Aydın ENGİN
Bazen, gözümüzün önündeki apaçık gerçekleri görmekte direniyoruz ya da görüyoruz, biliyoruz da dile getirmekten çekiniyoruz.
Şimdilik ucuz atlattığımız 5.8’lik Marmara depreminin ardından sorulan sorulardan biri de “Deprem vergileri nereye gitti?” sorusuydu. Öyle ya, 1999 depremi sonrasında getirilen, amacı depreme karşı kentsel dönüşümden tutun da deprem eğitiminin, amaca uygun toplanma yerlerinin hazırlanmasının, kamu binalarının, özellikle de hastane ve okulların depreme dayanıklı hale getirilmesinin finansmanını sağlamak olan bu verginin amacına uygun kullanılmadığı geçtiğimiz günlerde apaçık ortaya çıktı. İktidardaki yetkililer önce sustular sonra, muhalefetin sorusunu, “Vergiyi toplarız, paşa gönlümüz nasıl, nereye isterse öyle harcarız” anlamına gelen pişkinlikle cevapladılar.
En küçük bir özel bilgi kaynağına, hiçbir istihbarata sahip olmayan ben, sorunun cevabını hemen açıklayayım. Akıl almaz plansızlık ve kayırmacılıkla verilen inşaat ihalelerinde yandaş müteahhitleri palazlandırmaya, itibardan tasarruf olmaz gibi saçma gerekçelerle yeni sultanlara saraylar inşa edip, uçaklar alıp ultra-lüks yaşamlar sağlamaya, ama asıl savaşlara, komşu ülkelerin topraklarında hükümranlık kurma çabalarına ve de savunma harcamaları kamuflajı altında savaş sanayiine, silah alımına gitti.
Sadece şu meşhur S-400’lerin Türkiye’ye 2,5 milyar dolara patladığını; ABD ile F-35 cilveleşmesinin maliyetinin bunun çok üzerinde olduğunu; bezirgân Trump’ın Türkiye’ye milyarlarca dolarlık yeni ölüm techizatı satmak için Suriye toprakları üzerinden pazarlık yürüttüğünü, diğer silah tacirinin, “ondan alma, benden al” diyerek pazarlığı kızıştırdığını hatırlamak yeter.
Son Sayıştay raporundaki şu bilgi fazla söze gerek bırakmadan her şeyi açıklamaya yetiyor: Raporda bildirildiğine göre, Savunma Sanayii Destekleme Fonu’ndan yapılan harcamalar 2017’de 13,4 milyar TL’den 2018’de 22,5 milyar TL’ye yükselmiş, yani yüzde 70 artmış. 2019 yılı sonunda bu artış yüzde 100’ü aşacaktır.
Bu, meselenin görünen, açıklanan yüzü, devede kulak rakamlar. Bir de, yok beka sorunu, yok teröre karşı güvenli bölge oluşturma, yok terörle savaş diye sınırlarımızın dışında sürdürülen -ve biz fanilerin nerelerde ne haltlar karıştırıldığını çok az bildiğimiz- askerî harekâtların, operasyonların, hava saldırılarının maliyetini düşünün. Birliklerin sınıra ve sınır ötesine sevkiyatının, yabancı topraklarda üsler kurulmasının, Afrin gibi Münbiç gibi adeta fetih esprisiyle yerleşilen bölgelerdeki Türk askerî ve –utangaç- mülkî varlığının neye mal olduğunu hesaplayın. Cumhur İttifakı’nın savaş tamtamları çalmakta birbirlerini aratmayan ortakları; pahalılıktan şikâyet edenleri, geçinemiyoruz, yoksullaşıyoruz diyenleri, “Oralara fıstık leblebi atılmıyor, savaşın maliyeti var” diye susturmamışlar mıydı birkaç ay önce!
İktidardakiler, bugün herkesin hatta kendilerinin bile kabul ettiği büyük bir aymazlıkla, bölge hakimiyeti ve Osmanlı sınırları nostaljisiyle, Şam’da Emevî Camii’nde namaz kılma hayaliyle Suriye arı kovanına çomak sokmasalardı; Kürt korkusu ve düşmanlığıyla kendi beka’larından başka bir şey olmayan bir beka yutturmacasının zırhına bürünüp savaş naralarıyla Suriye topraklarına girmeselerdi bugün varılan çözümsüz noktaya gelinmeyecekti.
İçinde debelenip durduğumuz ekonomik krizin, kitlelerin gün be gün yoksullaşmasının, -uyduruk enflasyon rakamlarına aldırmayın siz, enflasyon hesaplarına balık oltası ve tenis topu bile giriyor-, halkın satın alma gücünün son iki yılda yarı yarıya düşmesinin, vb. çeşitli nedenleri arasında en önemli ama en fazla suskunlukla geçiştirilen neden, savaşçı militarist siyasetin yol açtığı yıkımdır.
Özellikle son altı yılda, doğrudan ya da dolaylı olarak savaşa harcanan kaynaklar ile depremin yol açacağı yıkım ve kaybın en aza indirgenmesi için mümkün olan önlemler büyük ölçüde alınabilirdi. Rantsal değil kentsel dönüşüm gerçekleştirilebilir, teknik donanım sağlanabilir, okullar, hastaneler, fabrikalar, alt yapı güçlendirilebilirdi. Kitlelerin bilincine yerleştirilmeye çalışılan sahte beka yerine, gerçek beka sorununa eğilip bu yönde bilinçlendirme, eğitim, hazırlık çalışmalarına ağırlık verilseydi, şimdi depremi korku ve çaresizlik içinde beklemezdik.
Kendilerini muhalif olarak adlandıran ve konumlandıranlar deprem vergilerinin nereye gittiğini sorarken, işin bu boyutunu görmek, görmekle yetinmeyip dile getirmek, irdelemek zorundadırlar. Yıllardır; “millî çıkarlar”ı saldırgan dış politikaya kalkan yapan, savaşı, kanı, ölümü, komşu ülkelerin topraklarına girmeyi, oralarda demografik yapıyı kendi tasavvurları ve ideolojileri çerçevesinde değiştirmeyi vatanseverlik diye, beka diye pazarlayan zihniyete teslim olan, en azından savaş ve silahlanma harcamalarını açıkça gündeme getirip karşı çıkmayan bir muhalefetin gelinen noktada gücü ve inandırıcılığı kalmayacaktır. “Vergileri toplar, istediğimiz gibi kullanırız. Yerseniz!” cevabı, sadece iktidarın pervasızlığının değil, muhalefetin aymazlığının ve devletçi-ulusalcı önyargıları aşamamasının da sonucudur.
Türkiye’ye saldıran falan yok, S-400’lerin kullanım ihtiyacı ve alanı yok. Belli siyasal-ekonomik çıkarlar peşinde olmayan, şoven milliyetçi önyargıların esiri olmayan herkes bunu biliyor. Siz saldırganlık yapmazsanız kimse durup dururken size saldırmaz. Ülkenin ve halkın beka’sı; saldırgan, savaşçı, militarist siyasette değil, gerçek “millî çıkar” olan barış siyasetinin benimsenmesinde, savaş harcamalarının kısıtlanmasında, çatışma değil uzlaşma zihniyetindedir. Bu konuda iktidarın söyleminin kuyruğuna takılmış veya sesini çıkarmaktan çekinen bir muhalefet inandırıcı olamaz.
Hiç unutmayalım; Suriye’den Türkiye’ye tehdit geliyorsa, terör saldırısı kuşkusu varsa bu mevcut iktidar koalisyonunun yanlış politikaları yüzündendir, savaşı diyaloğa ve çözüme yeğlediğindendir. Suriye sorununun sarpa sardığı şu günlerde Erdoğan’ın, “Fırat’ın doğusuna girdik, gireceğiz, sabrımız taşıyor, artık oyalanmayacağız,” vb. söylemine karşı, muhalefet “Girin de görelim, giremiyorsunuz işte, bir an önce girin” kışkırtması yerine, “Komşumuzun topraklarında işimiz yok, savaşı değil barışı zorlayalım” diyemedikçe, sadece deprem vergisi değil, bütün varımız yokumuz savaşa aktarılacak ve biz gelecek depremlerde yine toprağın altında kalacağız.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları













































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2022
29.01.2022
28.01.2022
18.01.2022
17.01.2022
3.01.2022
24.12.2021
13.12.2021
6.12.2021
4.12.2021