İsmet Berkan

İsmet Berkan
İsmet Berkan
Karar Tüm Yazıları
Bir sembol bizi bu kadar meşgul ettiyse, gelecekte kim bilir neler göreceğiz
26.11.2025
106

İskoçya Ulusal Partisi, İngilizce adıyla Scottish National Parti, İskoçya Keltçesindeki orijinal adıyla Pàrtaidh Nàiseanta na h-Alba, 1934 yılında kurulmuş.

Adından da net biçimde anlaşılacağı gibi İskoç milliyetçilerinin, en çok da Birleşik Krallık’tan ayrılıp bağımsız bir devlet olmak isteyenlerin partisi.

1967 yılından beri kesintisiz biçimde Londra’daki Birleşik Krallık parlamentosunda temsil ediliyorlar. Lordlar Kamarasında yoklar, çünkü parlamentonun üst kanadı olarak görev yapan bu kurulun varlığına karşılar.

1999 yılından beri İskoçya’nın kendi parlamentosu da var. Bu parlamentoda inişli çıkışlı bir çizgi izlediler, bir dönem çoğunluktular ama 2014’teki bapımsızlık referandumunun kaybedilmesiyle güçleri azaldı, Nisan 2024’e kadar İskoçya Yeşiller Partisi ile koalisyondaydılar ama o dönem partinin lideri olan Humza Yousaf bu koalisyonu bozdu ve yerel iktidarı kaybettiler. Şimdi 129 kişilik parlamentoda 60 sandalyeleri var, iktidardaki İşçi Partisi-Liberal koalisyonuna karşı muhalefetteler.

2014’teki bağımsızlık referandumunu yüzde 55’e 45 kaybettiler. Bu kayıpta, dönemin İskoçya kökenli İşçi Partisi lideri Gordon Brown’ın İskoçya’yı “Ayrılırsanız Avrupa Birliği’nden de ayrılmış olursunuz” demesinin etkili olduğu çok konuşuldu.

Sonra Birleşik Krallık kendisi Brexit referandumuyla AB’den ayrılınca İskoçya yeniden bir referandum yapmak istedi ama bu çabalar bu kez Birleşik Krallık parlamentosu tarafından engellendi. Ama İskoçya bağımsızlık fikrinden vazgeçmiş değil.

Tabii tarihte İskoçya ile Birleşik Krallık arasında birkaç kez büyük savaş yaşanmış, İskoçlar bağımsızlık için ayaklanmış ama her seferinde bu savaşları kaybetmişler. Yani İskoç bağımsızlık rüyasının yüzyıllarca önceye dayanan kanlı bir geçmişi var. Ama neyse ki son 100 yılda ayrılıkçılık hiçbir zaman şiddete dönüşmemiş, bizdeki PKK gibi bir örgüt ortaya çıkmamış.

Osmanlı İmparatorluğu 18 ve özellikle 19. yüzyılda din temelli milliyetçilikler yüzünden çok sayıda bölünme yaşamış. Bunlar içinde Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan’ın imparatorluktan kopması özellikle büyük sancılarla gerçekleşmiş.

Ardından Ermenistan kurmak isteyen Ermeniler defalarca ayaklanmış ama o da 1915’in son derece acı “Büyük Felaketi”yle, Ermeniler aleyhine sonuçlanmış.

Anadolu’da bir Yunanistan işgali yaşayan ve gelecekte de bir ayaklanmadan korkan genç Türkiye Cumhuriyeti insani olarak devasa acıları beraberinde getiren mübadele anlaşmasıyla topraklarındaki Ortodoks Hristiyanları Yunanistan’a göndermiş, oradan da bir kısım Müslüman Türk’ü Anadolu’ya almış.

Türkiye’nin bu toprak kaybetme, bazı dini veya etnik grupların ayaklanması korkusu, pek de gurur duyulmayacak çok sayıda çirkin, bazıları kanlı olaylara neden olmuş. Müslüman olmayan azınlıklara karşı Varlık Vergisi gibi, 6-7 Eylül gibi, bir gecede çok sayıda Rum’u Yunanistan’a göndermek gibi olaylar Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanmış. Bir zamanlar her köşesinde Ermeniler’in yaşadığı Anadoluda bugün Ermeni nüfusu hemen hemen sıfıra inmiş durumda, hala Türkiye’de kalan, bundan 120 yıl önceki 1,5 milyonluk nüfustan geriye kalan 50-60 bin kişilik Ermeni azınlığın neredeyse hepsi İstanbul’da.

Sancılı etnik temizliklerle ‘çözülen’ din temelli bu çatışmaların yanında bir de etnik temelli çatışmamız var: Kürtler arasında da, en azından Birinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren bağımsız bir devlet olmak isteyenler var.

Bu yönde ayaklanmalar olmuş, bazıları feci yöntemlerle ve çok kanlı biçimde bastırılmış. 1938 Dersim İsyanı adı verilen isyanda toplu katliamlar yapmış devletimiz. Koçgiri İsyanı’nın bastırılma biçimi Sivas ve yöresinde hala unutulmuş değil.

Son Kürt isyanı olan PKK hareketi, kendisinden önceki bütün Kürt isyanları içinde en uzun süreni ve en çok can alanı.

Şimdi bu isyan sona ersin diye bugüne kadar yapılmış çalışmaların belki en ciddisi yapılıyor.

Bu çalışma, toplumda karmaşık duygulara neden olmuş durumda.

Bir yanda Türkler var; onların duyguları karmaşık. Bunca yıldır ayrılmak istiyorlar ve bunun için silahlı isyan yürütüyorlar diye PKK’ya duyulan öfke var; bir yanda PKK diye bir örgütün çıkmasına neden olan kök sebep olan Türklerin kendilerini Kürtlerden üstün görmesi var, bir yanda silahlı isyanın bitecek olmasından duyulan rahatlama var, bir yanda “Biz savaşta galip geldik, Kürtlere hiçbir şey borçlu değiliz” duygusu var, bir yanda Kürtlerin temel şikayeti olan eşitliğin sağlanamaması halinde gelecekte başka bir silahlı isyan çıkmasından duyulan endişe var, var oğlu var…

Türk tarafındaki bu endişeye karşılık Kürtlerin de duyguları karmaşık. Bugün Türkiye’de son 50 yılda en az bir mensubu bu çatışmada ölmemiş veya cezaevine girmemiş tek bir Kürt ailesi bile bulamazsınız. Bu çatışmanın özellikle son 30 yılında yerinden yurdundan, köyünden çiftinden çubuğundan başka yerlere göçe zorlanmış onbinlerce Kürt aile var. Onlar da bir yandan silahlı çatışmanın bitecek olmasından sevinçli ve ümitliler ama bir yandan da “Bütün bunları boşuna mı yaşadık” diye düşünenler de var.

50 yıl süren bir çatışmanın geride derin travmalar bırakmaması eşyanın tabiatına aykırı. Bütün bu travmaların dönüp dolaşıp Abdullah Öcalan’la Meclis Komisyonu’nun konuşması, PKK’nın silah bırakması gibi konulara indirgenmesi de sanki başka bir travmanın konusu.

Nitekim Öcalan’la görüşülecek diye kopan tartışmayı bence bu travmalar çerçevesinde okumak gerekir. Düne kadar “Terör ele başı”, “Bebek katili” diye sıfatlar olmadan adı anılmayan Öcalan’ın “Kurucu lider” olması ve Meclis’in onun ayağına gitmesi pek şok kişiyi kızdırıyor.

Ama günlerdir yazıyorum, bu aslında sembolik bir hareket. Çok kuvvetli bir sembol, kabul ediyorum ama şimdi aranan çözüm zaten kaçınılmaz olarak bir süreç ve dün Meclis Komisyonunu temsilen üç kişilik dar ekibin yaptığı İmralı ziyareti bu sürecin içinde aşılması gereken merhalelerden sadece biri.

Yazının başında İskoçya Ulusal Partisi’ni özellikle örnek verdim. Bilmiyorum, Türkiye zamanla böyle bir demokratik olgunluğa gelir ve Kürt milliyetçileri düne kadar silahla savundukları ayrılık fikrini demokratik ortamda ve gizlemeye gerek duymadan savunurlar mı, onların bunu yapmasına Türkiye’nin geri kalanı “Tamam bu sizin demokratik hakkınız” der mi?

Ama herhalde ayrılıkçılığı barışçıl yöntemlerle savunmak, içinde bulunduğumuz “süreç”in olabilecek en son noktası olabilir.

Öcalan ziyaretinden o son noktaya, arada o kadar çok uğranması gereken yer var ki, insan son bir haftanın tartışmasına bakınca biraz çekiniyor.

CUMHUR İTTİFAKI’NDAKİ ESAS ÖNEMLİ BÖLÜNME…

Muhalefet ve muhalefete yakın medya Cumhur İttifakı’nda bir bölünme görmeye çok hevesli. Sürekli Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve Devlet Bahçeli’nin sözleriyle davranışlarında böyle bölünme emareleri arıyorlar.

Defalarca “İttifakta çatlak” başlıkları atıldı ama ittifak da işte görüyorsunuz yoluna devam ediyor.

Muhalif medya hiç sözünü etmese de bana göre ittifakta çok ciddi bir çatlak, daha doğrusu çok ciddi bir bakış açısı farkı var. Konu da, işte devam eden çözüm süreci.

MHP lideri Devlet Bahçeli, geçen Kurban Bayramı sırasında çözüm sürecinin yol haritası olarak kabul edilmesi gereken çok uzun bir yazılı metin paylaştı. Bence bu metne gereken önem bugüne kadar verilmedi.

Bahçeli o metinde kapsamlı bir demokratikleşme ve hukuk reformu da öneriyordu. Yani sürecin sadece terör örgütünün kendini fesh etmesi ve silahsızlanmasıyla bitmeyeceğini, bu adımı demokratikleşmenin, PKK’nın kendini ama DEM’in içinde ama başka bir partide siyasi olarak ifade etmesinin önünü açmaktan söz ediyordu.

Bildiğimiz kadarıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da, Ak Parti’nin de süreçle ilgili böyle bir tasavvuru yok. Onlar, bütün süreci PKK’nın silahları bırakması ve sonra da PKK’lılar için yapılacak af benzeri düzenlemelerle tamamlanacak bir şey olarak gördükleri izlenimi veriyorlar.

Eğer Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın sürecin demokratikleşme, özgürlüklerin artması, hukuk devletinin geri gelmesi gibi bir perspektifi sahiden hiç yoksa o zaman bu kendi başına Cumhur İttifakı’nda bir çatlak sayılır ve bir saatli bomba gibi patlayacağı günü bekleyen bir kriz anlamına gelir.

Umarım Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin de bir demokratikleşme perspektifi vardır, sadece bunu açıklamanın zamanını bekliyorlardır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar