Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
Nerede duracağını bilmek!
24.06.2013
2682

 Bir direnişi, bir olayı başlatmak kadar bitirmesini bilmek de önemlidir. Bir protestoyu başlatmasına başlatırsınız, ya da bir protestoya müdahalede bulunmasına bulunursunuz ama eyleminizin neleri tetikleyeceğini, eyleminizin nereye evirileceğini, ne gibi sonuçları olacağını öngöremezsiniz. Sonuç çoğu zaman öngördüğünüz gibi çıkmaz. Çünkü hayat, kendisi için yapılmış programları bozmayı pek sever.

 

“Gezi Parkı” eylemlerinde de, Erdoğan’ın müdahalelerinde de yaşamın bu kendine özgü akış kuralları işledi.

Örneğin “Gezi Parkı” eylemcilerini sert müdahaleyle sindirmek için kolları sıvarlarken işlerin bu kadar büyüyebileceği, olayların ulusal ve uluslararası sonuçları olabileceği; Başbakan’ın da, İstanbul Valisi’nin de, İstanbul Emniyet Müdürü’nün de aklının ucundan bile geçmemiştir herhalde. Bundan bir ay önce birileri Başbakan’a Taksim’de Gezi Parkını yıkıp yerine Topçu Kışlası yapma düşüncesinde inat etmenin Türkiye’yi ayağa kaldıracağını söyleseydi, herhalde gülüp geçerdi. Aynı biçimde Gezi parkı protestosunu başlatan insanlara, bu eylemlerinin Başbakanın söylemlerine ve tutumuna karşı yurt çapında bir tepkiyi tetikleyeceğini birileri söyleseydi, büyük olasılıkla onlar da buna inanmazlardı.

“Olmaz” diye düşündüğünüz birçok şey bir bakıyorsunuz oluvermiş, kafanızdakiler sadece bir ön yargıymış da haberiniz yokmuş. Örneğin kendisine “apolitik” gözüyle baktığımız “Doksan Kuşağı” yeni bir siyaset tarzının ipuçlarını verecek biçimde olaylara damgasını vuruvermiş. Kendisine dikensiz gül bahçesi hazırladığını sanan Hükümet, hiç ummadığı bir anda karşısında halkın güçlü bir direnişini bulabilirmiş.

Ekonomik göstergelerdeki iyileşme, uluslararası saygınlık, imaj, istikrar meğer ne kadar da pamuk ipliğine bağlıymış. İç siyasetteki yanlış tutum ve söylemlerin, iç siyasetin doğru yönetilememesinin, insanı değil ideolojiyi merkeze alan politikaların meğer faturası ne kadar da ağırmış.

Son olaylardan çıkarılabilecek ne kadar da çok ders var. Yöneticilerimiz ve yönetmeye aday muhalifler, bunların ne kadarından paylarına düşeni alıyorlar merak ediyorum.

Başbakan “dediğim dedik öttürdüğüm düdük” demeye devam ediyor. Çarpık ve haksız seçim sistemi ile tanzim edilmiş siyaset içinde halk sesini duyuracak kanal bulamadığında, kendi yolunu bir biçimde açıyor. Siyasetin sadece parlamentodan ibaret olmadığını Başbakan umarız iş işten geçmeden bir gün gerçekten anlar.

AKP ve onun lideri yaşadığımız son olaylarda çok kötü sınav verdiler. AKP ve onun lideri “Gezi Parkı” etrafında ortaya konan hareketliliği pekâlâ “Barış Süreci’nin” önünü açmak ve derinleştirmek için bir fırsata dönüştürebilir ve bu hareketlilikten yararlanabilirdi. Ülkede huzuru, uzlaşmayı, bir arada yaşamı temsil etmesi gereken Başbakan; dışlayan, insanları birbirine kışkırtan, kamplaştıran, suçlayıcı ve tehdit edicici bir yolda yürümekte ısrar ediyor. Sanki “barış sürecini” başlatan o değil. “Barış süreci” etrafında ortaya çıkabilecek karşılanamaz taleplerin önünü şimdiden kesmek için hazırlık yapıyor gibi bir izlenim vermeye başladı son günlerde. Başbakan güvenirliğini ve inandırıcılığını hızla yitirdiğini görmüyor mu?

Duyarlı insanlarımız farklı inançta, farklı siyasi düşüncede olsalar da ortak mağduriyetler karşısında el ele verebileceklerini, birlikte davranabileceklerini gördüler, gösterdiler. Son olaylar aslında Toplumda özgüven duygusunu güçlendirdi. Yöneticilerin baskıcı, ayırıcı, kışkırtıcı, suçlayıcı tutum içinde olmasına karşın insanlar kendi gelecekleri için olaya müdahil olabiliyorlarsa bundan gocunmak değil memnun olmak gerekir.

Son günlerde birden bire patlayan bu eylemlilik bir taraftan da aslında, halkın tepkisini ortaya koyabileceği meşru siyasi kanalların ülkemizde ne kadar kısır ve yetersiz olduğunu da ortaya koydu. CHP bu eylemlerden tabanını genişletme yolunda yararlanmaya, fırsatı ganimete dönüştürmeye çalışacağına oturup düşünmeli. Neden “daha fazla demokrasi, daha fazla katılımcılık, daha fazla farklılıklara saygı” taleplerinin içinde yeşerdiği mekân ben olamıyorum, diye kendine sormalı. Milliyetçilik üzerinden kimlik siyaseti yaparken bu mümkün mü?

Yaratıcı insanlarız vesselam. Literatürümüze yeni bir eylemci türü daha ekledik: “Duran Adam”. Fakat bu “Duran” adamın durduğu yer neresi ki? Kime ya da neye karşı duruyor bu adam, ne istiyor?

Bu duruş, R.T. Erdoğan liderliğindeki Hükümet’e yönelik olarak “Bu olaylarda açığa çıkan, “tehdit edici, kışkırtıcı, ötekileştirici, yaşama biçimlerine ve yaşama alanlarına müdahale edici tutumunu sürdürecek misin, sürdürmeyecek misin? Seni izliyoruz.” duruşu mu?  Öyleyse eyvallah!

Yoksa “Anayasadan devletin Türk olduğunu kaldıracak mısın, kaldırmayacak mısın? Başlattığın barış sürecini bitirecek misin, bitirmeyecek misin? Kürtlerle kavgalı olduğumuz eski mutlu günlere geri dönebilecek miyiz, dönemeyecek miyiz? Seni izliyoruz?” duruşu mu, hangisi?

Eğer duruş ikincisi ise, “Duran Adama” bu tutumunun R.T. Erdoğan’ın tutumundan pek de farkı olmadığını, dışlayıcı tutuma karşı bir başka dışlayıcı tutum içinde olunduğunu birilerinin söylemesi gerekiyor. Herkes meşrebine göre bir duruş içindeyken birlikte yaşamın üzerinde şekilleneceği birlikteliği nasıl sağlayacağız. AKP’nin dini referans alan tutumuna karşı, milli refleks ile ortaya konmuş ideolojik bir duruşla nereye varılabilir ki?

Başbakanın ne yapmak istediğini anlayan varsa beri gelsin.

Son günlerdeki suçlayıcı, tehdit edici, kışkırtıcı, ötekileştirici söylemi nasıl yorumlamalıyız? Bu söylemle açıklanacağı söylenen “Barış Süreci” ile ilgili yol haritası öncesi kendi kitlesine ayar çekmek için bir tür frene basma girişiminde mi bulunuyor Sayın Başbakan. Yoksa son günlerdeki dağılmışlığın altından geleneksel Kasımpaşalı kimliği ile ayağa kalkmaya mı çalışıyor? Belki de Başbakan taşıyamayacağı bir yükün altına girdiğini düşünmeye başladı. “Barış Sürecinden” yan çizmek için gerekli koşulları oluşturmaya dönük bir strateji uyguluyor.

Başbakan Erdoğan’ın bir yol ayrımında olduğu ortada.

Ya başlattığı barış sürecinin arkasında olduğunu bir an evvel açıklayacak, Barış süreci ile ilgili “yol haritasını” vakit geçirmeden ortaya koyacak. Demokratikleşme yolunda anayasa, seçim sistemi, siyasi partiler yasası, yerel yönetimleri güçlendirme, koruculuk sistemini kaldırma ile ilgili gerekli adımları atacak. Yaşama biçimine, yaşama alanına müdahale, düşünme, örgütlenme, basın yayın özgürlüğü ile ilgili tedirginliklerle; Kürt halkının, Alevi vatandaşların diledikleri gibi kendini ifade edememelerinden kaynaklanan tedirginliklere demokratikleşme paketi ile, toplumsal uzlaşma düşüncesi ile karşılık verecek. Toplumdaki bütün farklılıkların özgürce kendini ifade edebileceği ve temsil edileceği bir hukuk devletinin, sosyal devletin müjdesini verecek. Ya da kendi inançları doğrultusunda toplumu biçimlendirmek gibi, o çok şikayet ettiği “tepeden inmeci” (jakoben) tavra bir biçimde geri dönecek. Kullandığı söyleme bakarak ikincisine daha yakın olduğunu söyleyebiliriz.

 “Barış Süreci” Türkiye için AKP’nin insafına bırakılamayacak kadar önemlidir. Bu süreç geleceğin çağdaş, demokratik, katılımcı Türkiye’sini ortaya çıkarmak için önümüze çıkan eşsiz bir fırsattır.  Bu fırsat heba edilmemelidir.

AKP’nin atacağı adımların ne ölçüde barışa, demokrasiye, huzur içinde bir arada yaşamaya hizmet edip etmeyeceği, onu bu yolda zorlayacak büyüklükte bir kitle hareketinin varlığına bağlı gözüküyor. O nedenle AKP’nin referansları ile hareket etmeyen “Barış sürecine” sahip çıkacak, onu ete kemiğe büründürecek  “demokratik toplum” gibi bir platforma her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Bu aynı zamanda barış sürecine yönelik ulusal direnci kırmak için de önemlidir.

Bugünkü yazımı bir çağrıyla bitirmek istiyorum:

Ülkenin “Akil İnsanları”, “barışın gerçek taraflarını” bir araya getirmek için kolları sıvayın! Hem de hemen!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar