Bülent KORUCU

Darbeci baro olur mu!
29.04.2012
2833

 

Adalet terazisi üç ayak üzerinde duruyor: Hâkim, savcı ve avukat. İddia, savunma ve karar makamı yani. Üçünden de istenen sivil, daha doğru ifade ile yurttaş merkezli olması. Devlete karşı işlenen suçları yargılarken bile, adliye halk adına ve kamu yararı gerekçesiyle hareket eder.

Devleti, halkın hizmetlerini gören bir cihaz ve organizasyon olarak görür. Bu söylediklerim maalesef işin teorik kısmı. Türkiye gerçeklerinde ise devletle bütünleşmiş, vatandaşa karşı onu korumaya adanmış adliye ile karşı karşıyayız. Haksızlık yapmamak için yeni nesil hâkim ve savcılarda değişim olduğunu belirtelim.

Bu tabloda vatandaşa en yakın ve tabiatıyla en sivil ayağın avukatlar olması beklenir. Yine Türkiye örneğinde bazen hâkim ve savcıdan daha fazla devletçi avukatlarla karşılaşıyoruz. Tekil örneklerin genel yorumlara dayanak teşkil etmesi yerinde olmaz. Ama ne yazık ki tekil değil kurumsal yaklaşımlardan bahsediyoruz. İstanbul Barosu, bilhassa son yıllardaki duruşuyla ağır eleştirilere maruz kalıyor. Kısa fasılaları saymazsak baronun, bürokratik oligarşinin müttefiki olmayı tercih ettiğini görüyoruz. Devleti kuşatan seçkinlerin ideolojik dayatmalarını hukukun temel ilkelerine üstün tuttuğunu müşahede ediyoruz. Zaten bu durum saklanmayıp iftihar vesilesi yapılıyor. 27 Mayıs kanlı darbesinde sonu idamla biten Yassıada yargılamalarına karşı çıkmak şöyle dursun; baro, sanıkları savunmayı reddetmişti. Katilleri, sapıkları savunurken gocunmayan (ki doğrusu da o) baro, idama giden Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarına karşı görevini yapmamıştı. Savunma hakkının ihlali, suçu ispatlanana kadar suçsuzluk karinesi ve doğal yargıç ilkesinin çiğnenmesi gibi birçok hukuksuzluğa destek vermişti. Bugün aynı baro, cuntaları yargılamaya çalışan mahkemelere karşı kurumsal husumet anlamına gelecek bir tavır sergiliyor. Sanığı değil suçu savunmak ve mahkemeleri hukukun sınırladığı çerçevenin dışına taşarak yıpratmaya çalışmak eleştirileri yoğunlaşıyor.

‘Darbeci’ nitelemesi bir baroya yapılacak en ağır hakarettir ve normal şartlarda kamuoyunun isyanını gerektirir. Ancak söz konusu suçlama yapılmış ve sivil toplumda bırakın tepkiyi, onaylayıcı muamele ile karşılanmıştır. İstanbul Barosu’nun bu durumu masaya yatırıp nerede hata yapıyoruz sorusuna cevap araması kaçınılmaz. Halk, avukatlarını savunmuyorsa sorun büyük demektir. Baro varlığını borçlu olduğu hukuk zeminini ve halkla arasındaki güven ilişkisini kaybediyor. Eleştirenlere karşı girişilen fiilî şiddet, baronun çaresizliğini ve demokratik eleştiriye hazımsızlığını gösteriyor. Bu bile tek başına baronun içinde bulunduğu ruh hâlini tasvire yetiyor. Oysa hukuk maske değil hayat tarzıdır.

Kaynak:Aksiyon Dergisi

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar