Yüksel TAŞKIN

Yüksel TAŞKIN
Yüksel TAŞKIN
Tüm Yazıları
Ulusalcılık neden yükseliyor
25.05.2013
2127

 Ergenekon davasının başlamasıyla gerileme belirtileri gösteren ulusalcılık, yeniden yükselişe geçmiş görünüyor. Büyük kentlerde belirli bir ağırlığı olan sol ve liberal demokratların, Anadolu’da pek fazla karşılıkları yok. Kürt hareketinin güçlü olduğu iller dışında, eskiden sol hareketlere yakın kesimler de kendilerini ulusalcı reaksiyonerliğin diliyle ifade etmeye yönelmiş görünüyorlar. Taşrada sol ve ulusalcılık arasındaki mesafe kapanıyor.

Büyük kentlerde herkesin kendisini güçlü hissedeceği alanlar olmasına rağmen, taşrada yaşayan modernist-laik çevreler, muhafazakâr yeni seçkinler karşısında giderek etkisizleştiklerini hissederek, reaksiyoner söylemlere açık hâle geliyorlar. Tüm bu söylenenler ulusalcı gazete ve televizyonların artan tiraj ve popülerliğinden de takip edilebilir. Yine Hürriyet ve Milliyet gibi “ana akım” gazetelere düşen okur yorumlarında da ulusalcı bakış açısı etkilerini hissettiriyor. Türkiye’de eğitimli çevrelerin önemli bir gövdesi, ulusalcı tezlerden bir biçimde etkileniyor.

Genel hatlarıyla iki tür ulusalcılıktan bahsedebiliriz: Malum siyasi aktörlerin daha sert bir içerik kazandırmaya çalıştıkları ulusalcılık ve ulusalcılıkla (sosyal) demokratik tezleri eklektik biçimde savunan daha yumuşak bir ulusalcılık.

Türkiye’de sadece ulusalcı kesimle sınırlandırılamayacak çok geniş bir çevre, mevcut “Hükümet” ve “Yargı” kurumları tarafından mağdur edildiklerine inanıyor. “Yargı”nın siyasallaşmasına dair inanç, adaletsizlik ve mağduriyet hissini derinleştiriyor. Sözgelimi Aleviler, temel haklarının tanınması bir yana, “Devlet”ten giderek daha fazla dışlandıklarına inanıyorlar. Toplumda bu adaletsizliğin açık hedefi olduğuna inanılan veya buna karşı inatla mücadele eden isimlere sempati oluşuyor. Bu kesimler, laik-Batıcı sermaye çevrelerinin denetimindeki ana akım medyada, mevcut iktidara yönelik dik bir duruş sergilenmediğine inanıyorlar. Daha da önemlisi buralardaki “muhalif” isimlerin 2011 seçimlerinden sonra tek tek temizlendiklerinin de farkındalar. Türkiye’nin laik-Batıcı seçkinleri, ayrıcalıklarını korumak adına edilgen bir duruşu tercih ederken, iktidarın olumsuz müdahalelerine karşı daha savunmasız olanlar, yalnız bırakılmalarına öfke duyuyorlar.

Aslında buraya kadar söylenilmek istenen çok açık: Ciddi bir muhalefet boşluğu var ve bu nedenlerle mücadele azmi kuvvetli, ama mücadele söylem ve araçlarının başarı şansı olmayan ulusalcılık yeniden güç kazanıyor. Ulusalcılığın güçlenmesinin en fazla zorladığı partinin CHP olduğu açık. Parti yönetimi, ulusalcı reaksiyonerlikten daha proaktif bir yönelime girmeye çabaladığı bir dönemde, ulusalcılığın kendi tabanındaki tesirlerini dengelemek zorunda kaldı. Üstelik AKP de bu ikilemin farkında ve CHP’yi, 29 Ekim kutlamalarında olduğu gibi, sürekli ulusalcı reaksiyonerliğe veya törenselliğe kilitlemek ve farklı kesimlere açılmasını engellemek istiyor. Önümüzdeki üç seçimde de AKP’nin bu stratejiye yaslanacağını öngörmek zor değil.

Ulusalcılığın güçlenmesi aslında bir kısır döngüyü de beraberinde getiriyor: Barındırdığı militan laiklik anlayışı ve reaksiyoner- izolasyoncu milliyetçiliği nedeniyle, hem dindar kesimleri hem de Kürtleri uzaklaştırıyor ve CHP’yi “yüzde 25”e sıkıştırıyor. Başka bir ifadeyle, ulusalcılık hep aynı çember içinde etkisini arttırırken, yüzde 75’lik büyük çembere ulaşılmasını da imkânsızlaştırıyor. Kürtleri ve mütedeyyinleri yeniden kazanmak zorunda olan sol partilerin en büyük açmazları da bu.

Tam da bu nedenlerle, sol ve liberal demokratların, ulusalcılık dalgasına sert bir siyasal içerik vermek isteyen ve aynı suda defalarca yıkanmaktan bıkmayan siyasi aktörlere karşı ideolojik mücadele yürütmeyi önemsemeleri gerekiyor. Bu tarz ulusalcılığın kendi etki alanına sokmak için ciddi çaba harcadığı, ulusalcılıkla (sosyal) demokratik tezleri eklektik biçimde savunan duruşun muhatap alınması gerekiyor. Hayat tarzı itibarıyla liberal, genel siyasi yönelimleri açısından demokratik tezlerle otoriterlik arasında salınan bu kesimlerle ideolojik etkileşime girmek, zor ama bir o kadar da gerekli. Ancak böyle bir çaba göze alındığında “yüzde 25”lik çemberin dışındaki hayatla temas edilmeye başlanılabilir...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar