Atilla YAYLA

Atilla YAYLA
Atilla YAYLA
Tüm Yazıları
İyi toplum hangi toplumdur? (1)
10.02.2015
1541

 Liberal Düşünce topluluğu, 7 Şubat’ta Diyarbakır’da barış-çözüm süreci üzerine bir çalıştay geçekleştirdi. Altmış civarında seçkin  katılımcının takip ettiği toplantıda dört bildiri sunuldu. Hemen hemen tüm katılımcılar söz alarak gerek bildiriler üzerinden gerekse kendi tercihlerine göre meseleyle ilgili görüşlerini açıkladı. Bu yararlı toplantının bildirilerinden ve yapılan tartışmalardan okuyucuyu haberdar etmek istiyorum

Benim konuşmam iyi toplum hakkındaydı. Esas itibariyle müteveffa arkadaşım Norman Barry’nin bir makalesine dayanarak şunları söyledim:

Sosyal felsefede anahtar kavram olmasına ve ampirik sosyal bilimlerin ana inceleme objesini teşkil etmesine rağmen, toplum kavramını tanımlamak zordur. Bunun sebeplerinden biri, toplum teorilerinin genellikle ideolojik bir veçhesinin olmasıdır.

En basit ve en az ihtilâf yaratan bir tanımla, toplum, davranışları genel kurallar tarafından idare edilen bireylerin karşılıklı etkileşimi setidir. Ontolojik anlamda yalnızca bireylerden müteşekkil olmasına rağmen, toplumun, üyelerinin biyografilerini aşan bir tarihe sahip olduğu söylenebilir. Toplumlar, sadece genel kuralların uygulanması sayesinde değil, fakat, üyeleri arasında en azından bir ortak değerler minimum seti üzerinde bir anlaşma olması sayesinde, bir kalıcılık (daimîlik) kazanır. Toplumlar her zaman politik olarak organize olmuş değildir; insanlar, daha geniş bir toplum çerçevesi içinde, kültürel, sportif, ticarî ve diğer türlerden faaliyetler için insicamlı ve kalıcı organizasyonlar, komüniteler kurabilirler. Dahası, toplumlar, insanların tanınmış sınırları aşan grupların üyeleri olmaları anlamında,  enternasyonal olabilir. Buna rağmen, sosyologlar ve siyaset felsefecileri, karmaşık, yüksek derecede organize ve üye olmanın ille de gönüllü olmakla ilişkili olmadığı toplumlarla ilgilidirler.

Toplum ile devlet arasında bir ayrım yapılması gerekir. Toplum tarafından sergilenen düzenlilikler zorlama tekeline sahip organdan, yani devletten bağımsız olarak vardır. Antropologlar “devletsiz” toplumları tasvir etti. Bunlar, hiçbir merkezileşmiş kanun uygulama ve kanun yapma iktidarı olmaksızın, desantralize kurallar tarafından bir arada tutulan varlıklardır. Modern Afrika’da, kabile toplumları suni devlet sınırlarını aşar. Kürt toplumu da, kuşkusuz, böyle bir toplumdur. Bu yüzden, devletler anlaşma, inşa ve, çoğu zaman, zor tarafından kurulurken, toplumlar kendiliğindenlik terimleriyle tasvir edilebilir.

Ancak, toplumu hukuktan bahsetmeden açıklamak zordur. İlkel toplumlar, yasama organları, yazılı kanunlar ve mahkemeler gibi modern unsurlara sahip olmadıkları hâlde, üyelerinin davranışlarını regüle etmek için geleneksel kurallara sahip olacaklardır. Liberal sosyal teoride, L. A. Hart’ın “The Concept of Law”daki analizini takiben, bu tür kurallar “birincil (ana) kurallar” yani belli davranışları yasaklayan kurallar olarak adlandırılır. İlkel toplumlar “ikincil kurallar”ı, yani, yeni ana kurallar yaratılmasını mümkün kılan ve hukukî (legal) geçerliliğin nihaî kıstaslarını tayin eden kuralları geliştirdikçe daha ileri hâle gelirler.

Sosyal organizasyonların bilinçli dizayn olmaksızın belirmiş görünmesine rağmen, sosyologlar bazen, Toennies’i izleyerek, biraz farklı bir ayrım yapar: Gemeinschaft (veya topluluk- cemiyet-komünite) ve Gesellschaft (bir birlik olarak toplum) arasındaki ayrım. Bir komünitede bireyler hissî bağlar ve cemiyet değerlerine inanç tarafından bir arada tutulur. Bir toplum ise hesap yapan, rasyonel, öz- çıkar peşinde bireyler tarafından gerektirilen bir yapım olarak yorumlanır. Toplum ve devlet arasında bir ayrım yapılınca, Gemeinschaft ile Gesellschaft arasında yapılan ayrım önemini kaybedebilir. Bununla beraber, modern endüstriyel toplumlar, genellikle, bu toplumlarda komünal sadakatler büyük ölçüde egoistik değerler tarafından zayıflatıldığı için, Gesellschaftın türleri olarak tasvir edilirler. Bu toplumlarda istikrar, düzen ve öngörülebilirlik, hissî ve hukuk-dışında kalan bağlardan çok sözleşmenin ve inşanın bir fonksiyonu olarak görünmektedir. Şüphesiz, bu, ırk, din ve kültür tarafından belirlenen komünitelerin legal olarak organize edilmiş toplumlar içinde varlığına mani olmaz. Ancak, toplumların cemiyetlerin teklifsiz dostluğundan mahrum olabilecek olmasına rağmen, modern politik teori, yine de, önemli bir kendiliğindenlik unsuru tarafından karakterize edilen sosyal ilişkiler alanı ile esasen zorlayıcı özelliklere sahip devlet alanı arasında ayrım yapar.

Politik ve sosyal düşünce tarihinde, toplum konsepti bireyci ve kolektivist yorumlar arasında bir çatışma alanı olmuştur. Hobbes ile başlayan bireyci gelenekte, toplum bir “fiksiyon” olarak görülür; buna göre, toplum kavramının “realite” ile hiçbir spesifik münasebeti yoktur. Toplum sadece bireylerin karşılıklı etkileşimi için bir kestirme ifadedir. Kanunlar ve kurumlar, prensipte, sosyal realitenin bireysel sübjektif tercihlerden oluşması yüzünden, bireysel sübjektif tercihlerin bir sonucudur. Bu bakış mecburen liberal (veya siyasî anlamda bireyci) değildir, çünkü, otoriteryen sosyal yapıların kalıcılığı da metodolojik anlamda sübjektif tercihe affedilebilir.

Bununla beraber, bu sosyal analiz metodu daha sonra faydacılar -özellikle Bentham ve onun takipçileri- tarafından kritik şekilde kullanıldı. Bu radikal faydacı görüşe göre, tevarüs edilmiş sosyal kurumlar hiçbir zatî değere sahip değildir; bu sosyal kurumlara yalnızca (güya bireysel tercihlerden türemiş toplu sosyal refah fonksiyonu olan) sosyal faydayı maksimize etme derecelerine göre değer verilir. Bu, gerçekte, kurumların nasıl geliştirilebileceğiyle alâkalı bir kritik normatif teoridir: Bu teori kurumların tarihî inkişafı veya sosyal istikrarın umumî şartları hakkında diyecek fazla şeye sahip değildir. Bu teorinin yalnızca kendi faydalarını maksimize etmeyle ilgili soyut, atomize bireylerin bir toplamı olarak toplum görüşü sosyalistler, muhafazakârlar ve bazı liberaller tarafından çok tenkit edilmiştir. Sosyolojinin, bireylerin davranışlarına indirgenemeyecek sosyal fenomenlerin var olduğu varsayımına dayanması ölçüsünde, bu teorinin orijinlerinin, sosyalist düşüncede olduğu kadar muhafazakâr düşüncede de yattığı söylenebilir.

Ancak, sosyalist toplum konseptiyle muhafazakâr toplum konsepti arasında hayatî bir fark vardır. Sosyalist, sosyal ilişkileri (tarafların) rızasına dayalı görmekten ziyade çatışma ilişkileri olarak görmeye meyleder ve çatışmaların son kertede toplumun esaslı biçimde ekonomik olarak reorganize edilmesiyle çözülebileceğini iddia eder. Muhafazakâr ise, toplumu çıkarların bir doğal harmonisi olarak görür. Muhafazakâra göre toplum, karşılıklı ilişkili parçaların, kastî ekonomik ve politik reorganizasyon planları tarafından muhtemelen engelleneceği (zarar verileceği), hassas bir nizamdır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar