Şahin ALPAY

Brüksel’den bakınca Ankara
25.02.2014
1953

 Geçen hafta Brüksel’deydim. Çarşamba günü Avrupa Parlamentosu’nda (AP) “Türkiye Tartışmaları” konulu yuvarlak masa toplantıları dizisinde ülkede olup bitenler hakkında bir konuşma yaptım.

AB’nin başkentinde, bermutad, Türkiye ile ilgili AP üyeleri ve Avrupa Komisyonu görevlileriyle görüşmelerim oldu.

Brüksel’in Türkiye’ye bakışını sanırım en iyi özetleyen, Britanyalı liberal AP üyesi Andrew Duff oldu. Konuşmamı dinleyen Duff, AB’nin Türkiye ile müzakereleri askıya almayı düşünmeye hiç bu kadar yakın olmadığını belirtti. Son çıkarılan internet ve HSYK yasalarından sonra AKP hükümetinin AB’ye katılımı hâlâ içtenlikle isteyip istemediği, Başbakan Erdoğan’ın kuvvetler ayrılığının demokratik düzen açısından ne denli hayati olduğunu anlayıp anlamadığı, bir devlet adamı gibi davranıp davranmadığı konularında şüpheye düşüldüğünü söyledi. Erdoğan hükümetinin artan otoriterleşmesi karşısında benim AB’ye tavsiyemin ne olduğunu sordu. Özetle, müzakereleri askıya almanın berbat bir fikir olacağını, ancak otoriterleşmeye karşı uyarıların hiç eksik kalmaması gerektiğini söyledim.

Temaslar sonunda edindiğim izlenim şu: Erdoğan’ın son Brüksel ve Berlin ziyaretleriyle Avrupalıları “paralel devlet darbesiyle karşı karşıya olduğuna” ikna ettiğine dair iddiaların en küçük bir ciddiyeti yok. Avrupalılar, tıpkı Türkiye’deki bütün akıl izan sahibi insanlar gibi, Erdoğan’ın hükümeti hakkındaki Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını bastırmak için Türkiye’yi AB süreci öncesine çevirme, kişisel hegemonyasını kurma peşinde olduğunu düşünüyor. Kısacası, AP ve AB Komisyonu’na hakim olan kanı, AB Konseyi’nin 2005’te müzakerelerin başlaması için aldığı, Ankara’nın Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni “yeterince” yerine getirdiğine dair kararın geçerliğini yitirmiş olduğu. Duff, dün The Times’da yayımlanan demecinde, müzakereler bu sonbaharda askıya alınmazsa sürpriz olacağını söylemiş.

Buna rağmen en azından bu aşamada müzakerelerin askıya alınması söz konusu değil. Çünkü Türkiye’nin kendi kendini düzelteceğine dair umut yitirilmiş değil. Askıya alma kararı bir kez alındığında, bunu geri çevirmenin mümkün olamayacağının altı çiziliyor. Başta Almanya ve Fransa’nın Türkiye ile ekonomik ve stratejik ilişkilere büyük önem verdikleri, Kıbrıs’ta (NATO–AB işbirliğinin önünü açacak) çözüm olasılığını tehlikeye atacak bir adımı da atmayacakları belirtiliyor. Buna karşılık gerek Komisyon gerekse AP, AKP hükümetinin otoriterleşme adımlarını sertçe eleştiren raporlar yağdıracak. Bu raporların Türkiye’nin dünyadaki görünümünü nasıl daha da beter edeceği konusunda herhalde bir tereddüt olmamalı.

Brüksel’de genel kanı, Başbakan Erdoğan’ın kendisini geri dönülmez bir yola soktuğu; bunun ne ülke ne de siyasi kariyeri açısından çıkar yol olduğu. Cumhurbaşkanı Gül’ün internet yasasını veto etmeyişi, HSYK yasasını (ve belki MİT yasasını da) onaylama ihtimalinin belirmesi, hayal kırıklığı yarattığı görülüyor. Görüştüğüm Türkiye uzmanlarından biri, “Ben Gül’ün ‘iyi polis’ olduğu kanısındaydım, meğer yanılıyormuşum…” dedi. Genellikle “Anti–AB bakanı” olarak anılan Egemen Bağış’ın koltuğunu kaybetmiş olması Brüksel’de en küçük bir hayal kırıklığı yaratmamış. Yeni Bakan Mevlüt Çavuşoğlu’nun “paralel devlet” teranesi ise, anlaşılan, ilgi görmüyor.

Geçen hafta, Antropoloji Bölümü Fethullah Gülen kürsüsünün davetiyle Leuven Üniversitesi’nde, biri yükseklisans, diğeri doktora öğrencilerine iki konuşma yaptım. Bu konuşmalarda muhatap olduğum sorulara gelecek yazımda değineceğim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar