Halil BERKTAY

Tarihsel gerçek, neden hukuktan daha önemli
25.04.2013
4495

 Soykırım mıydı, değil miydi sorusuna daha en baştan, net ve kesin cevaplar vererek başladım ki, bunu aşayım ve bir kenara koyup başka şeylerle devam edebileyim. Zira üçüncü soruya soykırım deyiminden hoşlanıp hoşlanmadığıma, ya da bu tartışmayı soykırım mıydı, değil miydi noktasına odaklanarak sürdürmenin yararı olup olmadığına gelince, cevabım belki paradoksal olarak hayır. Bunu izah etmeliyim.


Tarihsel gerçekliği bir klişeye bağlamamak

Birincisi ve en önemlisi, soykırım sözcüğü tarihçiler tarafından da kullanılmakla birlikte, aslen tarihçinin değil hukukçunun, bir savcı veya avukatın terim ve kavram dağarcığının bir parçası. Günümüzde, uluslararası ceza hukukuna girmiş bir suç tanımı.

Dolayısıyla aynı zamanda bir hüküm; bir kalıp, bir etiket ve bir klişe. Tarihsel kavrayışımızı ileri götürmüyor; tersine, öğrenme ve anlama çabasını dondurucu rol oynuyor. Doksan küsur yıllık inkâr ve unutuş-unutturuş biçimlerinden sonra, Türkiye halkı ve kamuoyunun 1915’i uzun uzun konuşma, öğrenme ve anlamaya ihtiyacı var. Bu, bizler gibi özgür aydın ve tarihçilerin bilgilerinin yeterli olup olmaması meselesi değil. Bu konudaki dünya bilgilerinden on yıllar boyu yalıtılmış ve yerli malı yalanlarla doldurulmuş genç nesillerin “yeniden öğrenme” meselesi.

Bunun için gerilmeden, rahat konuşabilmek; olayı önceden yaftalayıp buna göre peşin hükümle mevzilenmek, siper kazıp içine girmek yerine, veri ve olguları serinkanlılıkla inceleyebilmek lâzım. Soykırım mı, değil mi yaklaşımı ise tam tersini yapıyor; 1915’te tam ne olduğunu, niçin olduğunu, nasıl olduğunu açıklamak yerine, “olan”a bir isim koyuyor ve sonra her şeyi bu ismin ya savunulması ya çürütülmesine bağlıyor. Soykırım demek ancak nihaî bir vargı olabilecekken, bu aşırı yüklü terim hele bir ilk söz, bir başlangıç olarak kullanılırsa, iyiden iyiye engel veya tıkaç rolü oynuyor.


Mahkeme salonundan çıkmak; savunma refleksini katılaştırmamak

Üstelik ikincisi, soykırım sözcüğü geçtiği anda bir dâvâ, bir duruşma, bir mahkeme salonu havası oluşuyor ve özellikle Türkiye kamuoyunun kendini sanıklara ayrılan bölümde hissetmesine yol açıyor.

Hakkımızda bir iddianame hazırlanmış; buna göre bir hüküm verilecek, bir ceza takdir edilecek bu, herkesi geriyor, mukavemeti pekiştiriyor ve gerçeklerin kabulünü değil, ne pahasına olursa olsun reddini özendirmeye başlıyor. “Soykırımı kabul edersek ardından tazminat, hattâ toprak talepleri de gelecek” bu argüman, zımnî bir itirafı içerse bile, inkârın en güçlü dayanağını meydana getiriyor. Gerçek nedir tartışması bitiyor; sadece “soykırımı kabul ettirme politikaları” (genocide acknowledgement politics) ile “soykırımı inkâr politikaları” (genocide denial politics) kalıyor.


Geniş bir alanı inkârcılığa hediye etmemek

Buna bağlı olarak üçüncü mesele, gerçekler ile inkâr arasındaki sınırın yanlış yerde çizilmesi. Bu biriçerik meselesidir; 1915’in iki kritik noktası, (a) bütün gayrimüslimleri ve bu arada Ermenileri artık düşman sayan bir Türk milliyetçiliğin varlığı ve oluşturduğu ideolojik zemin ile (b) katliamların gerçekliği ve (c) legal yollardan gönderilen tehcir talimatına paralel gizli derin devlet emirlerinin varlığıdır. Shakespeare’in “bir ismin nesi var; gül dediğimiz çiçek, hangi adla olursa olsun aynı derecede güzel kokar” (What’s in a name? That which we call a rose / by any other name would smell as sweet) demesi gibi, adına ister soykırım ister Osmanlı Ermenilerinin yok edilmesi veya daha bile yumuşak bir şey deyin; faraza bu üç noktayı kapsayan bir anlayış yeterlidir; hattâ ilk ikisi bile büyük ölçüde yeterlidir, çünkü dehşetin reel boyutlarının kamuoyunda yer etmesi bile resmî tavrın büyük ölçüde çökmesi demektir.

Alternatifi, gerçek ile inkâr arasındaki sınırın bilgiden değil soykırım sözcüğünden geçmesidir. Bu da çok ama çok geniş bir alanı inkârcılığa hediye ediyor. “Soykırım diyorsanız doğrucu, demiyorsanız inkârcısınız.” Bir konferans düşünün ki sırf sizin o sözcüğü, g-word’u telaffuz edip etmeyeceğinize bakılıyor. Herkes bunun için gelmiş; başka şey dinlemek istemiyor. Evet, soykırımdır derseniz Ermeniler alkışlıyor, Türkler yuhluyor ve her iki taraf da ötesiyle ilgilenmiyor. Hayır, soykırım değildir derseniz tersi oluyor; bu sefer Türkler alkışlıyor, Ermeniler yuhluyor ve gene herkes kabuğuna çekiliyor.

Ve tabii bunun da Türkiye toplumunun sabırla, uzun süre, adım adım aydınlatılmasına en ufak bir katkısı olmuyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar