Mücahit BİLİCİ
Kavramların tarih içinde bir ortaya çıkış anları vardır. Çünkü kavramlarımız da bizim gibi doğar, büyür ve bazan ölürler. Ne zaman yaşadıkları, hangi tadilatlardan geçtikleri önemlidir. Mesela şimdi Psikoloji ismine temel olan Pysche (psik) kelimesini ele alalım. Normalde bu kelime ruh demektir. Psikolojiye hala ürkek de olsa ruhbilimi denmesinin böyle etimolojik bir sebebi var. Fakat bilim artık ruh’u kabul etmiyor. Ruh var olduğundan veya yok olduğundan değil, bilgisayar dilinde söylersek, format uyuşmazlığından o dosyayı kabul etmiyor. Onun yerine “akıl” (mind) denmeye başlandı. “Ruh hastalıkları” mı yoksa “akıl hastalıkları” mı demeliyiz? Aynı şeye atıfta bulunan bu kavramlar zamanla pratik işbölümüne gidebilir. Mesela ruh hastalıklarına daha tıbbi, akıl hastalıklarına daha bilişsel bir tasnif uygulanabilir. Ancak bu karmaşa eski ile yeninin birarada kullanılmasının sonucu gibi görünüyor. Hatta “ruh”a göre daha yoksul bir kavram olan “akıl” da fazla soyut ve gayribilimsel olduğu için psikoloji bilimi bugün “akıl”ı da pek sevmez, onun yerine “beyin”i kullanır. Daha somut, biyolojik şeylere meyleder: Genler, loblar, sinirler vesaire. Bu tabi bir açıdan insana (manen olmasa da maddeten) daha çok nüfuz edebilmekten kaynaklanıyor. ‘Mutluluk geni’, hatta ‘Tanrı geni’ bulundu gibi haberler, populer bilimsel heyecanlar bu nüfuzu yansıtıyor. Bir açıdan da Ruh’tan ta Beyin’e kadar düşmek, insana dair tasavvurun gittikçe çoraklaşmasının bir sonucudur.
Vicdan kelimesi de hala çoğu zihinde tamamen temayüz etmiş, ayrışmış bir kavram değildir. Türkçede daha az sorun olmakla birlikte, mesela İngilizce’de çoğu insan vicdan demek olan “conscience” ile şuur veya bilinç demek olan “consciousness”i birbirine karıştırır. Fransızcada bu iki kelime ayrışmamıştır, aynı kelime ile ifade edilir. Diyebilirsiniz ki ama zaten şuurlu olmak vicdanlı olmak demek değil midir? Bunun cevabı hem evet hem de hayırdır. İşte bu yüzden zaten her kavram ve tarif ettiği atıf nesnesi bir kültürde her zaman kamilen netlik kazanamayabilir. Vicdanı bir kelime olarak çok kullanıyor olmamız onun mahiyetini iyi bildiğimiz anlamına gelmeyebiliyor.
Peki İslam’da vicdan var mı?
Arapça’da “vicdan” “vecede” fiilinin mastarıdır. “Vücud” kelimesi ile aynı kökten gelir ve “bulunum yahut bulmak” gibi anlamları var. Vicdan bir tür mevcut olma halidir. İnsana özgü bir “bulunma” halidir. Vecd kelimesi ki kendinden geçmek anlamındadır, insanın kendisi ile arasındaki mesafenin kapanması anlamında bir “kendini bulma” halidir. Etimoloji her zaman yararlı olsa da birşeyi anlamak için etimoloji hiçbir zaman yeterli değildir.
İslami ilimler bize “vicdan”ın İslamın ilk asırlarında hiç kullanılmadığını söylüyor. Bu kadar kıymetli ve mübarek bir kelime acaba neden İslamın erken tarihinde yok? Hatta İslamda vicdan neden yok? diye de sorabiliriz bu soruyu. Fakat bu soru kulağa o kadar haksız bir soru gibi gelir ki insan rahatsız olur. Çünkü İslamın vicdanın maksadından uzak olduğunu söyleyemeyiz. Bilakis, mü’minler için İslam vicdandır. Lakin, bu kavramın kendisine İslamda neden yer bulamadığı sorusu yine de meşru bir sorudur.
Vicdan kelimesi, Yunan felsefe metinleriyle temas ve İslam felsefesinde “vücud” (varlık) kavramının kurcalanması ile tedavüle giriyor gibi görünüyor. En azından 8. Yüzyıldan önce İslam’da vicdan yok. Yine de bugünkü anlamda vicdan kavramı, mesela Hegel’e göre, Antik Yunan’da da yoktu. Yani kadim medeniyetlerin hiçbirinde vicdan yok. Çünkü Tanrı veya Tanrılar var. Tanrı çekilince, vicdana yer açılıyor. Tanrı doğrudan varsa, vicdana henüz ihtiyaç hasıl olmuş değil. Çünkü Tanrı o adı taşımasa da kollektif vicdanı temsil ediyor. Elektriğe bağlı olanın jeneratör bulundurması gerekmiyor.
Vicdan dini değil ahlaki bir kavram
Bugünkü anlamıyla Vicdan’ın doğması için insanın modern birey anlamında “muhtar” (ihtiyar sahibi), “otonom” (özerk) bir aktör (fail) haline gelmesi gerekiyordu. Taklid ehlinde vicdan olmaz. Sorumluluk almayan, emirkulu kategorisinde olan insandan yapma canlı türlerinde (yani asker, memur, alet-edevat, tetikçide, iletkende, meyyitte) vicdan olmaz. Vicdana izin vermeyen meslekler var. Eşyanın, müridin, vagonun vicdanı olmaz. Çünkü lokomotife bağlıdır. Eskiden merbut olunan lokomotife Tanrı deniyordu. Lokomotifi bozulan bir vagonun hareket etmesi, yani kendinden hareket edebilir hale gelmesi nasıl mümkün olacak? Kendi kendine hareket eden vagonlara biz bugünkü dilde otomobil diyoruz. Oto-mobil, hariçten değil zatından/kendinden hareket eden vagon demektir. İyiyi ve doğruyu ayırabilen (akıl ve baliğ) ve “sorumlu”(mes’ul) sayılan insanda “vicdan” ilk kez ortaya çıkar. Vicdan doğuştan değil, bulunuştan gelir. Toplumsallaşmamış bir insanda (yani vahşet halinde) vicdan bulunmaz, iman da olmaz.
Tanrı öldü, vicdan doğdu
Bu hakikati hemen ucuz ateistik sloganlara bağlamayalım. Zira dindar veya ateist çok anlayış yoksunu yobaz var. Zira, cehaletin dini ve rengi yoktur. Evvela, yüzeysel ateistlere kötü haberim şudur: Tanrı öldü demek Tanrı yoktur demek değildir. Kral öldü demek, Krallık yıkıldı demek değildir. Kral ölünce, yaşasın Yeni Kral demek zorunda olanların Tanrı’nın ölümüne sevinmeleri kursakta kalacak kısa bir sevinçtir. Kral değil krallık bile öldüğünde, yönetim gerçeği ortadan kalkmaz. En fazla öz-yönetim yahut demokrasi adını alır. Dinsiz olabilirsiniz ama ahlaksız olamıyorsunuz. Çünkü din modern çağda Kant gibi peygamberlerin eliyle ahlak suretini aldı. Tanrı dağıldı ama yok olmadı. İman yurttaşlık adını aldı. Kişiye özgü hale gelen Tanrı da Vicdan suretini aldı. Yani Tanrı öldü ama vicdan olarak yeniden doğdu.
Tanrı’nın ölümünü ilan eden Nietzsche, özetle şöyle diyordu: Dinin anlattığı suretiyle bir Sultan gibi hükmeden Tanrı artık onu ispata çalışan akıl eliyle inanılamaz hale geldi. “Tanrı öldü” demek alemin nuru çekildi demektir. Yani elektrikler kesildi. Nietzsche şöyle der: Tanrı ölünce, herkes kendi birer Tanrı olmak zorundadır. Yani herkes kendinden nur çıkartmak, bir mum yakmak veya bir nur saçmak zorunda kalacak diyor. Çünkü uluhiyet ölmüyor, farklı bir surette yeniden doğması gerekiyor. O yüzden Nietzsche’yi okuyup da buna binaen ateizmi bir meziyet sayan kişiler cahil insanlardır. Nietzsche’nin işi Tanrı ile değil, değerler ile ilgilidir. Yani alemdeki nuraniyet: Sokak lambaları, trafik ışıkları, sinyaller… İnsanlara doğru davranışı gösteren (eski tabir ile hidayet ve irşad için kullanılan) elektriğin kaynağı olan eskimiş trafonun artık bu yükü çekemediğini ve yandığını söylüyor. Yeni bir batarya sistemine geçilmesi gerekiyor.
Bu yeni kurulum sağlanıncaya kadar zifiri bir karanlıktan geçişin yaşanacağını söylüyor. O karanlığa nihilizm diyor: Yani gözün yol görmediği bir karanlık, herşeyin gecenin zulmetiyle simsiyahlikta yekpare hale geldiği farksızlık halidir nihilizm. Yeni ışıklandırma sistemine olan lüzumu da şu kavramıyla dile getiriyor: “değerlerin yeniden değerlen’mesi” yani takdiri (re-valuation of all values). Tanrı’nın ölümü sokak lambasının sönmesidir. İnsanın Tanrı olması da ışığını artık kendi içinden jeneratör gibi üretmesi gerektiği anlamına geliyor. Görüldüğü üzere bir put olarak Tanrı devriliyor ama uluhiyet nuraniyet suretinde varlığını ve bir ihtiyaç olma lüzumunu devam ettiriyor.
Tanrı gündüze yolaçan Güneş idi. O batınca, ortaya çıkan karanlıkta herkesin kaynağı olduğu ısıkların oluşturduğu yeni aydınlık bir nevi güneş, bir nevi yeni Tanrı oldu. Biz buna amme vicdanı diyoruz. Herbir insanda diğer insanların huzurunda olmaktan kaynaklanan ve “şahitleri” olan vücud ve şuhud haline biz modern dünyada vicdan diyoruz.
Vicdan sosyal bir kurumdur
Vicdan sadece İslamda değil Batıda da yeni bir kavramdır. Vicdanın altyapı unsurları şunlardır: Hürriyet, akıl, irade. Çocukların, delilerin vicdanı olmaz. İstiklal için mesuliyet, mesuliyet icin istiklal gerekir. Kant meşhur “Aydınlanma nedir?” yazısında Aydınlanma için şunu söylüyor: “Tebaiyetteki insanın çocuk gibi taklitten çıkıp akıl ve baliğ bir yetişkin olarak başkasının iradesine değil kendi iradesine tabi olarak hareket etmesidir.”
Herkes zatından mobil ve mesul hale gelince (Kant muhtereminin dilinde ifade edersek, “ahlaki özerkliğini” yahut “moral otonomisini” kazanınca) insanda diğer insanlardan kopmaktan kaynaklanan bir delik kalıyor. Tıpkı basket veya futbol topunun bir yerinde subap denen bir deliğin kalması gibi bir delik kalıyor insanda. Eğer basket topu örneğini sevmediyseniz, başka bir örnek vereyim: Vicdanı olmayan ve plasentaya göbekten bağlı olan bebeğin doğup dünyaya vacid olmasıyla birlikte “göbek bağı”nın koparak adına “göbek deliği” dediğimiz bir boşluk bırakması ile “sorumlu” hayat başlar. İşte insan ruhunda topluma olan bir nispet var, bu nispetin özerkleşme ile yolaçtığı boşluğa vicdan diyoruz. Bunu dişil bir priz veya erkek bir fiş olarak düşünebilirsiniz, her iki durumda da bir eksiklik ve tamamlanma lüzumu hükümfermadır. Vicdan toplumsal olanın bireydeki izidir. Eskiden birey hür olmadığı için cemaat hali bir yeniden bağlanmayı gerektirmiyordu. Elektrik akımı doğrudan insanların içinden geçiyordu. Modern çağda toplum hali kopup birey haline gelmiş insanların yeniden bağlanmalarını gerektiriyor. İşte bu görünmez (wi-fi’vari) bağlanma ve beslenme cihazına vicdan diyoruz. Bugün “vicdansız” dediğimiz şeye eskiden imansız denilirdi. İkisinin de anlamı şudur: Bağı kalmamış, nispeti olmayan, medeniyet sütü emmemiş.
Vicdan deliğinden duyulan ses kimin sesidir?
Bir toplumun kudsiyet toplamına, nuraniyet kültürüne din diyoruz. Eğer din insanları damardan (göbek bağından, kalbinden, ruhundan) yakaladıysa, insanlar kopup mobil hale gelince din de ya kişisel hale gelip mobil olacak ya da kopulduktan sonra ancak irade ile tekrar bağlanılabilinen bir şarj kaynağına dönüşecek. Yani artık din sana tepeden ve damardan gelen bir emir değil, senin hür iradenle seçtiğin, kendine taktiğin bir cihaz halini alıyor. Kelepçe yerine kol saati. Bu cihaza genelde din denmez de ahlak denir. Disiplin denir, tutarlılık da diyebilirsiniz. Dinin bugün ahlakla imtihanı tam olarak bu geçişin krizidir. Çünkü din eskiden ahlaklı olmak zorunda değildi. Şimdi din de ancak ahlak süzgecinden geçerek meşru hale geliyor, gelmek zorunda kalıyor. Neyse ana konumuz bu değil.
Vicdan genelde bir “iç ses” olarak görülüyor modern zamanlarda. Kant buna lumen naturale diyor, yani yol gösteren “fıtri bir nur” (buna bilahere pratik akıl da diyecektir). Vicdan akılla çok özdeşleştirilse de teorik bir akıldan çok pratik bir akla ancak nispet edilebilir. O yüzden vicdan düz bir şuur değil, bir bilgi değil, bir muhakemedir. En basit haliyle vicdan, insan ahlaken yanlış birşey yaptığında ona “yaptığın yanlıştı” diyen bir ses olarak da tarif edilir. Hatta vicdan bir sessiz konuşmadır. Bir sızı şeklinde kendini ifade eder.
Dini yaklaşımlar (hem İslamda hem de Hıristiyanlıkta) bu sesin İlahi bir ses olduğunu söyler. Bu ilahilik bir Zat olarak Tanrı’nın konuşması olarak anlaşılacağı gibi fıtratın (doğanın, doğallığın) insanda dile gelmesi olarak da ele alınabilir. Vicdan bir “Latife-i Rabbaniye” yani ilahi bir duyu olarak anlaşılır ve hep hakkı arar. İnsanı Hakka götüren bir arayüzdür. Mesela, Bediuzzaman vicdanı “alem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisakı ve iki alemden gelen seyyaratın mültekası” olarak tarif edip, vicdan için “fıtrat-ı zişuur”dur der. Vicdan, bu açıdan kendi kendini regüle edebilen bir bilince sahip olanlarin doğası olarak kavramsallaştırılır. Yani sabit bir doğası olmayan insanın doğası vicdanıdır.
Buna eklenebilecek üçüncü ve sosyal bir formülasyon şudur: İnsanın içinde konuşan o ses toplum’un şahs-ı manevisinin sesidir. Yani toplumun kolektif benliğinin sesi. Buna bizim gelenekte “icma-i ümmet” de deniyor ama töre ve gelenek de diyebilirsiniz. Yani herkesçe doğru sayılan doğruların sesi. (Tabi bunlar her zaman isabetli doğrular olmayabilir).
Nietzsche gibi toplumun çürütken ahlakını sigaya çeken fikir erbabına göre kendinin farkında olmayan, tamamen fıtri ve vahşi bir insanda vicdan olmaz. Vicdan bir toplumun birey olarak bizim üzerimizdeki toplam tesirine, husule getirdiği borçluluk hissine verdiğimiz isimdir. Toplumun içimize bıraktığı bakışların, onaylama ve ayıplamaların, helal ve haramların, “komşular ne der” yahut “Allah rızası için yap” ile “aman ha, sakın yapma”ların toplamıdır. Bu açıdan toplum bizi vicdanımızdan ele geçirmiştir. İnsanın nefsinin toplumca fazlaca inzibata tabi tutulmasından rahatsız olan Freud’a göre toplumun (onun tabiriyle Süperego’nun) birey üzerindeki hükmünün bir sonucudur vicdan. Vicdan, ona göre, toplumun ferdin içinde bıraktığı bir garnizondur. İnsanda asayişi temin için konulmuştur. Vicdan içimizdeki polistir.
Nietzsche insanın modern toplum tarafından kitleye çevrilip şahsiyetsizleştirilmesine tepki gösterdiği için vicdana çok sıcak bakmayan bir serazadlığı savunmuştur. Şahsiyeti korumak için vicdanı bir çürüme, bir kötürümlük sebebi, hastalık bulaştıran bir temas yüzeyi olarak görmüştür. Ama niyeti köleleşmeyi reddetmektir. O, ahlakta istilali savunmuştur. Freud da Nietzsche’den etkilenerek vicdan’ı negatif bir toplumsal tasarruf olarak tarif etmiştir. İkisinden de önce Hobbes ise vicdanı birşeyi birden fazla kişinin bilmesi olarak tarif etmiştir. Yani olaya vakıf olan nefislerin sayısının bir değil iki olmasına vicdan deniliyor. Con-science zaten “birlikte bilmek” demek. Çünkü diğerinin huzuruna düşmüş oluyorsun. Tok adam açların huzurunda rahatça yemek yiyemez. Bir suçlu şahitlerin huzurunda kolayca yalan söyleyemez gibi.
Vicdanın bir toplumun huzurunda olmanın yükü ve terbiyesi olarak gören bu yaklaşımlar dışında Arendt gibi mütefekkirler vicdanın aslında insanın kendi kendisi ile olan bir konuşmasının, kendi kendisiyle çelişmeme ve kendi kendini sigaya çeken bir muhakeme olduğuna dikkat çekerler. “Akşam eve döndüğünde [yani kendi nefsinle başbaşa kaldığında], seni bekleyen kişinin beklentisidir vicdan” diyor. Yani başa dönersek, insanın kendini bulmasıdır vicdan. Bir’in iki olarak hakikate şahitliğine vicdan diyoruz. Senin dışında en az bir şahidin huzurunda olma haline vicdan diyoruz. Sen ve nefsin. Veya nefsin ve Tanrın. Sen ve toplum. Sen ve gerçek. Nefsin ve kalbin. Liste uzatılabilir ama konsept aynı.
Vicdan kavramı insanın kendi kendine yalan söyleyememesini varsayıyor. Bunun her insanda sağlam işlediğini söyleyemeyiz. Ama insanın içinde tutarlılık lüzumu diye bir lüzumun doğması, insanın “kendi”si ile “yaptığı şey”i birbirinden ayırıp düşünebilmesini gerektiriyor.
Peki vicdan yanılabilir mi?
Evet. Çünkü muhakemeye dayanıyor. Muhakeme hatalı olduğunda vicdan da yanlış yapabilir: Doğruyu red veya yanılışı kabul edebilir. Bu açıdan bakılınca vicdanı her zaman mutlak bir doğruluk cihazı olarak göremeyiz. Ahlaki varsayımlar, toplumsal arkaplanlar, korku ve ümitlerimiz vicdanımızı etkiliyor. Amme vicdanından su içen şahsi vicdanlar bazan susuzluklarını giderip salih oluyorlar, bazan zehirlenip kötülüğe ortak oluyorlar.
Vicdan kavramı ile birlikte Tanrı artık yukarıdan bakan bir çift göz değil, içeriden takip edip sorgulayan bir iç mahkeme halini alır. Ama vicdan aynı zamanda bütün toplumun tersine giderek hak bildiğin bir şey uğruna (yani kendi kendinle çelişmemek için) toplumla çelişmeyi gerektirebilir. Modern çağda ortaya çıkan “vicdani retçilik” veya “sivil itaatsizlik” gibi kavramlar da bu açıdan yeni ve önemli olma biçimleridir. Bu hareketler vicdan’ın topluma rağmen hakka şahitlikte ısrar için bir zemin olduğunu gösteriyor.
Toparlarsak, demek ki müçtehidlerde vicdan olur, mürid, troll veya askerde vicdan olmaz. Modernlik herbir insanı bir müçtehid yaptığı için (yani ahlaki özerklik veya moral otonomi sahibi saydığı için) bir alet olmak yerine ferdiyet kazanmış her şahısta vicdan oluşur.
Vicdan, insanın, ne yaptığının farkına (toplum veya öteki aynasında) varmasıyla ortaya çıktı. Bu öz-farkındalık, bu kendi kendinin farkında olmaklık insanın kendi’ne (kendi bildiği doğruya yani Hakka) sadık kalması lüzumunu doğurdu. İnsan “kendi” ve “bilinci” (veya bir ben ve benden içeru olan bir ben) diye iki’ye bölününce vicdan bu ikisini eşitleyen bir tartı olarak karşımıza çıkıyor.
Toplumsal bir varlık olan insanda vicdan, hakka sadakatin insanda akıl ve iradenin tasarrufuyla tahakkuk etmesidir. Burada “hak” toplumsal olarak ahlak olabileceği gibi, dini olarak Tanrı şeklinde de anlaşılabilir. Eğer hükmü iradesini sarfeden bir birey veriyorsa, orada vicdan devreye girmiş oluyor. Emirkulları ve taklit ehli, kendileri aracılığı ile üstlerinin yaptıkları zulümlere “ne yapalım emir böyle” dedikçe “alet” olurlar, itiraz edebilip kendilerini çekebildikçe de “vicdanlı” olurlar.
İnsan, alemin de Tanrı’nın da ölçüsüdür. İman ettiğimiz, edebildiğimiz bir Tanrıya, bir referansa, bir ahlaki prensibe iman ederiz. Modern çağda kötülük sorunu insanın şahs-ı maneviler içinde alet/enstrüman haline gelmesi ile külliyet kesbetti. Vicdansızlık, yani insanın muhakeme ve hakka sadakat görevini yerine getirmemesi durumunda, “şerr” (kötülük) günümüzde devasa, kitlesel bir mahiyet kazanıyor. Vicdan, insanın ahlaki özerkliği ise, insaniyetimizin korunması vicdani hassasiyetimizin korunması ile aynı anlama geliyor.
(28 Eylul 20024 tarihinde Vicdan Vakfı’nın davetiyle verdiğim “Vicdan Nedir?” başlıklı konuşmamın metnidir.)
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları



























































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.12.2025
13.11.2025
12.11.2025
31.10.2025
20.10.2025
6.10.2025
28.09.2025
21.09.2025
6.09.2025
30.08.2025