Yasemin ÇONGAR

* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYORadlı köşede yayımlanmıştır.
***
Bir orospunun, rahminden kazıtmakta geç kaldığı oğluydu o. Hepimiz gibi, ziyadesiyle dolu görünen bir boşluğun içine doğdu. O boşlukta hepimiz gibi başkalarından alıp, başkalarına verdikleriyle var etti kendini. Belki bir farkla: Başkasının dilini, bakışını, arzusunu kendinin kılmakla yetinmedi; çoğumuzun aksine çevresine sadece ruhunu satmakla kalmadı. Küçücükken fırından ekmek yürüttü, ceplerden para aşırdı, tarifeli seks yaptı. Hayatı, kefaret orucu tutarcasına yaşamayı reddetmesinin kefaretini ödettiler ona: Hapishanede büyüdü.
Yüksünmedi. Tasvirini en bayağı küfürlerde bulan kimliğini bir lânet gibi yüklenmek yerine, bir lütuf gibi sahiplendi. Piç ve ibne, suçlu ve aziz olmayı sevdi. Hem herkesin ilgisini çekip hem de herkesi ürküterek yaşamayı, “bir suçluyla bir azizin tek ortak yönü” dediği yalnızlığın ortasından yazmayı sevdi. Ona tanınan vaktin sorumluluğunu hissederek, kaybedecek hiçbir şeyi olmamasından memnuniyet duyarak yazdı.
Kitaplarından birinde şöyle anlatmıştı kendini: “Okul çocuklarının sıralarının içinde kâğıttan yaptıkları bir tavuk, bir gemi, bir kuş, bir ok ya da bir uçak yavaşça açıldığı zaman yeniden bir gazete sayfasına ya da beyaz bir kâğıda dönüşür. Uzun süredir müphem bir sıkıntı beni tedirgin ederken, hayatımın … yalnızca benim üç boyutlu olarak görebildiğim ve kıvırıp katlayarak yeni bir nesneye dönüştürdüğüm, bir dağa, bir uçuruma, bir cinayete ya da ölümcül bir kazaya benzeyen beyaz bir kâğıttan başka bir şey olmadığını anladığımda çok şaşırdım.”
Ne de olsa, “bize bahşedilmiş bir meziyet değil, umutsuz durumlarda keşfettiğimiz bir çıkış yoludur dehâ” diyordu Jean Paul Sartre; ve bu tarifinde olduğu gibi tarifin tescilini onda bulurken de haklıydı sanırım. Bir “hakikat iddiası” olarak görülebilecek felsefenin karşısına“hakikatli bir oyun” olarak edebiyatı koyan Jacques Derrida, hem faşizmi hem komünizmi köklendirecek kadar “sağlam” olan Hegelci illiyet bağlarını, onun tekinsiz cümleleriyle tek tek söküp atmakta haklıydı.
Evet, Sartre’ın Saint Genet’sinden (Aziz Genet) ve Derrida’nın biraz da Sartre’ın Hegelci himayesine tepkiyle yazdığı Glas’ından (Matem Çanı) söz ediyorum. Birbirinin antitezi niyetine okunabilecek bu iki kitapta da, başka bir varoluş imkânını kanıtlarcasına dimdik duran Jean Genet’den söz ediyorum.
Bugünlerde onu yeniden okumaya başlamamı, tesadüfün tılsımıyla açıklamak isterdim doğrusu; çok da zor olmazdı hani. Ama işin aslı başka. İşin aslı, insanın içinden imdat demesi gibi bir şey. Usulca sığınmak gibi... Bir tür refleks.
Ahlâkı, bir tahakküm vesilesi olarak yeniden üretmeye kalkanlara karşı ölçüsüz, hesapsız, nerdeyse içgüdüsel bir öfke duyuyorum ben. Kendimi başkalarının öfkesiyle sağaltmaya çalışıyorum böyle zamanlarda; sinemada sıkı bir dövüş sahnesi izlemek iyi geliyor mesela; isyanını, “Kötülüğü o şekilde yaşayacaksınız ki İyiliği simgeleyen toplumsal güçler sizi ele geçiremesin”cümlesiyle damıtan Genet gibi bir yazar iyi geliyor.
İmkânsız ve kaçınılmaz bir arkadaşlık
Bütün kitapları Türkçeye çevrilen, piyesleri burada da okunan ve oynanan, eserleri –benim oldum olası tuhaf bulduğum bir adla— “yeraltı edebiyatı” olarak baştâcı edilen Genet’yi (1910-1986) bu kez kendi kaleminden değil ama, Sartre’dan ya da Derrida’dan da değil, Tahar Ben Jelloun’dan okuyorum.
Onu tanıyorsunuz. 1944 Fez doğumlu, lise yıllarını Tanca’da geçiren, üniversiteye Rabat’ta giden, Kazablanka’da felsefe hocalığı yaparken ilk şiirleri yayımlanan Ben Jelloun, her ne kadar hayatı boyunca Fransızca yazmış ve 1971’de, üniversite eğitiminin Fransızca yerine Arapça verilmesinin zorunlu kılınmasına tepki duyarak Fas’ı terkedip Fransa’ya yerleşmiş olsa, o zamandan beri de Fransa’da yaşayıp, “Fransalı” bir yazar olarak tanınsa da, doğduğu memleketle edebî bağını koparmamış bir yazar. 1987’de La Nuit Sacrée (Kutsal Gece, Can Yayınları, F. Gönül Akgerman) romanı ile Goncourt Ödülü’nü alırken de, 2004’te Cette aveuglante absence de lumière (Işığın O Kör Edici Yokluğu, Can Yayınları, F. Gönül Akgerman) uluslararası IMPAC Dublin Ödülü’ne lâyık görülürken de, hem Fransa’nın hem dünyanın nezdinde Fas’ı anlatan, Faslı bir edebiyatçıydı.
Türkçeye çevrilen son romanı Au Pays (Ülkemde, Kırmızı Kedi, F. Gönül Akgerman), kırk yıl boyunca kendini hiç ait hissetmeden yaşadığı Fransa’dan nihayet memleketi Fas’a dönen bir adamı anlatır. Muhammed orada, Agadir yakınlarındaki köyünde “aşırı yüklü bir kamyonu, kötü bağlanmış bir paketi” andıran, göçmenliğin nostaljisine yabancı bir kalfanın kötü şakasına benzeyen iğreti bir ev yaptırır kendine; evin verandasında bitpazarından aldığı deri bir koltuğa gömülüp hiç gelmeyecek olan çocuklarını bekler. O koltuktan bir daha kalkamayacak ve etrafına iç bulandırıcı kokular yayarak ölürken başına toplanan aşireti onun şahsında sürgünün parçaladığı bütün ruhlar için dua edecektir:“Muhammed yitik bir insandır, acı çekiyor, Fransa çocuklarını elinden aldı, Fransa ona iş verdi sonra her şeyini aldı… Orada bizim törelerimizin hiç değeri yok, dilimizin değeri yok…”
Ben Jelloun’u okurken, Fransa’yı, Fransızca’yı ama “Fransızlaşmamayı” seçmiş bir yazarı okuyoruz velhâsıl. Onun kitaplarıyla geç tanıştım ve tanışınca galiba en çok bu “aradalığını” sevdim ben. Bütün araf çocukları gibi hep mütereddit, hep uman bir hâli olmasını, sahipsizlik pahasına, ait olmamasını sevdim. Ben Jelloun’dan otuz dört yaş büyük olan ama ilk kez karşılaştıkları 1974 yılından 1986’daki ölümüne dek onun yakın arkadaşı olarak kalan Genet de her şeyden çok böyle tanımlanabilir sanırım:Sahipsiz geldiği bu dünyada, hiç kimseye ve hiçbir yere ait olmadan, dahası hiçbir şeye sahip olmaya kalkışmadan yaşayan bir adam; bir toplum sürgünü, bir araf çocuğu.
Genet ile Ben Jelloun’un “arkadaşlığının” aynı anda hem imkânsız hem kaçınılmaz görünmesi de bundan bence; bir yandan bir usta-çırak ilişkisi onlarınki, aralarında yaş, ün ve nüfuz uçurumu var. Ama bir yandan da, ne kadar yaşasa, ne kadar görse de insanın ancak akranlar ya da mâzileri birbirine çok benzeyen insanlar arasında kurulabileceğini düşünerek kendini aldatmaktan ne hikmetse vazgeçmediği türden mükemmel bir duygudaşlık içindeler. “Babamı rüyamda gördüğüm gibi, bazen Genet’yi de rüyamda görüyorum” diyor Ben Jelloun, Genet’nin ölümünden neredeyse çeyrek asır sonra yazdığı satırlarda, “İki adamın en az iki ortak yönü vardı: İroni ve öfke. Genet’yi hiç bir baba gibi görmedim, o da hiçbir zaman oğlu yerine koymadı beni. Ama bunun ötesinde, arkadaşlıklarımda bir daha hiç bulamadığım türden bir bağ vardı aramızda; hakikaten nevi şahsına münhasırdı Genet.”
İki ayrı ruh, iki ayrı üslup arasında
Genet’nin hayatını anlatmalı mıyım? Onun babasızlığını, genç yaştan itibaren bir hırsız ve bir erkek fahişe olduğunu, ıslahevini ve hapishaneyi iyi bildiğini, erkekleri sevip, erkeklerle seviştiğini, ordudan eşcinsellik yüzünden atıldığını, toplam yirmi yedi ayrı suçtan müebbetlik olmuşken 1949’da Jean Cocteau, André Gide, Pablo Picasso ve Sartre’ın yazdığı dilekçe sayesinde Fransa Cumhurbaşkanı’nın özel affıyla serbest kaldığını, mahpusken yazdığı kitaplarında pis ve şedid bir hayatı olağanüstü bir şiirsellikle tasvir ederek “güzelleştirdiğini,” 1970’te beyaz Amerika’ya başkaldıran Kara Panterlere destek için ABD’ye gittiğini, aynı yıl Ürdün’deki Filistin Mülteci Kampları’nda altı ay geçirip gizlice Yaser Arafat’la buluştuğunu, Bağımsızlık Savaşı’nda ve sonrasında Cezayirlilerin haklarını savunduğunu, 1977’de Le Monde’da Baader-Meinhof’un şiddetini “anlayan” bir yazı yazdığını, Sabra ve Şatila katliamları sırasında Beyrut’ta olduğunu ve gördüklerini “Quatre heures à Chatila”(Şatila’da Dört Saat) başlıklı bir denemeyle birkaç kuşağın zihnine nakşettiğini hatırlatmak; onun romanlarını, piyeslerini, otobiyografik anlatılarını tek tek saymak gereksiz değil mi?
Genet’nin hayatının bütün o karmaşık ve çıfıt, acul ve cüretkâr, siyasi ve romantik yönlerinden söz etmenin çekici bir yanı var kuşkusuz, ama eğer siz de benim gibi –ve mesela Sartre’ın aksine—“eyleyen” Genet’den ziyade “yazan” Genet’yi sevenlerdenseniz, onun iki ayrı ruh, iki ayrı üslup arasında kalmış halini iyi anlatan birkaç cümleyi, hakkındaki bilumum malumatfuruş anlatıya tercih edeceksinizdir. Ben Jelloun’un –Fransa’da 2010’da yayımlanan ve bu yazının vesilesi olan— Jean Genet, Menteur Sublime (Jean Genet: Yüce Yalancı) kitabı tam da bu nedenle özel bir kitap bence. Ben Jelloun, arkadaşını bir “ses” olarak anlatıyor bu kitapta ve o sesin etkisi kadar, değişkenliğini, çoğulluğunu, kendi iç polifonisini de işitmemizi sağlıyor. “Kızıl beyaz” diyor, “Jean Genet’nin sesi.” Korlaşmış beyaz ateş geliyor gözünüzün önüne; mesafeli ama sıcak bir ses, duru, yakıcı: “Her sesin hatırasının bir rengi vardır; Genet’ninkinde ışıklı ve aynı zamanda muzip bir şey vardı. Hâlâ işitebiliyorum. Tütünle dövülmüş, biraz iri taneli, handiyse kadınsı ama mütebessim bir ses. Zamanla kalın, sakin ve her zaman mevcut, her zaman zorlayan bir sese dönüştü. Un captive amoureux’de (Sevdalı Tutsaklık) şöyle yazacaktı: Herkesin sesi gibi benimki de gerçek değil, sahtedir. Hiçbir okur bu kisvenin tabiatını tahmin edemez.” Bu alıntıyı, Ben Jelloun’un itirafı izliyor: “Ben bu kisvenin farkında değildim.”
Başka bir yerde, Genet’nin yazısı ile eylemini, yine sesine kulak vererek ayırıyor birbirinden: “Yazar Genet’nin eserindeki sesi, adam Genet’nin, özellikle de Kara Panterler ile ilişkiye geçmesi sonrasındaki sesiyle aynı değildi. Yazar Genet klasikti, şairdi… Dili olağanüstü duruydu. İmgeleri, en şaşırtıcı olanları bile, cilalıydı. Genet, kelimelere hükmetmeyi bilen bir şairdi ama hiçbir zaman bu kelimeleri adalet için eyleme geçme arzusuyla uyumlu kılamadı.”
Tam da bu işte! Onu “yeraltında” sananların da, ondan anarşist bir kahraman yaratanların da gözden kaçırdıkları uyumsuzluk bu. Ancak onun yoksul ve mümbit, mahpus ve asi hayatına, onun şiddete karşı ve şedid mücadelesine hayran olmayı bırakıp, adam Genet’nin nihaî “sıradanlığı” üzerine düşünmeye razı bir okur, yazar Genet’nin “sıradışı” dilini, ruhunu ve ahlâkını, onun kendine has edebiyat sesini –Sartre’ı ve bütün Hegelcileri kızdırmak pahasına— bir numen, bir “kendinde şey” gibi sevebilir sanırım. Ben Jelloun daha da fazlasını yapıyor; Genet’nin de aslında bunu her zaman beceremediğini gösteriyor bize: “Yazarlığı üzerine konuşmayı reddettiği zamanlarda ya da biri çıkıp romanlarının kudretini ve güzelliğini gündeme getirdiği için öfkelendiğinde, bir set çekerdi. Hayatının iki kritik aşaması arasına, hapishanede geçirdiği (ve kitaplarını yazdığı)zamanla bir aktivist olarak mücadele verdiği zaman arasına duvar örmüştü. İkisinin aynı insan olmadığına inanmamızı istiyordu. Fransa’da toplumsal ve siyasi bilinç sahibi, angaje entelektüellerin sonuncusuydu. Angaje kelimesinden nefret ederdi.”
Durup durup Tanca’ya dönerek…
Denizin kendi bulutunu kuşandığı, insana buğunun içinden solumayı zorla öğreten, toprak dışında her şeyin hep biraz ıslak olduğu bu ıhlamurlu İstanbul sabahlarında, Tanca’yı hayal etmek o kadar da zor değil. İçinden Genet geçen bir Tanca’yı ise, yine ne yazarsa yazsın bir yolunu bulup, Cebelitarık’ın ağzındaki o kumlu şehre dönen Ben Jelloun sayesinde canlandırabiliyorum gözümde. Faslı yazarın, Genet ile Samuel Beckett arasında hayalî bir buluşma ayarlayıp, onlara, denize nâzır bir Tanca kahvesinde Alberto Giacometti’yi beklettiği Beckett et Genet, Un Thé a Tanger (Beckett ve Genet: Tanca’da Bir Çay) adlı piyesi, geçen yıl Işık Ergüden’in tercümesiyle Sel’den yayımlanmıştı. Şimdi, Türkçesini yine Ergüder’den ve Sel’den okumayı beklediğimiz Menteur Sublime’de de, Tanca’nın önemli bir yeri var.
Ben Jelloun, 1970’lerin başında henüz ilk romanını yazarken keşfediyor Genet’nin 1949 tarihliJournal du voleur’ünü (Hırsızın Günlüğü): Faslı bir arkadaşı “Oku” diyor, “Tanca’yla ilgili bu kitap, ikimizin de bilmediği bir Tanca’yla.” Şimdi kırk yıl ve kırk küsur kitap sonrasında, Fas’a bakmanın, Fas’ı yazmanın yeni biçimlerini biraz da Genet sayesinde keşfettiğini anlatıyor Ben Jelloun:“Roland Barthes’ın derslerinde öğrendiğim gibi, Genet’den de bir toplumu asla doğrudan, üstüne üstüne ya da ona paralel giderek değil, ama dolaylı biçimde gözlemlemek gerektiğini öğrendim. Barthes’ın ‘dolambaçlı yol’ dediği şeye Genet ‘köşegen’ diyordu, dünyanın bir ucundan diğerine uzanan bir köşegen. Bir romancı olarak Fas’ı böyle yazdım ben.”
Kitabın en sahici bölümlerinden biri, Ben Jelloun’la Genet’nin birlikte Tanca’ya gittikleri 1974 yılında, Ali Bey Çıkmazı’nda geçiyor. Ben Jelloun’un aile evinde, çıplak duvarlarında sadece Ben Jelloun ve erkek kardeşinin birer fotoğrafı ile antika bir saat, bir tespih ve eski bir takvimin asılı olduğu, bir köşedeki ekmek dolabının üzerinde küçük siyah-beyaz bir televizyonun durduğu mütevazı odada, Ben Jelloun’un Genet’den üç yaş büyük olan ve her şeyden şikâyet eden babasıyla karşılıklı oturup, okuma-yazma bilmeyen annesinin pişirdiği limon soslu, zeytinli kuzu etini yerken konuşuyorlar.
Ben Jelloun’un babası, evlerine hırsız girip her şeyi çaldığı zaman karakola gidişini ve polisler ona çok fazla soru sorunca, “Hırsız ben değilim” diyerek geri dönüşünü anlatırken, “Babana benim de hırsız olduğumu ve bu yüzden hapiste yattığımı söyle ama eşcinsel olduğumu söyleme”diyor Genet. “Bana bırak,” diye kesiyor sözünü Ben Jelloun; “Babama hayat hikâyeni anlatacak değilim. Ona önemli bir yazar olduğunu, hatta Sartre’ı bile tanıdığını söyledim. Çünkü, Nobel Ödülü’nü reddettiğinde Sartre’ın ismini duymuştu babam. Tepkisinin ne olduğunu tahmin et. Hemen bir Fas atasözü söyledi: Allah, dişi olmayan adama kavrulmuş badem verir!” Ben Jelloun yazmamış, ama nedense, Genet’nin bu sözü sessiz bir kahkahayla karşıladığını düşündüm. Kitabın beni de öfkemden kurtardığını hissettim o vakit. Minnetle gülümsedim.
Yazarlar
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012