Atilla Aytemur
Geçen haftaki yazımda, iki olay üzerinden “Türkiye çok âlem bir ülke” demiştim.
Olan bitene bakılırsa, Türkiye daha da âlem bir ülke olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyor.
Geçtiğimiz günlerde kimsenin aklına gelmeyecek bir şey oldu. Sözcü gazetesi yazarları Emin Çölaşan ve Necati Doğru hakkında “FETÖ’ye yardım” iddiasıyla dava açıldı.
Azıcık aklı, mantığı ve adalet duygusu bulunan herkesten ”Yok artık, bu kadarı da olmaz” itirazları yükseldi.
Emin Çölaşan’dan söz ediyoruz! İnancı, ideolojisi, politik tercihi, yaşam tarzı bakımından herkesin yakından tanıdığı biri -- ve böyle birinin FETÖ’ye yardım iddiasıyla suçlanması herkese haliyle çok saçma göründü. Çölaşan’a böyle bir kulp takıyorlarsa, sıradan muhaliflere neler yapmazlar psikolojisi yayılmaya başladı. Bu psikoloji, çoğunluğu OHAL şartlarında geçen son iki yılın nice haksız uygulamalarının hafızalardaki çok canlı imgesiyle birleşince, toplumda zaten var olan suskunluk ve kasvet daha da koyulaştı.
Emin Çölaşan ve Necati Doğru hâlihazırda Türkiye’nin en çok satan gazetelerinden birinin yazarları. Yıllardır bu mesleği yapıyorlar. Doğal olarak ülkede ve dünyada yaşanan bütün önemli gelişmelerle ilgili görüşlerini kamuoyuna yansıtıyorlar. Bu görüşlerin bazen iktidarla, bazen muhalefetle, şu ya da bu örgütün görüşleriyle paralel olması ve çakışması mümkün olabiliyor. Bu durum gazeteciler için değil, yazarlar, bilim insanları, aydınlar, sanatçılar, sendikacılar ve sivil toplum mensupları için, hattâ siyasi partiler ve yöneticileri için de söz konusu olabiliyor.
Gazeteler geriye doğru şöyle bir taransa, emin olun rejimin ve demokrasinin vazgeçilmez unsurları sayılan iktidar ve muhalefet partilerinin bazı görüşlerinin, en olmadık örgüt ve kişilerin görüşleriyle çakıştığı ve paralellik gösterdiği sayısız olay bulunur.
Bu türden benzerliklere dikkat çekerek, aşırı bir yorumla söz gelimi FETÖ’ye, PKK’ya veya DHKP-C’ye destek ve yardım gibi iddialar ileri sürmek, ne düşünce ve basın özgürlüğüne, ne de adalet anlayışına sığar.
Fatih Portakal da “korkuyorum” diyorsa…
Son dönemde iktidarda ve ona yakın medyada böylesi benzerlik ve yakınlıkları, ya da doğrudan muhalif yaklaşımları etiketleme, suçlama ve ardından savcılıklara çağrıda bulunma haline çok sık rastlar olduk.
FOX TV ana haber spikeri Fatih Portakal’ın başına gelenleri de bu gelişmeler kapsamında görmek gerekir.
Portakal, geçtiğimiz günlerde Paris’te Sarı Yelekliler’in protestolarında yaşananlardan hareketle, Türkiye’de hak arama amaçlı barışçı gösteri yapmanın hiç de kolay olmadığını ifade etmek üzere, bir iki varsayımsal cümle kullandı ve iktidar yanlısı medyadan işitmediği hakaret, suçlama kalmadı. Hakkında suç duyurusunda bulunmak için savcılıklara koşan koşana. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da, Denizli’deki toplu açılış töreninde yaptığı konuşma sırasında savcılara talimat verdiği yönünde haberler medyaya yansıdı.
Erdoğan bir gün sonra sözlerini daha da sertleştirdi ve tehlikeli sonuçlara yol açabilecek cümleler sarf etti:
“Birileri çıkmış portakal mıdır, mandalina mıdır, narenciye midir sokağa çağırıyor. Haddini bil, bilmezsen haddini bu millet patlatır enseni.”
2000’li yılların ikinci yarısında, Ermeni tehciri hakkındaki fikirlerini bahane ederek çok sayıda aydın, gazeteci ve yazar hakkında TCK’nın 301. maddesini ihlâl ettikleri gerekçesiyle dâvâlar açılıyordu. Ülkenin siyasal atmosferi bir karabasan gibiydi. Sonrasında yaşanan vahim gelişmeleri hepimiz hatırlıyoruz.
Hakkında söylenen ve yazılanlardan sonra Fatih Portakal’ın hayatından endişe etmeye başlamasını iktidarın ve medyasının umursamaması, kabul edilebilecek bir şey değil. Portakal’ın, sözleriyle Gezi benzeri bir eylem için çağrıda bulunduğunu ileri sürmek fazlasıyla zorlama bir iddia. O sözlerde böyle bir içeriğin olmadığı ortada. Fransa ile Türkiye arasında hak arama özgürlüğü bakımından kıyaslama yapmak istediği görülüyor. Paris’teki Fransız polisinin protestoculara sert mukabelesi nedeniyle bizim iktidar sözcüleri ve destekçisi medya organları da iki ülke arasında böyle karşılaştırmalar yapmadılar mı?
Her eylemin içinde Gezi özlemi aramak, her konuşmadan yeni bir Gezi çağrısı çıkarmak, artık fazla geliyor. Her konu Gezi benzeri eylemlere yol açmaz, haber spikerlerinin ağzından çıkan bir iki söz de on binleri, yüz binleri harekete geçirmez. Her an bir Gezi olayının patlak vereceğini sanmak sağlıklı bir düşünce ve değerlendirmenin işareti gibi görünmüyor. Bunu da herkesten daha iyi bilmesi gerekenler iktidarlar, onlar adına dâvâ peşinde koşan savcılar, özetle adalet ve yargı dünyamızdır.
Ancak bunun idrak edileceği günlerin henüz çok uzakta olduğunu gösteren bir başka dâvâ zinciri, bir süredir skandal kararlarla devam ediyor.
Prof. Dr. Gençay Gürsoy hakkında skandal karar
Hatırlanacağı gibi, Barış ve Çözüm Süreci çöküp çatışmalar başlayınca, Kürt yurttaşların yoğun olarak yaşadığı bazı il ve ilçelerde özyönetimler ilan edilmiş; asker ve polisin sert müdahalesinin ardından hendekli ve barikatlı savaş, direniş, ağır yıkım ve ölüm günleri yaşanmıştı.
Çok sayıda üniversite mezunu, “Bu suça ortak olmayacağız” başlığıyla devlet müdahalesini eleştiren ve çatışmaların durdurulmasını isteyen bir bildiri yayınlamıştı. Siyasî bakımdan doğru veya yanlış olması bir yana; bu “1128’ler bildirisi”ni imzalayan bilim insanlarına, bildiri hiçbir suç unsuru içermediği halde, “tek yanlı” olduğu gerekçesiyle suçlu muamelesi yapılmıştı. KHK’lar yoluyla işlerinden olmuş, yurt dışına çıkışları yasaklanmış, haklarında ”terör örgütü propagandası” suçlamasıyla dâvâlar açılmıştı.
İşte o dâvâlar şimdilerde sonuçlanmaya başladı. İstanbul Tabib Odası eski başkanı ve Türkiye Tabibler Birliği eski genel başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy da bu dâvâların birinde yargılanıp 2 yıl 3 ay ceza aldı ve cezası ertelenmedi.
Türkiye, Gençay Hoca’yı sadece tıp alanındaki yetkinliği ve seçkin kişiliğiyle tanımadı. Gürsoy, özellikle 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden bugüne istikrarlı bir şekilde sürdürdüğü ilkeli ve tutarlı insan hakları ve demokrasi mücadelesiyle de öne çıktı, saygı gördü. Türkiye onu, bu alandaki nitelikli bütün sivil çabaların içinde ihtirassız, sade ve her eşikte toplumsal uzlaşma arayan bir sözcü olarak tanıdı.
Kürt meselesi ve barış dahil, çok önemli sorunların çözümü için devlet ile toplum arasında oluşan diyalog platformlarının olmazsa olmazı, toplumsal vicdanın temsilcisi ve taşıyıcısıydı. Onu 1980’li yılların ikinci yarısında tanıdım ve bugüne kadar da demokrasiden, toplumsal meşruiyetten, insan haklarından, şiddet karşıtlığından, barış ve adalet duygusundan milim saptığını görmedim.
Ülkesinin yaşadığı ağır bir sorunun sona ermesi için, (kendi anladıkları şekliyle) aydın sorumluluğuyla devlete bazı şeyleri (gene kendi anladıkları şekliyle) hatırlatmayı amaçlayan bir bildiriye imza attı diye, seksenine dayanmış, ülkenin yüz akı bu bilim ve düşünce insanını cezaevine göndermekte tereddüt edilmiyor. Mahkemede oturma isteği bile kabul edilmeyip ayakta tutuluyor ve cezası ertelenmiyor.
Ben olsam o konudaki derdimi belki o bildirideki gibi anlatmazdım. Ama neticede görüş açıklamaktan söz ediyoruz. Niyeti de hendek ve barikatlar etrafında süren çatışmanın bir an önce durmasına katkıda bulunmak. İmza atanlardan hiçbirinin barikatların arkasına geçmediğini biz bildiğimize göre herhalde savcı ve mahkeme de biliyordur.
Barış istemek ve çatışmadan uzak durulmasını önermek, aslında son derece insani bir şey. Bunu “terör örgütünün propagandası” olarak tanımlamak da, yukarıda anlatmaya çalıştığım örneklerdeki gibi zoraki, haksız ve adaletsiz. Umarım istinaf mahkemesi bu durumu düzeltir.
Fakat sonuç olarak, adaletin, düşünce ve basın özgürlüğünün kaybolduğu, nefes almakta zorlandığımız bir ortam içinde debelenip duruyoruz.
Bu durumun sürdürülebilirliği yok; iktidar bunu görmeli artık.
Yazarlar
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.11.2023
19.08.2023
6.05.2023
28.04.2023
17.04.2023
29.03.2023
22.03.2023
9.03.2023
15.11.2022
9.09.2022