „idealizm-materyalizm“ adı verilen (görünüşe bakınca birbirinin zıttı, ama aslında aynı toplumsal-kültürel DNA’lara sahip) antika dünya görüşlerini de ele alarak onlara açıklık getirmiş, eski dünyaya ilişkin bütün bu felsefi akımların üzerinde yükseldiği „KLASİK DETERMİNİZM“ anlayışıyla „Bilgi Toplumuna“ giden yolda anlam kazanan DİYALEKTİK DETERMİNİZM anlayışı arasındaki farkın altını çizmiş oluyorsunuz…
Bu yazı yeni yayınlanan „DEVRİM NEDİR, FELSEFEDE DEVRİM- Diyalektik Materyalizmin ve Marksist Devrim Anlayışının Eleştirisi“ adlı kitabımdan alınmıştır…[2]
DİN VE FELSEFE, İDEALİZM VE MATERYALİZM NASIL ORTAYA ÇIKIYORLAR?..
Dinlerin ve dinsel inançların varlığı insanın varoluşu kadar eskidir. Çünkü din, insanlık durumu ortaya çıkarken (hayvanlık durumundan insanlık durumuna geçilirken) arada oluşan o “sıfır noktasına” insanların yarı duygusal ilkel bir bilişsel bilinçle metafizik bir “varlık” atfetmelerinin ürünüdür...
[1] „Herşeyin Teorisi“, http://www.aktolga.de/z6.pdf
[2] Münir Aktolga, http://www.aktolga.de/z11.pdf
Hayvanlık durumundan insanlık durumuna geçiş sürecinde, insan (A), “önbeyinin” -„prefrontal cortex“- gelişimiyle birlikte “insan” olarak varolmaya başladığı “andan” itibaren, çevreyle (B) sanki ondan ayrı bir varlıkmış gibi ilişkiye-etkileşmeye başlar ve buna bağlı olarak da -bu ilişkinin sonucu olarak da- hayvanlık durumundan ayrılarak kendine özgü bir varlığa sahip olur. Evrim süreci içinde “ön beyinin” oluşmasıyla birlikte hayvanlık durumundan ayrışan insanın “insan” olarak varolmaya başladığı o “an”, bilişsel mekanizmanın çalışmaya başladığı an da olduğundan (dinlerde bu an “cennetten kovulma” anı olarak ifade edilir), insan ilk kez o andan itibaren “ben” demeye başlar. Bu nedenle o „an“, “yabancılaşmanın” başladığı, onun, yani insanın kendini doğadan ayrı olarak hissetmeye, düşünmeye başladığı „an“ olur…
İşte, tam bu “an”dan, ya da bu “noktadan” itibaren, insanın bu izafi “varlığını” ifade edebileceği bir koordinat sistemine ihtiyacı olur ki, bu da ancak, insan-doğa sisteminin sistem merkezini -burada oluşan “sıfır noktasını”- temel alan bir koordinat sistemi olabilirdi. Daha sonra adına “Tanrı” denilen “yaratıcının” durduğu yer olarak da anlaşılan bu “sıfır noktası”, çevrede bulunan bütün diğer varlıkların, bu arada insanın kendi varlığının da içinde tanımlanabileceği evrensel bir koordinat sisteminin başlangıç noktası olarak anlam kazanır...
İnsanların, insan-doğa sisteminin sistem merkezinde oluşan “sıfır noktasına”, yani “Tanrı‘ya” maddi bir varlık izafe edilemeyeceği düşüncesine gelmeleri için tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasını beklemek gerekecektir. Bu noktaya gelene kadar binlerce yıl insanlar Tanrı‘yı ona maddi bir varlık (totem-put) izafe ederek sembolize etmişlerdir.
Özellikle tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışıyla birlikte “Tanrı‘” anlayışının da evrilerek bir sistem şeklinde gerçekleşen bütün varlıkların içindeki sistem merkezi olarak anlam kazanmaya başladığını görürüz. Bizde Yunus’un deyişiyle, onun “benden içeri olan BEN’İ” temsil edişinin kaynağı budur!.. Ancak, bu andan itibaren artık onun “varlığına” diğer varlıklar gibi izafi de olsa objektif-maddi bir gerçeklik atfetmek mümkün değildir. Yani, her durumda sistem merkezinde oluşan sıfır “noktasının” maddi bir gerçeklikle temsili mümkün değildir!!. Böyle bir şey “Tanrı’ya “şirk koşmak” olurdu!.. (Ama insanın, insan olarak evrimi sürecinin başlarında bunu kavraması mümkün olmaz. O dönemde önemli olan, “cennetten kovulan” insanların içine sığınarak kendi varlıklarını tanımlayabilecekleri bir koordinat sistemi ihtiyacıdır. Çünkü, varoluşun anlam kazanabilmesi için, uzay-zaman içinde gerçekleşen bütün varlıkların tanımlanabileceği belirli bir referans-koordinat sistemine ihtiyaç vardır).
Aradaki sınır çok ince değil mi! Evet, “sıfır noktasının” bilimsel gerçekliğiyle, onun metafizik yorumu arasındaki sınır çok incedir! Nereden bilecekti-nasıl ayırdedecekti insanlar o zaman bunu! Daha halâ bugün bile çıkılabilmiş değil işin içinden!..
İdealizm ve materyalizm gözümüzdeki ideolojik gözlüklerdir!..
Şöyle düşünelim: Bu evrende varolan her şey (nesne-obje) bir sistem midir? Evet! Bütün sistemler de kendi içlerindeki sistem merkezinde bulunan bir “sıfır noktasında” temsil edilmiyorlar mı? Evet! O halde buradan kolayca, „bu evrende sıfır noktasından başka hiçbir şey yoktur (“bu evrende Tanrı’dan gayrı bir şey yoktur”), her şey o’nun farklı görünümleridir” sonucunu da çıkarabiliriz!.. (“Herşeyin Teorisi…”)
İşte tam bu noktada, din ve idealist felsefe, bu evrensel varoluş problemini “sıfıra” metafizik bir “idee”- varlık atfederek çözmeye çalışır (yani sanki, “Tanrı” diye, varlıkların dışında bir “idee-varlık”, bir hayalet-varlık varmış gibi)! Bilişsel faaliyetin anlamını henüz daha kavrayamayan insan, evrensel oluşumun alt yapısını insana özgü bir mühendislik faaliyetiyle kıyaslayarak mekanik olarak kavramaya kalktığı zaman buna -bir evrensel mühendis yaratmaya- mecbur kalır...
Ama, bakış açısı mekanik kaldığı sürece, madalyonun tersinden-materyalizm cephesinden- baksanız da farketmiyor!..
Bu durumda da önce, “şu elimde tuttuğum nesne bir kalem midir” diye başlarsınız, “bu da kitap, sandalye, dolap, ayna ve ben” diye devam ederek, “ben” dahil bütün nesneler, “objektif mutlak gerçeklikler -yani “kendinde şeyler”- olarak var olan unsurlardır-varlıklardır deyip noktayı koyarsınız!.. Alın işte size, bütün çeşitleriyle materyalist dünya görüşü de budur!..
Dikkat ederseniz, olayı bu şekilde ele aldığınız zaman, “bir sistemin içinde objektif izafi gerçeklik olarak yaratırken yaratılarak varolmak” anlayışına yer kalmıyor artık!.. Bu durumda evren, içinde patatesler gibi birbirlerinden bağımsız varlıkların olduğu bir patates çuvalına benziyor!.. Her biri “kendinde şey” olan, yani varolmak için birbirleriyle ilişki-etkileşme içinde olmaya -“yaratırken yaratılmaya”- ihtiyacı olmayan, (“önceden varolan”) nesnelerin daha sonra bir araya gelip etkileşerek meydana getirdikleri bir sahne haline dönüşüyor!.. Böyle bir sistem anlayışı içine monte edilebilecek “sıfır” ise iki mekanik zıt kuvvetin birbirini dengeleme noktası olarak anlam kazanır o kadar...[1]
Dikkat ederseniz, bu durumda artık ortada çevreyle etkileşim içinde varolan ve kendini üreten bir instanz anlamında “sistem gerçekliği” diye bir şey yoktur. Söz konusu olan -adına Newtoncu anlamda “sistem” de deseniz- her biri “kendinde şey” olan nesnelerin mekanik birliğinden ve etkileşmesinden ibarettir. Örneğin bir elektrik süpürgesi, veya başka herhangi bir makine gibi!.. Bir makine de birçok parçanın bir araya getirilerek monte edilmesiyle oluşan mekanik bir “sistem” değil midir!..
İşte mekanik-materyalist dünyanın varoluş-sistem anlayışı da budur. Ki, bu duruş “ateizm” olarak ifade edilen “Tanrıtanımazlığın” özüdür... Yani, ya “kendinde şey” bir “idee”-varlık, ya da gene “kendinde şey” bir “madde” anlayışı-inancı, beğen beğendiğini!.. İdealizm ve materyalizm... Bunlar, varoluşun ancak bir sistem zemininde anlam kazanan izafiliği gerçeğini görmemizi engelleyen gözümüzdeki ideolojik gözlüklerdir! Ama bunlar olmadan da olmazdı! Çünkü insan adı verilen kurtçuk, her aşamada ancak kendi ördüğü bu türden kozaların içinde gelişerek bu günlere gelebildi!..
Gelin isterseniz bu mantık zincirini tamamlayalım:
Sıfıra, bir „idee“ olarak, „maddi olmayan“, ama ne olduğu da belli olmayan bir varlık (ama maddeden ayrı olarak var olan metafizik bir varlık) izafe ettiğiniz zaman, bu, “Tanrı” fikrinin esasını oluşturan, her şeyi „yaratan“ bir “idee-varlık” olarak karşımıza çıkıyor. Ama öte yandan, “hayır, böyle bir şey söz konusu olamaz, esas olan maddi gerçekliktir” diyerek idealizmin karşısında materyalizmin cephesinde yer aldığınız zaman da gene sonuç değişmiyor; bu sefer de, kendi yaratıcısı -“kendinde şey”- olarak varolan mutlak bir “madde” anlayışına takılıp kalıyorsunuz! Yani, her iki durumda da, esas olan, “kendinde şey” “mutlak gerçeklik” bir “yaratıcı” anlayışıdır. Biri “idee” diyor buna, diğeri de kendi kendinin yaratıcısı olan, ya da „yaratılmaya ihtiyacı olmayan madde”! Yüz yıllardır tartışılan, ve halâ da içinden çıkılamayan sınıflı toplumun çıkmaz sokağıdır bu!...
Sorun, „maddi gerçekliğin“ mutlak olmadığını, varoluşun, her durumda, bir sistem gerçekliğine bağlı olarak onun içinde anlam kazandığını kavrayabilmekte yatıyor. Yani, belirli bir A-B sisteminin içinde etkileşirken, birbirlerini yaratırken yaratılan -birbirlerine göre gerçekleşen- A ve B, başka nesnelerle etkileşmeler içinde oluşan başka sistemlerin, ilişkilerin içinde artık aynı A ve B olarak kalmazlar!.. Çünkü, A ve B diye öyle her türlü ilişkiden bağımsız mutlak gerçeklikler yoktur. Bu kadar basit!..[2]
İDEALİZMİN VE MATERYALİZMİN DÜNYA GÖRÜŞÜ OLARAK MEKANİK „KLASİK DETERMİNİZM“
[1] Bu konuyu „Herşeyin Teorisi“nde ayrıntılı olarak ele almıştık. Modern doğa bilimlerinin ilk gelişme dönemine damgasını vuran Newton fiziğinin çizdiği evren tablosunun da özü, felsefi bakış açısı budur…
[2] M. Aktolga, „Herşeyin teorisi…“ http://www.aktolga.de/z6.pdf
Klasik Determinizmin idealist yorumu:
Nesneler „tanrı“ adı verilen bir „yaratıcı idee“ tarafından „ol“ deyince uzay zaman içinde „belirli bir yerde ve zamanda“ „yaratıldıkları“ için, onların daha sonraki „yaşam çizgileri“de gene aynı anda bu yaratıcı güç tarafından sebep-netice zincirini temel alan ve „kader“ adı verilen bir „worl line“ şeklinde önceden belirlenmiş olur. Yani, aynen yukardaki şekilde masanın üstündeki bilya örneğinde olduğu gibi, nesneler belirli bir „varoluş-yaradılış anında“ uzay-zaman içinde bulundukları yer ve konumları belli olduğu için („objektif mutlak gerçeklik“ olmanın esası budur) bunların daha sonra ne zaman ve nerede, ne durumda olacağı da önceden bellidir (idealist dünya görüşü „bunu Tanrı bilir“ diyerek topu ona atsa da!).. Nitekim, son deprem olayını da „kader planı“ olarak yorumlayanların çıkış noktası bu olmuştur!.. Olan her şey klasik determinizm anlayışı çerçevesinde bir sebep-netice zincirinin sonucu olduğu için, mekanik dünya görüşüne göre şu an olan deprem de „Yaratıcı idee“ den itibaren sebep- netice zinciri takip edilirse „yaratıcının“ belirlediği „kadere“ bağlı olarak mutlaka olması gereken bir şeydir… Bu anlayışa göre, „Tedbir alınsaydı olmazdı“ vs. gibi söylemler „yaratıcı idee“yi hiçe sayan söylemlerdir!..
Materyalizm ise olayı, aradan o “yaratıcı idee” anlayışını çıkarıp onun yerine „kendinde şey madde“ anlayışını koyarak açıklar, şöyle:
„Prensip olarak şeylerin -bütün nesnelerin- belirli bir ana ilişkin uzay zaman içinde bulundukları yer ve konumları ölçü aletleriyle ölçülerek belirlenebileceği-bilinebileceği için[1], daha sonra bunların üzerine etkide bulunan kuvvet de (SEBEP) bilindiği taktirde -ki bu da gene prensip olarak bilinebilir- bilinen doğa yasaları uyarınca onların ne zaman ve nerede olacakları (NETİCE) önceden bilinebilir“ diyerek olayı gene metafizik bir SEBEP-NETİCE zinciri içinde açıklar…
Dikkat ederseniz bunların her ikisi de mekanik dünyaya ilişkin görüşler-anlayışlar olup, her ikisinde de ortak olan o klasik SEBEP-NETİCE zinciri anlayışıdır!.. Biri, „yaratan ve yaşam çizgisini belirleyen Tanrı olduğu için sebep ve neticeyi belirleyen odur“ derken, diğeri aynı zincirde „sebebin“ yerine, „şeyler objektif mutlak gerçeklikler olarak vardırlar“ diyerek „kendinde şey madde“ anlayışını koyar. Bu durumda „neticeyi“ belirleyecek olan gene objektif-mutlak gerçeklik başka bir nesneyle etkileşme olacaktır…Bu zincir uzar gider!..
Ama, mekanik dünyanın -görünenin- ötesine geçiverdiğiniz zaman işler değişir! Bu durumda geçerli olan artık karşılıklı ilişki içinde yaratırken yaratılarak izafi bir şekilde varolma anlayışıdır.. Antika dünyaya ilişkin o eski klasik determinizm mi!? O da artık yerini izafi olarak varolma zemininde gerçekleşen yeni tipten bir „Diyalektik determinizm“ ilkesine bırakmak zorundadır…
[1] Kuantum Fiziği öncesinde Newton Fiziğinin çıkış noktası budur! Çünkü, mekanik dünyaya bakıştan kaynaklanan bu anlayışa göre, nesneler birbirleriyle etkileşmeye-ilişkiye geçmeye başlamadan önce uzay zaman içinde belirli bir anda mutlak bir konuma sahiptirler…
Etkileşme öncesinde birbirlerinden bağımsız olarak uzay-zaman içinde belirli bir anda ve belirli bir konuma sahip „objektif mutlak gerçeklik“ olarak bir AB ve (5) söz konusu değildir. Bunlar bu durumda birbirleri için „potansiyel gerçeklikler“ olup, başka nesnelerle olan ilişkileri içinde varolan izafi objektif gerçekliklerdir. Ne zaman ki (5) ve AB ilişki-etkileşme içine girerler o an bunlar birbirlerine göre birbirlerini yaratırken yaratılan (5‘-A’B‘) izafi objektif gerçeklikler haline gelirler. Etkileşme öncesinde birbirleri için „potansiyel gerçeklik“ durumunda olan (5) ve AB nin daha sonra belirli bir anda bir araya gelerek ilişki içine gireceklerine dair „KADER“ diye bir şey söz konusu değildir!.. (5) ve AB başka nesnelerle etkileşim içinde izafi objektif gerçeklikler olarak varlıklarını sürdürürlerken MÜMKÜN hale gelen (5)-AB etkileşmesidir ki (5‘)-A’B‘ nün ortaya çıkmasına neden olmaktadır… TESADÜF VE ZORUNLULUĞUN diyalektiği bundan ibarettir…
PEKİ YA „DİYALEKTİK MATERYALİZM“, BU TABLO İÇİNDE ONU NEREYE KOYACAĞIZ?..
Aslında işin özü değişmiyor, hangi türden olursa olsun materyalizmin çıkış noktası aynıdır. Bu konuda kitabın arka kapak yazısından şöyle demişiz:[1]
„Materyalizm“ kavramının başına ister „mekanik”, ister „diyalektik“ kavramlarını koyun farketmez, işin özü değişmiyor! Dinci idealist felsefeye karşı bir reaksiyon olarak doğan materyalist felsefeye -dünya görüşüne- göre, bu evrende varolan „şeyler -bütün nesneler- objektif-mutlak gerçekliklerdir“… Bitti!.. İşin alfabesi, özü işte bu cümledir. Ha ama siz buna bir de „diyalektik“ kavramını mı ilave ediyorsunuz! Bu durumda denir ki, „ancak, her biri önceden kendinde şey olarak“ („objektif mutlak bir gerçekliği“ temsil ederek) varolan bu nesneler, aynı zamanda kendi zıtlarını da yaratarak onlarla birlikte varolurlar ve sonra, sürecin belirli bir aşamasında kendi yarattıkları o zıtlarına dönüşürler!..
İşte „Diyalektik materyalist“ felsefenin -dünya görüşünün- özü, esası da budur… Her şey, milyonlarca insanın hayatına mal olan ve sonra geride bir avuç „oligark“ bırakarak göçüp giden bütün o „sosyalist devrimler ve de sırtını bunlara dayayarak „kapitalist olmayan bir yoldan sosyalizme varmayı“ hayal eden bütün o darbeci pozitivist diktatörlükler buna göre, bu felsefi bakış açısına göre tezgahlanmıştır…
Aslında olay apaçık ortada! İşçi sınıfı, hayata-evrene kendi varlığını, nefsini, yani duygusal kimliğini temel alan bir koordinat sisteminden bakınca der ki, „kapitalist toplum, burjuvazi tarafından temsil edilen objektif gerçeklik-kendinde şey bir oluşumdur. Benim bu toplumun içinde bir geleceğim yoktur; bu toplumun içinde, giderekten, bir köle, sadakaya muhtaç bir varlık haline geliyorum... Çünkü ben, bu toplumun kendi içinde yarattığı -onun ‚zıttını‘ temsil eden- özünde ondan bağımsız objektif bir gerçekliğim. Bu nedenle, benim kurtuluşum, burjuvaziyi temel alan kapitalist toplumun yerine, emeği temel alan mevcut sistemin zıttı başka bir toplumu -„sosyalist toplumu“- YARATMAK, onun için mücadele etmektir“…
Dikkat ederseniz, o andan itibaren artık hem terminoloji, hem de kavramların içeriği değişiyor! „Diyalektik evrimden-gelişmeden“ (ve de „DEVRİMDEN“) bahsedince bundan anlaşılan şey artık kendisini „objektif mutlak gerçeklik“ olarak kabul eden bir sınıfın („kendisi için sınıf“ haline gelen işçi sınıfın) birlikte varoldukları partnerini-burjuvaziyi yok ederek, kendisinin egemen sınıf olarak varolmaya devam edebileceği başka bir sistemi yaratması (pozitivist-popülist toplum mühendisliği) oluyor!...
Marksizm, işçi sınıfının delikanlılık döneminin (ergenlik çağının) dünya görüşüdür demiştik. O, bu dönemde, işçi sınıfının kendi kimliğini yaratmaya çalışırken baskıya sömürüye karşı duygusal anlamda baş kaldırışıdır, isyanıdır. Ama görüyorsunuz, isyan etmek yetmiyor işte! Bir şeyin yerine ondan daha ileri yeni bir şeyi koyabilmek de gerekiyor. „Yeni“ ve daha ileri olan ise, sadece kafada yaratılmıyor; o ancak, eskiden beri varolan maddi gerçekliğin içinde, onun kendi kendisini üretmesi sürecinin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yani, „baskıyı, sömürüyü ortadan kaldırıyorum“ diye isyan edip toplum mühendisliği yaparak yukardan aşağıya doğru sübjektif idealist-iradi bir çabayla niteliksel anlamda yeni bir toplum yaratmak mümkün olmuyor!..
„Devrim Nedir, Felsefede Devrim-Diyalektik Materyalizmin ve Marksist Devrim Anlayışının Eleştirisi“ https://www.kitapyurdu.com/kitap/devrim-nedir-felsefede-devrim-diyalektik-materyalizmin-ve-marksist-devrim-anlayisinin-elestirisi/640218.html&filter_name=m%C3%BCnir+aktolga
[1] M. Aktolga, „Devrim Nedir, Felsefede Devrim-Diyalektik Materyalizmin ve Marksist Devrim Anlayışının Eleştirisi“ http://www.aktolga.de/z11.pdf )
Yazarlar
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023