Halil BERKTAY
İdeolojiler simetrik değildir. Farklı kültür kökenleri ve varsayımlardan türerler. Kolay kolay matematiksel bir modele oturtulamazlar.
19. ve 20. yüzyıllara üç büyük ideolojinin karşılıklı etkileşim ve mücadeleleri şekil verdi : liberalizm, (Marksist) sosyalizm, nasyonalizm. Bunlardan ilk ikisi Aydınlanmacı, dolayısıyla rasyonalisttir. En azından teoride, mistisizme, kaderciliğe, ölüme ibadete, meçhulün çağrısı ve esrarengizin ürpertilerine, voodoo büyüleri ve satanizm âyinlerine, tarihöncesinden kalma esoterik alâmet ve efsanelere, eski İskandinav savaşçıları (berserker’lar) ve Osmanlı “deli”leri gibi “kan tutmuş” bir cinnet haline girerek dövüşmeye yabancıdırlar. Şuur iyi, şuursuzluk kötüdür. Liberalizmde, bireyin varlığı başka hiçbir (daha büyük) birim içinde eritilmez. Gerçi Marksizm, (ezilen) bireyleri kendi (işçi, emekçi) sınıfları içinde birleşmeye çağırır. Ama bu da otomatik, organik bir ilişki değildir. Daha çok, kişinin düşünerek alacağı aklî bir katılma kararıdır.
Milliyetçilik bütün bu açılardan farklıdır. Aydınlanma’dan ve Fransız Devrimi’nden değil, daha çok her ikisine karşıtlıktan kaynaklanır. 19. yüzyılda Romantizmin radikal-devrimci ve koyu muhafazakâr varyantları birbirini izledi. Özellikle Viyana Kongresi (1815) sonrasında milliyetçilik, daha çok gerici Romantizm ya da Romantik Restorasyonizm ile elele yürüdü. Aydınlanma’nın Aklı mutlaklaştırmasına karşı Tarihi mutlaklaştırmaya koyuldu. Bu, tesadüf değildi; çok esaslı nedenleri vardı. Milliyetçi ideoloji, hedef kitlesine dahil bütün bireylere, millet denen büyük birime otomatik ve organik olarak dahil ve ait olmayı dayatır. Onları böyle görür ve onların da kendilerini böyle görüp hissetmelerini ister.
Bu, akıl değil heyecan işidir; bütün dinsel inanç sistemlerinde de görüldüğü gibi, insanı zaman zaman kendinden geçiren; sonra da söz konusu vecd ve istiğrak hallerinin anısıyla yaşattıran bir heyecan projesidir. Zira soyut tek tanrı fikri gibi soyut bir millete bu şekilde aidiyet de insanların günlük hayat içindeki elle tutulur realitesi değildir. Birincisi, aslında tek ve muazzam bir topluluk değil, küçük çevreler halinde yaşamakta; “milletin tamamı”nı değil, ancak birkaç yüz kişiyi fiilen tanımaktadırlar. İkincisi, kişisel ve ailevî geçmişleri itibariyle, hiç de “herkesle ortak” bir tarihleri olmamıştır. Üçüncüsü, “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” de olmayıp, aralarında bir yığın farklılık ve çıkar çelişkisi mevcuttur.
Ne ki milliyetçilik bizi bunların tam tersine inandırmak ister. Bu çabanın kilit sözcükleri tarih, kültür, ata/lar ve önder/lerdir. Millet “hayalî bir cemaat” değil gerçektir; “bölünmez bir bütün”dür; “kıvançta ve tasada ortak”tır; daima “birlik ve beraberlik içinde”dir. Zira öncelikle geçmişten bugüne kesintisiz bir akış ve devamlılık içindedir. Olmadığı bir zaman hiç olmadı; tarihin derinliklerinde hep mevcuttu(r). Onun için bizler ceddimizin takipçilerinden başka bir şey değiliz, olamayız. Onları red ve inkâr edemez, onlardan farklı düşünemeyiz.
“Tarihimiz, kültürümüz bizden bunu talep ediyor.” Aslında bizden böyle hiçbir şey talep etmeyen tarihe ve kültüre izafe edilen bu sözde-bağlayıcılık, 18. yüzyılın emredici Aklına rakip bu diğer, tarihî-determinist emredicilik, karşı koyamayacak ve dışına çıkamayacak olduğumuz farzedilen bir güçtür. İki önemli sonuca yol açar. Birincisi, geçmişle bu (dikey) bütünleşme, “şimdiki zaman”da (yatay) bir bütünleşmeyi de dayatır. Hepimiz Türk çocuğu ve Müslümansak, nasıl farklı davranabiliriz ? Bir adım ötesi, aykırı düşünmenin ihanet sayılması, “millî çıkar”lara ters düşenin hain muamelesi görmesidir. Son derece kıskanç ve hegemonyacı bir ideolojidir milliyetçilik; hele “hedef”e, iktidara yürürken, kendine ait gördüğü alanda alternatif tanımaz, çeşitlilik kabul etmez; bütün rakiplerini yok etmeye kalkar. İşte, 1878’den sonra Makedonya’da Bulgar milliyetçisi IMRO’nun yaptıkları. İşte, Türkiye’de İttihatçıların ve sonra Kemalistlerin muhaliflerine reva gördükleri. İşte, Kuzey İrlanda’da IRA; Kıbrıs’ın güneyinde EOKA-B ve kuzeyinde TMT. Aynı şey PKK’nın Kürdistan’a bakışı için de geçerlidir.
“Tarihin emrediciliği”nin ikinci önemli sonucu, mutlak lider otoritarizmidir. Bu, “klan atası” ile “klan şefi” arasındaki ilişki gibi bir şeydir. Kabile toplumunda, klanların bir, çok uzak, sisli geçmişlerde yatan ve soyundan geldiklerine inandıkları ataları vardır, bir de hâlihazırda av alanından av alanına, otlaktan otlağa göçlerini yöneten, töreyi gözeten, saygı gösterip bazen hediyeler sundukları şefleri. Zaman içinde ikisi arasında giderek daha sıkı bir bağ oluşur; şef, ataya daha fazla yaslanıp yeryüzünde atanın gölgesi gibi yürüyebildiği ölçüde krallaşmaya, hükümdarlaşmaya başlar.
Aynı şekilde, günümüzde “tarihin emri” de milliyetçi önderin otoritesini yüceltmeye yarar. Yahya Kemal, Süleymaniye’de bayram sabahı, Türklüğün gelmiş geçmiş bütün savaşçılarını tek bir cemaat halinde saf tutmuş hayal eder. SA’lar ve SS’ler, eski efsanelerdeki Germen avcı-savaşçılarının “ölüler ordusu”nun biraz arkalarında, kendileriyle birlikte yürüdüğünü hayal eder. En çok da lider, ataların somut, canlı haline dönüşür. Kollektifin içinde, “millî dâvâ”nın içinde erimek, pratikte, sırf bir “mefkûre”nin değil, o “ülkü”yü temsil eden karizmatik kişinin peşine takılmak; ona teslim olmak, iradeni onun iradesi içinde eritmek, onun ordusunun bir neferi haline gelmek, onun emirlerine kayıtsız şartsız itaatten özel bir zevk almak biçiminde gerçekleşir.
Duce, Führer, Ulu Önder, Ebedî Şef, Millî Şef, Serok, Başkan, Başbuğ ve irili ufaklı Reis’ler böyle yükselip, çığrından çıkmış bir irrasyonalizm hâlesiyle çevrelenir.
Yazarlar
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları



















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024