Bekir AĞIRDIR

Bekir AĞIRDIR
Bekir AĞIRDIR
Tüm Yazıları
Türkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsizliğinin gölgesinde
8.09.2025
51
Cumhuriyet’in de en önemli toplumsal başarılarından birisiydi. Bugünse eğitim hem ebeveynlerin hem gençlerin zihninde giderek daha fazla kaygı ve güvensizlikle anılıyor.

Önce sayılara bakalım. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre 2024 yılı sonu itibarıyla, Türkiye nüfusu 85 milyon 664 bin 944 kişi iken bunun 21 milyon 817 bin 61’ini çocuklar oluşturuyor. Birleşmiş Milletler tanımına göre 0-17 yaş grubunu içeren çocuk nüfus yüzde 25.5 oranında.

ADNKS sonuçlarına göre 2024 yılında toplam hane halkı sayısı 26 milyon 599 bin 261 ve hanelerin yüzde 42.8’inde 0-17 yaş grubunda en az bir çocuk var. Hanelerin yüzde 19.0’ında 0-17 yaş grubunda bir çocuk, yüzde 14.6’sında iki çocuk, yüzde 6.0’ında üç çocuk, yüzde 2.0’ında dört çocuk, yüzde 1.1’inde ise beş ve daha fazla çocuk var.

21.8 milyon çocuğun yüzde 23.3’ü 0-4 yaş grubunda, yüzde 29.3’ü 5-9 yaş grubunda, yüzde 29.6’sı 10-14 yaş grubunda ve yüzde 17.8’i 15-17 yaş grubunda. Yani anaokulundan lise dahil eğitim sisteminde yer alması beklenen 17 milyon çocuk var. Çocuk yaşı geçmiş, 17 yaş üstündeki öğrenciler de dahil yaklaşık 18 milyonu aşkın çocuk ve genç eğitim sisteminde olacak.

Millî Eğitim Bakanlığı Örgün Eğitim İstatistikleri'ne göre okul öncesi eğitim seviyesinde beş yaş net okullaşma oranı yüzde 85, ilkokul seviyesinde yüzde 95, ortaokul seviyesinde yüzde 91 ve ortaöğretim seviyesinde net okullaşma oranı yüzde 88 seviyelerinde seyrediyor. Bu oranlardan bakıldığında Türkiye’nin kız çocukları dahil okullaşma bakımından önemli bir eşiği geçtiğini söyleyebiliriz.

Sayıların özeti şu; 11 milyonu aşkın hanede eylül ayı, 18 milyonu aşkın çocuğun eğitim meselesinin aile gündeminin ilk sırasını aldığı ay oluyor. Bu nedenle karar verici konumda olan şirket, marka, siyaset erbabı için veri ve bilgi üretme amacıyla yapılan, Veri Enstitüsü’nün Ağustos Veri Pusuları araştırmasının odaklandığı konu eğitim meselesiydi.

Eğitimde güven, eşitsizlik ve “okula dönüş”

Eğitim, yalnızca sınıflarda işlenen derslerden, sınavlardan ve diplomalardan ibaret değil elbette. Hepimizin hayatında, kimliğinde ve geleceğe dair tahayyüllerinde derin izler bırakan bir yolculuk. Çocuklukta atılan ilk adımlardan, yetişkinlikte karşılaşılan fırsatlara kadar her aşaması, bireyin kendi hikâyesini ve toplumun ortak hikâyesini şekillendiriyor.

Eğitim bir sistem olmanın ötesinde bir “toplumsal ayna” da aynı zamanda. Çünkü eğitim, bilgi aktarımının yanı sıra eşitsizlikleri görünür kılıyor, değerleri yeniden üretiyor, umudu veya umutsuzluğu taşıyor. Kimi için hayatta tutunma çabası, kimi için sınıf atlama umudu, kimi içinse özgüven ve özgürlük kapısı…

Ama eğitim yalnızca idealler ve sistemlerle sınırlı değil. Her sonbahar, milyonlarca ailenin yeniden deneyimlediği “okula dönüş” dönemi var. Kırtasiye listeleri, okul kıyafetleri, beslenme tercihleri, kampanyalar… Ardından bu yıl çocuğun hangi ek dersleri alacağı, hangi özel öğretmenlere, kurslara gideceği… Bir bakıma ailenin 9 aylık takvim ve zaman planının hazırlandığı, aile bütçelerinin yeniden şekillendiği, annelerin babaların kaygılarının arttığı, çocukların heyecanlarının ise doruğa çıktığı bir zaman dilimi.

Okula dönüş süreci yalnızca ekonomik bir harcama dönemi değil; ailelerin güven, aidiyet ve gelecek kaygılarının da görünür hale geldiği bir alan. Veri Pusulası bulgularına göre ailelerin yüzde 69’u yeni dönem için özel bütçe ayırıyor; yüzde 79’u geçen yıla kıyasla daha fazla harcama yapacağını söylüyor. Bu yükün en büyük kısmı kıyafet, ayakkabı ve kırtasiye gibi zorunlu kalemlere gidiyor. Eğitim, böylece uzun vadeli bir yatırım olmaktan çok kısa vadeli bir tüketim baskısı olarak algılanıyor. Bu baskı ailelerin kültürel harcamaları kısmak zorunda kalmasıyla (yüzde 69 dışarıda yeme-içmeyi, yüzde 50 kültürel etkinlikleri azaltıyor) birleşince, eğitim uğruna sosyal yaşamdan feragat edilen bir tablo ortaya çıkıyor.

Farklı gelir gruplarında harcama seviyeleri değişse de ortak duygu “yük” ve “zorunluluk”. En düşük gelir grubunda bile eğitime daha “kısıtlı imkanlarla sıkı tutunma” çabasını gösteriyor. Bu, Türkiye’de eğitimin toplumsal eşitsizlikleri azaltmak yerine derinleştirdiği algısını güçlendiriyor.

Tüm bu tabloya rağmen aileler için eğitim hâlâ bir “umut kaynağı.” Çocuğun iyi eğitim alması, sınıf atlama ve geleceğe hazırlanma hayali olarak görülüyor. Ancak bu umut giderek kaygıyla iç içe geçiyor. Okullar açılırken velilerin ve öğrencilerin yarısından fazlası sevinç ve heyecan duyarken (yüzde 51), üçte biri endişe (yüzde 36) ve stres (yüzde 33) yaşıyor.

Sonuçta karşımıza çelişkili ama öğretici bir tablo çıkıyor: Eğitim bir yandan ailelerin umudu, çocukların geleceği; diğer yandan yükün ve kaygının adresi. Diploma sahteciliğinin yüzde 85’in üzerinde “toplumsal ilerlemeyi baltalayan tehdit” olarak görülmesi de güven erozyonunu pekiştiriyor. Veliler çocuğu için fedakârlık yapıyor, sosyal hayattan ödün veriyor; ama sistemden duyulan güvensizlik derinleşiyor. Güven erozyonu, artan masraflar ve toplumsal eşitsizlik algısı birleşerek eğitimi “geleceğe yatırım” olmaktan çok “bugünü zorlayan zorunlu harcamaya” dönüştürüyor.

Bu tablo yalnızca bireysel bütçeleri değil, gençlerin geleceğe dair umutlarını da aşındırıyor. Kısacası eylül ayı ve okula dönüş yalnızca masrafların arttığı, aile bütçelerinin zorlandığı bir dönem değil, Türkiye’nin eğitimde güven açığının ve toplumsal eşitsizliklerinin en görünür olduğu zamanlardan biri.

Umut kaynağından umutsuzluğa

Fakat meselenin önemi şurada, Türkiye’de eğitim, bir zamanlar çocukların geleceğe açılan kapısı, sınıf atlama umudunun ve toplumsal ilerlemenin taşıyıcısıydı. Cumhuriyet’in de en önemli toplumsal başarılarından birisiydi. Eğitim üzerinden, ahlaklı insan olarak ve alın teriyle çalışarak başarmanın mümkün olduğunun toplumsal kabulüydü. Bugünse eğitim hem ebeveynlerin hem gençlerin zihninde giderek daha fazla kaygı ve güvensizlikle anılıyor. Araştırma bulguları bu ruh halini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Veri Pusulası bulgularına göre toplumun yarıdan fazlası (yüzde 53) mevcut eğitim sistemine güvenmediğini söylüyor. Lise ve üniversite giriş sınavlarında usulsüzlük olduğuna inananların oranı yüzde 63’e çıkıyor. Bu yalnızca okulla ilgili bir memnuniyetsizlik değil; devlet kurumlarının adaletine ve işleyişine dair bir güvensizlik de barındırıyor. Eğitimdeki güven kaybı, aslında Türkiye’nin genel güven krizinin en yalın göstergesi. Son aylardaki sahte diploma meselesinin, son yıllardaki sınavlarda soru çalınması olaylarının ve kamu personel sınavlarındaki partizanlıkların toplumsal bellekteki birikiminin yarattığı bir güvensizliği konuşuyoruz. Giderek de güvensizlik artıyor. Yargıya, hukuka, kurumlara ve kurallara olan güvensizlikle beraber yaşanan bir duygu savrulması, geleceğe güvensizliğin koyulaşması.

Toplumun yarısı, çocukların eşit eğitim fırsatlarına sahip olmadığına inanıyor. İyi eğitimin belirleyicisi olarak en çok “ailenin maddi imkânları” (yüzde 44) işaret ediliyor. Yani eğitim, eşitsizlikleri azaltmak yerine yeniden üreten bir mekanizmaya dönüşmüş durumda. “Paran varsa iyi okul” algısı giderek yaygınlaşıyor. Her 10 kişiden sadece 4’ü eğitimi sınıf atlama aracı olarak görüyor; gençlerin yüzde 40’ı bu inancı doğrudan reddediyor. Böylece eğitim, toplumsal hareketliliğin motoru olmaktan çıkıp sınıfsal farkların katılaştığı bir alana dönüşüyor.

Eğitim sistemine güvensizlik ile ekonomik kriz birleştiğinde, gençler risk alma, girişimcilik, aile kurma ve çocuk sahibi olma gibi temel kararlarını ertelemeye başlıyor. Yani eğitimdeki güven açığı yalnızca okul sıralarını değil, ülkenin demografik ve toplumsal geleceğini de doğrudan etkiliyor.

Bu noktada ilginç bir durum karşımıza çıkıyor. Demografik ve toplumsal doku ile ekonomik yapı siyaseti belirlerken Türkiye’de bu etkileşim terse döndü. Siyasete, ülke yönetimine karşı güvensizlik yaygınlaşır ve derinleşirken giderek demografik yapı siyasetten etkilenmeye başladı. Ülkeyi terk edip başka ülkelerde hayat arayışı artıyor. Yanı sıra uzun süredir içinde olduğumuz ekonomik tufan, hayat pahalılığı ve işsizlik sıkıntıları evlenme, çocuk sahibi olma kararlarının birinci motivasyonu haline dönüşüyor. Örneğin, Veri Enstitüsü’nün “Türkiye’nin Değişen Yüzü” araştırma dizisi bulgularına göre, 18–29 yaş grubunun yüzde 45’i “Bu ülkede çocuk yetiştirilmez” diyor, yüzde 43’ü beş yıl içinde Türkiye’nin daha iyiye gideceğine inanmıyor.

Çocukların alacağı eğitimin akademik kalitesi, sınav başarıları elbette her ailenin birinci önceliği. Öte yandan giderek büyüyen bir meselemiz daha var. Ebeveynlerin yüzde 38’i çocuğunun okulda zorbalığa maruz kaldığını söylüyor. Anneler bu durumu daha çok fark ederken, babaların dörtte biri habersiz olduğunu belirtiyor. Zorbalık, yalnızca okul yıllarını değil, bireyin tüm hayatını gölgeleyebilen bir deneyim. Eğitim sistemine güven kaybı, çocukların güvenliği ve ruhsal sağlığına dair bu endişelerle birleştiğinde daha da derinleşiyor. Akran zorbalığı konusunda köşe komşum Akan Abdula araştırmalarıyla, deneyimi aktarımlarıyla bir süredir kamuoyunun dikkatini bu meseleye çekmeye çalışıyor.

Öte yandan bir başka araştırma bulgusuna değineyim. Bir okul grubu için yapılan ve yıllar içinde tekrarlanan araştırma bulgularında dikkat çekici olan şuydu: Ailelerin çocuklarına okul seçimlerindeki ölçütleri 20 yıl önce akademik nitelik, öğretmenlerin niteliği, sınav başarıları gibi başlıklar iken son yapılan araştırmalarda “güvenlik” meseleleri ilk üç ölçütün içine girmişti. Güvenlik arayışının akran zorbalığından sokak çetelerine, uyuşturucu kullanım ve satışının yaygınlaşmasına bir dizi başka meseleyi de barındırdığını tahmin edebiliriz.

Üniversiteler de eğitim sistemine olan güven açığını kapatamıyor. Aksine bugünkü üniversite sisteminin güvensizliği daha da artırdığını söyleyebiliriz. Toplumun yarıdan fazlası (yüzde 53), üniversitelerin öğrencileri gerçek hayata hazırlamadığını düşünüyor. Üniversite diploması hâlâ değerli ama bu değer umutla değil, giderek hayal kırıklığıyla anılıyor. Beklenti ile deneyim arasındaki mesafe büyüdükçe, gençlerin geleceğe dair umut ufku daralıyor.

Sonuçta eğitim meselesi yalnızca müfredat, sınav ya da okulun fiziki koşullarıyla sınırlı değil. Eğitimdeki güven kaybı, toplumsal eşitsizlik algısı ve gençlerdeki umutsuzluk, Türkiye’nin geleceğe dair ortak hikâyesini zayıflatıyor. Eğitim, bu ülkenin yarınına dair en yalın soru: Gelecek kuşaklara güven, eşitlik ve umut aşılayabilecek miyiz, yoksa eğitim de toplumun ortak hayalini tüketen bir krizin aynası mı olacak?

Türkiye’de eğitim, yalnızca dersliklerin ya da sınavların meselesi değil. Çocuğunu okula gönderen her aile için geleceğe açılan kapı, toplumsal düzeyde ise güvenin ve adaletin en önemli aynası. Ama bugün bu aynaya bakıldığında görülen tablo, umut ile umutsuzluğun yan yana yürüdüğü çelişkili bir manzara.


Oksijen'den alınmıştır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar