Yüksel TAŞKIN
1990’lı yıllarda futbolda Avrupa takımlarına karşı bazı başarılar elde etmeye başladığımızda tribünlerde yankılanan bir slogan, bugünlerde sık sık hatırıma geliyor: “Avrupa Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türklerin ayak sesleri.” Birinci bölümdeki tanınma, insan yerine konulma, eşdeğer kabullenilme arzusunun, ikinci bölümde bir dayılanma tavrına dönüşmesi, sadece futbol alanıyla sınırlı kalamazdı zaten.
Batı sömürgeciliği veya batılılaşma süreçleriyle ilgili ciddi sorunları olan ve incinmiş milliyetçilikten mustarip pek çok Batı-dışı toplumda, siyasetin söylem ve eylem alanını etkileyen bir tavırdır söz konusu olan. Hatta bu tavır, 20. ve 21. yüzyılda üçüncü dünyada büyük siyasi felaketlerin ortaya çıkmasına, ciddi can kayıpları yaşanmasına yol açan negatif bir enerjiye bürünecekti.
Bu yaygın durum, “evrensellik talebiyle veya verili evrensellik içerisinde tanınma talebinden yola çıkarak partikülarizme gömülmek” olarak özetlenebilir. Yazının başlığında kullanılan “incinmiş saldırganlık”, evrenselliğin ıskalanması durumunun bir başka ifadesi olarak düşünülebilir.
Bu yazıyı yazarken genç arkadaşların da okuyacağı ümidiyle anlaşılır olmaya çalışacağım. Bu nedenle belki şu genellemeyi yaparak yol almayı denemeliyim: Batı-dışı toplumlarda 20. Yüzyılda ortaya çıkan seküler hareketlerin, evrensellik üretemeyişlerinin en temel sebebi, Milliyetçilik ideolojisini aşamamalarıdır. Bununla bağlantılı olarak, Kant’ın “Aydınlanma aklın hiçbir otorite tarafından gölgelenmemesidir” düsturunu hayata geçirememeleri de eklenmelidir.
Bugünlerde moda olan bir ifadeyle söylersek, ilerlemeyi, veya evrenselliği, liderlerinin/ şeflerinin/ partilerinin “üst aklına” devredenler, kendi öznelliklerini ve bununla irtibatlı olarak (siyasi) iradelerini de yok saymış oldular. Oysa Aydınlanma, her bireyin akli potansiyelinin hayata geçirilebileceğine dair bir inanç barındırır. Evrensellik kapısı da buradan zorlanabilir(di).
Bu noktaları açmadan evvel, bugün iktidarda olan İslâmcılığın da benzer bir partikülarizme saplandıklarını gözlemlediğimizi vurgulayalım. Kendince bir evrensellik iddiasına sahip İslamcılığın, Soğuk Savaş’taki “seküler” rakiplerini birebir andırır şekilde partikülarizme saplanması tespiti, yazının asıl çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Türkiye dahil, Batı-dışı toplumlarda bireylerin akıl ve iradelerini “üstün akıllara” devretmeleri, veya devretmeye zorlanmaları sonucu, şef/lider/partinin ilerlemeyi mümkün kılacak iradi yetkinliği yakalamaları beklendi. Lider, Batı’yla olan tarihsel mesafemizi, ilerleme açığımızı kapatmak için büyük sıçramaları mümkün kılacaktı. Bunun sonucu da abartılı bir iradeciliğin (voluntarizm) ortaya çıkmasıdır.
Toplumsal mücadeleler, sınıf mücadeleleri, toplumsal bilincin gelişmesi, özgür bireylerin ortaya çıkması beklenemezdi. Acelemiz vardı; çünkü “geç” kalmıştık. Evrensel olana, evrensel olmayan masal kahramanlarıyla ulaşma naifliği, elbette duvara çarpmakta gecikmedi. Geç kalmış olmanın, “alaturkalığın” incitici bilinci, yer altında akan ırmaklar gibi varlığını hep hissettirdi. Rahatsızlık vermeye devam etti. Kahramanlarla bu incinmişliği aşabileceğimize inandık. Özgüven kazanmak adına milliyetçiliğe abandık. Kahramanlarımız duvara çarptığında, trajik yenilgiler yaşadıklarında milliyetçilik, bize sadece “kendimizin dost olabileceği” tesellisini verdi. “Evrensellik bir Batı yalanıydı” ne de olsa.
Bunun yerine, sıradanlığın erdemine inanabilmeliydik. Sıradan yurttaşların karınca misali çabalarıyla, sıradan insanların özne olabilmeleriyle ve irade kazanabilmeleriyle yol alabileceğimizi anlayabilmeliydik. Seküler Aydınlanma birikiminin bir kanadı, kendisini dev aynasında görüp, kahramanlara, olağanüstünün bir gün geleceğine, mucizevi kurtuluşlara inanmaya devam ederek avuntu verici uykusunu sürdürüyor.
Ama olumlu işaretler de var: Feminizm, ekoloji, yeni toplumsal hareketler ve bunların yarattığı birikim, “küçük güzeldir” ilkesiyle hareket ediyor. Sıradan insanların özne-iradeleriyle yol almaya, büyük laflar etmeden alternatifini oluşturmaya gayret ediyor. Geleceğin dünyası bu mütevazı ve mütevazı olduğu için de kalıcı olmaya aday arayışlardan çok şey kazanacak.
Ama asıl konumuz bu değil. İncinmiş bilincin en görkemli kahramanlarından Cemal Abdül Nasır’ın veya Nasırizm’in trajik yenilgisini anımsatarak, bugün Türkiye’de gözlediğimiz, incinmişlik hissiyle ilişkilendirdiğim İslâmcı özgüven patlamasına ve yol açtığı, açabileceği hasarlara tarihten bir ayna tutmaya gayret edeceğiz.
Sömürgeciliğin yarattığı maddi ve manevi hasarlar, seküler Arap milliyetçiliğinin güçlenmesinin en temel nedeniydi. Mısır Cumhurbaşkanı Nasır’ın 1955 Süveyş Kanalı krizi ve onu izleyen kısa savaştan büyük bir diplomatik zaferle çıkması, Arapların incinmiş ruhlarına çok iyi gelmişti. Bu krizde, “köhnemiş” Fransız ve Britanya emperyalizmi trajik bir yenilgi almış, Ortadoğu halkları, bu iki ülkeden çektikleri acılar nedeniyle ciddi bir zafer hissi yaşamışlardı. Nasır, Arapları kurtaracak kahramandı. O radyoda konuştukça Araplar güçleniyor, özgüven kazanıyorlardı.
Suriye’de iktidarda olan Arap Milliyetçileri, 1958’de Nasıra gidip, Mısır ve Suriye’yi birleştirmeyi ve Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni (BAC) kurmayı önerdiler. Doğrusu bu çok parlak bir fikirdi ama detaylıca planlanmamıştı. Nasır, bu fikri sevdi ama yeni cumhuriyeti tek başına yönetmek isteğini dayattı. Nasır, seçilmiş olduğuna, mutlak güç ve iradeyle hareket etmesi gerektiğine inanmıştı veya inanması için tüm tarihi koşul ve dekor hazırlanmıştı. Bu plansız, hesapsız ama görkemli fikir sadece 3 yıl sürebildi. Suriye 1961 yılında BAC’den ayrıldı.
Düşünün Arap Birliği hayalleri kuruyorsunuz ama gerçekçi bir planlama yapmadan iradelerinizi Nasır’a devrederek başaracağınıza inanıyorsunuz. Nasır da sadece kendisinin bu rüyayı gerçekleştirebileceğine inanıyor. Yine düşünün, Araplar konfederal veya federal bir birlik kurmayı başarsalardı, ABD’nin Körfez Monarşileri ve İsrail üzerinden sürdürdüğü (yeni) kolonyalizmin hali nice olurdu?
Araplar bu tarihi fırsatı neden kaçırmışlardı? Başarı gelemedi çünkü akıl ve demokrasiyle yol alma “zahmeti” ıskalanmıştı. Çünkü sıradan, haysiyetli karıncaların rejimi olan demokrasi yerine, süper-insanların, trajik kahramanların milliyetçi seçkinciliğine yaslanmak hatasında bulunulmuştu. Oysa Aristo yüzyıllarca önce üzerinde bugün de düşünmemiz gereken meşhur sorusunu sormuştu: “Bizleri kurtarıcılarımızdan kim kurtaracak?"
Nasırızmin veya Arap Milliyetçiliğinin ikinci büyük yenilgisi 1967 yılında İsrail’le yapılan “Altı Gün Savaşı”nda geldi. Araplar, “Nasır’ın bu savaşı kazanacağına” öylesine inanmışlardı ki, savaşın kaybedildiği kesinleştiğinde bile Arap radyolarında çalınan zafer marşlarına inanmak istediler. Toplu bir gerçeklik kaybı seansı yaşanmaktaydı. Oysa Nasır kısa süre önce en iyi askerlerini “Mısır’ın Vietnam’ı” olan Yemen bataklığına göndermişti. Arap liderleri bu kaçınılmaz savaşa hazırlanmak için Sovyetler’den silah almayı ve bol bol propaganda yapmayı yeterli sanmışlardı. İsrail bu ölüm kalım savaşına uzun yıllar hazırlık yaparken, Araplar kurtarıcılarına güvenmeyi yeğlediler.
Arap Milliyetçiliğinin kişi kültünü merkeze alma yanılgısının yol açtığı, “yaratıcı olamayan yıkıcılığı” anlamak için çok sayıda örnek verilebilir. Irak diktatörü Saddam’ın, İran İslâm Devrimi’nden hemen sonra İran’a saldırırken, Devrim’in kısa sürede çökeceğini ve İran halkının kendisini kurtarıcı olarak karşılayacağını “hesapladığını” anımsayabiliriz. Ama Irak, İran’la 8 yıl savaşmak zorunda kaldı. 1970’lerden itibaren Irak’ta gerçekleştirilen kalkınma altyapısı tamamen çökertildi. Aynı Saddam, 10 yıl sonra Kuveyt’i işgal ederek “maddi sorunlarını” çözebileceğine gerçekten inandı. Yine sıradan yolları değil, olağanüstüyü seçti. Mucizevi kurtuluşu aradı ve duvara tosladı.
Bu yazıyı okuyanlar, yukarıdaki hataların sadece “seküler” Arap Milliyetçiliğine ait olduğunu veya olacağını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Tam aksine, bu yazının temel iddiası, siyasal İslâmcılığın da aynı zihniyet kalıplarına sahip olduğu; “siyasi rakiplerinden” bu kalıpları devraldığı yolundadır. Zira seküler veya İslâmcı geleneklerin, evrensellikle imtihanları ve evrenselliği ıskalayarak partikülarizme saplanmaları arasında şaşırtıcı bir benzerlik söz konusudur.
Türkiye’de de siyasal İslâmcı gelenek, Batı-dışı toplumların mazlumiyet ve mağduriyet bakımından eşdeğerliliğini içselleştirmekten uzaktır. “Eşdeğerlilik” kavramı son derece mühimdir, çünkü sahici bir evrensellik bu kavram üzerine bina edilebilir.
Türkiye’de AKP üzerinden iktidarı yakalayan İslâmcılık biçimi ve onun entelektüel destekçileri, incinmişlik algısından yola çıkarak, mazlum toplumların veya toplulukların eşdeğerliği ısrarında bulunan bir evrensellik birikimi yaratamadılar. Onların Oryantalizm eleştirisi, eşdeğer kardeşlik yolunu pas geçerek, üstünlük ve kibir ima eden bir seçilmişlik, kurtarıcılık sevdasına meyletti ve bunun üzerinden “Tersine Oryantalist” bir limana demirleyiverdi. İncinmişlerin kardeşliği yerine, kendisine kurtarıcılık misyonunu layık gören incinmiş saldırganlığa yönelmek, derinlere işleyen özgüvensizlikle yakından alakalıdır. Başka bir ifadeyle söylersek, İslâmcılık gezdi, dolaştı ve en sonunda milliyetçilikte karar kıldı.
Bu tercih, bugün İslâmcılığın yaşadığı fikri çoraklığın da temel nedenidir. İçerisine yuvarlandığımız ve duvara çarpması kaçınılmaz görünen gerçeklik yitimi de bununla alakalıdır. Bugün AKP iktidarının etrafında kenetlenen “gazeteci entelektüellerin” pompaladıkları kurtarıcı misyon devleti ve bunun dayandığı büyüklük algısının temelinin ne kadar zayıf olduğunu göstermek adına birkaç sevimsiz rakamı anmak yeterli olacaktır:
Türkiye Ekonomist Araştırma Birimi’nin Demokrasi Endeksi’nde 97. Sıradadır (2015). Çok daha önemsenmesi gereken İnsani Gelişmişlik Endeksi’ndeyse 72. sırayla İran’ın gerisinde yer almaktadır. Sınır Tanımayan Gazetecilerin Basın Özgürlüğü raporundaysa (2016) 151. sıradadır. Türkiye 2006 yılında bu endekste 98. sıradaydı. Yani Türkiye dünyadaki belli başlı endekslerde 100’lü sıralarda salınan bir devlettir.
Bu rakamları paylaştığınızda yukarıda zikrettiğimiz bazı “gazeteci entelektüeller” bu verilerin Türkiye düşmanlarınca çarpıtıldığını iddia ederek, bahsettiğimiz incinme temelli kibri hemen ele vereceklerdir. Bu endekslerde Norveç veya İsveç’in sürekli en yüksek oranlara sahip olmaları da bir Amerikan veya Yahudi komplosu olsa gerektir...
Türkiye’de söz konusu entelektüellerin yol açtıkları gerçeklik tahrifatı, bir zamanlar Mısır’da yaşananlara ciddi biçimlerde benzemektedir. Mısır devlet seçkinleri de kendi kapasitelerini abarttılar veya belli alanlardaki yapısal zayıflıklarını görmezden geldiler. Trajik kahramanın iradesiyle bunların üstesinden gelineceğine inanmak istediler ve yenildiler.
Oysa zamanında Nasır’a ihtiyaç duyduğu eleştiriler, anımsatmalar yapılabilseydi veya Nasır’ın bütün yönetim erkini kendi inhisarı altına almasına güçlü bir itiraz geliştirilebilseydi, bu yıkımlar engellenebilirdi. Nasır ve arkadaşları bir cumhuriyet kurmuşlardı. Ama Cumhuriyet fikrinin temelinde, çok daha geniş bir yetenekli insan havuzuna sahip olunması olduğunu çabuk unuttular. Cumhuriyet, tek bir monarkın iradesi yerine çok sayıda yetenekli yurttaşın siyaset yapabildiği yönetim biçimidir.
Bugün Başkanlık tartışmalarında unutulan husus tam da budur. Aslında müzakere ettiğimiz veya edemediğimiz husus “siyaseti kimler yapmalı” sorusuyla alakalı? İslâmcı entelektüellerin son dönemde yüzleşmeleri gereken temel meselelerden birisi de bu.
İleride bugünlerin tarihini yazacak olanlar, İslâmcıların kendi özne hallerinden ve iradelerinden nasıl bu kadar kolay taviz verebildiklerini anlamaya çalışacak. Bu hususta verdikleri sınav, sadece ülkemizin değil kendi geleneklerinin geleceği açısından da kritik öneme sahiptir. Yukarıda özetlediğimiz yanlışları tekrarlamakta olduklarını ve buradan ferah bir ülkeye çıkamayacağımızı görebilecekler mi? Görmek yetmiyor. Özne, irade ve eylem arasındaki ilişkiyi yeniden düşünüp yanlışa yanlış demekten ziyade, yanlışın ateşli savunucuları olmayı sürdürecekler mi? Özünde otorite karşısında incinmekle, güçsüz düşmekle ve ona teslim olmakla alakalı olan bu tavrı sorgulamadan ve aşmadan bizlere ferahlık yok…
BİRİKİM
Yazarlar
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.04.2024
15.12.2019
26.07.2019
18.12.2017
27.09.2017
19.09.2017
10.08.2017
27.07.2017
10.07.2017
26.06.2017