Mensur Akgün

Beklentiler ve gerçekler…
7.09.2025
23

İdlip’ten çıkan muhalafet güçleri kimsenin beklemediği bir hızla Aralık 2024’te Şam’ı ele geçirip 62 yıllık Baas, 53 yıllık Esad rejiminin sonunu getirince dünyanın pek çok başkentinde şaşkınlıkla karşılanmış, zamanında IŞİD bağlantısı olan bir grubun ülkeyi yönetip yönetemeyeceği sorgulanmıştı.

Ancak bir yandan Türkiye destekli kamu diplomasisi hamleleri, diğer yandan yeni rejimin siyasi taahhütleri kuşkuların giderilmesine, yeni rejimin önce Arap dünyası, sonra da Avrupa ve Amerika tarafından tanınmasına yardımcı olmuştu.

Beklenti ülkenin tüm bileşenlerinin temsil edildiği üniter bir devlet yapısının kurulması, başta PYD/SDG olmak üzere silahlı grupların yeni kurulacak sistem hiyerarşisi içinde yer almasıydı. Mart ayına kadar gelişmeler bu beklentiyi büyük ölçüde karşılar şekilde gelişti, PYD/SDG Amerika’nın teşvikiyle Şara yönetimiyle görüştü.

Hepsinden önemlisi de bir ilkeler bildirgesi üstünde anlaşıldı. Fakat çok geçmeden yeni rejimle eski rejimin destekçileri arasında çıkan sorunlar, zaman zaman katliam boyutuna varan çatışmalar, eski refleksler ve İsrail’in müdahaleleri kurgulanmaya çalışılan sistemin tartışılmasına yol açtı.

Fransa’nın arabuluculuk çabaları da görüldüğü kadarıyla çözdüğünden fazla problem yarattı. Amerika bariz bir şekilde pozisyon değiştirdi. İsrail de kendisini “sınır komşusu” Dürzilerin hamisi ilan etti. Şu an hiçbir şey kesin olmamakla birlikte üniter devlet kurgusu hayata geçebileceğe pek benzemiyor.

Elinde silah olan hemen her etnik ya da dini grup minimumda otonomi maksimumda bağımsızlık istiyor. Kimsenin silah bırakmaya, askeri gücünü devlet yapısı içinde eritmeye niyeti yok. Eğer yaratıcı bir çözüm bulunamazsa Suriye’nin bir kez daha çatışmaya sürüklenmesi kaçınılmaz gibi.

Böylesi bir çatışmanın Türkiye için sorun yaratmamasıysa çok zor. Çatışmanın yeni bir göç dalgası demek olacağını, Türkiye’nin taraf olması halinde çözmeye çalıştığı Kürt sorununu, aşmak için çaba harcadığı Alevi sorununu yeniden alevlendireceğini söylemek için de sanırım kâhin olmaya gerek yok.

Ayrıca düşük bir olasılık olmakla birlikte İsrail ile çatışmaya sürüklenme riskini de göz ardı edemeyiz. Ne de olsa İsrail, Hamas saldırısı sonrasında Hizbullah ve İran’a karşı başlattığı savaşın yarattığı jeopolitik boşluğu Türkiye’nin doldurmasından rahatsız. Suriye’yi defalarca çeşitli gerekçelerle vurdu, Aralık 2024 sonrası ulaşılan istikrarı sarsmak için elinden geleni yaptı.

İsrail, Suriye üstünden Türkiye’yi yıpratmak, Amerika’yı seçim yapmaya zorlamak istiyor. İşgali altındaki Golan Tepelerinin ilhakının tanınmasını, mümkün olduğu takdirde Suriye’de fiili varlığının meşrulaşmasını arzu ediyor. Kısacası amacı bir taşla birkaç kuş birden vurmak, İran’nın boşalttığı yerin Türkiye tarafından doldurulmasına engel olmak.

Bu ve benzeri nedenler yüzünden de Türkiye’nin Suriye’de taraftan çok hakem olması, farklı gruplar üstündeki etkisini kullanması, Salih Müslim veya bir Dürzi din adamının söylediklerine bakmadan onları makul, herkesin çıkar ve beklentilerini koruyan, güvenlik endişelerini gideren optimum çözüm için teşvik etmesi, kısacası rasyonel davranması gerekiyor.

Unutmayalım ki bizim için önemli olan Suriye’nin güvenlik tüketen, istikrarsızlık üreten bir yer olmaktan çıkması, PKK ve IŞİD de dahil terör grupları için yeniden bir vaha olmaması. Rejimin üniter, federal ya da konfederal olması nihayetinde Suriyelilerin bileceği bir şey. Irak’ta bile federalizm iyi-kötü çalışıyorsa, Kuzey Irak-Türkiye ilişkileri yıllardır sorunsuz denebilecek biçimde sürüyorsa benzeri Suriye için de geçerli olabilir.

Türkiye’nin kaybediyoruz korkusuna kapılmadan Bahçeli sürecini akamete uğratmaması, İsrail’in çekmeye çalıştığı tuzağa düşmemesi şart. Bizim tek bir siyasi iradenin değil Suriye’deki tüm iradelerin temsilcisi olmamız, SDG’nin İsrail yerine bize güvenmesini sağlamamız gerekiyor. Tabii ki hayale kapılmadan, kimsenin melek olduğunu sanmadan.

Bu, içsel gerilimin tırmandığı, hukukun araçsallaştırıldığı, ana muhalefet partisinin siyaset dışı yöntemlerle tasfiye edilmeye çalışıldığı bir ortamda hiç kolay değil. Keşke bu tür yöntemlere tevessül edilmeyen bir ülkede yaşayıp, Suriye’yi, Filistin’i, Ukrayna’yı üstümüzdeki siyasi ve ahlaki bagaj olmadan konuşabilseydik. Ama ne yazık ki böyle bir ülkede yaşamıyoruz ve diğer sorunların akışını da erteleyemiyoruz…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar