Markar ESAYAN

Sözel demokrasi, sözde muhalefet...
10.02.2014
2190

 Hedef Erdoğan ve Öcalan mı?

Hem evet, hem hayır...

Farkın altını çizmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Hedef Erdoğan, doğru... Ancak Erdoğan'ın hedef seçilmesi, Yeni Türkiye'ye yönelik irade ve reformların içinde işlevselleşiyor ve anlam kazanıyor. Tekrar gibi olacak ama, Başbakan eğer farklı davranmayıp, mesela GES'i MİT'e bağlamasa, Çözüm Süreci'ni başlatmasa, güvenlik siyasetine devam etse, faizleri gevşetse, 'One minute' çıkışını yapmasa, BM'ye 'Dünya beşten büyüktür' demese, bugün diktatörlük-otoriterlik gibi bir gündemimiz olmayacak, Erdoğan 2010 ve öncesinde olduğu gibi bilindik, itibarı gittikçe azalan dar bir çevre dışında reformcu lider olarak desteklenmeye devam edecekti.

İşin kötüsü nedir biliyor musunuz? Aslında neyin yitirildiği anlaşılmayacaktı bile... Anlaşıldığında ise, çok geç olacaktı. Meşru hükümetlere rağmen siyasi kararlar alan, buna göre bürokratik irade kullanan güncellenmiş bir yapıyı çok geç fark edecektik.

Ancak tarih farklı gelişti. Erdoğan farklı bir lider çıktı. Standart sapması yüksek bir lider... Bizlere sert gelen yönleri madalyonun bir yüzü ise, kolayı seçmemesi, gelişimleri doğru ve hızlı okuyup manevra yapabilmesi bir diğer yönü. Kimse bu kadar büyük bir savaşı güle oynaya kabullenmez, tercih de etmez. Ancak bu şart olduğunda herkes bunu göze almayabilir. Erdoğan aldı. Bunun ne anlama geldiğini, CHP ve MHP de iyi biliyor. Lakin Sayın Kılıçdaroğlu siyasi hayatının en mesut günlerini yaşıyor. Kendisini partiye taşıyan gücü muhtemelen iyi tanıyor. O yüzden ahlaki değil, araçsal yaklaşıyor. Farklı davranmayı göze alsaydı, kaset komplosu ile kendisine sunulan liderliği elinin tersi ile iterdi, bu nedenle şimdi de tutarlı.

Sorun, Erdoğan ve AK Parti'nin hata yapmıyor oluşu değil, sürekli siyaset dışı müdahalelerin hedefinde olması... Bu ise inşa sürecinin devam etmesinden kaynaklanıyor. Yani aslında, tam da AK Parti reform yaptığı sürece hedef oluyor, yapmadığı zamanlarda değil. Tezvirat tam tersi yönde olsa da, kamuoyundan gizlenmeye çalışılan gerçek bu.

Son 12 yıllık reform çizelgesine bir bakalım. Böylelikle sözel değil, sayısal demokrasinin verilerini görmüş olalım. Yıllara göre reform dağılımlarının kalem hesabı şöyle.

2002: 19, 2003: 36, 2004: 21, 2005: 10, 2006: 8, 2007: 5, 2008: 7, 2009: 10, 2010: 35, 2011: 16, 2012: 28, 2013: 16...

AK Parti'nin reform konusunda en yavaş olduğu tarih aralığı 2005 ile 2010 arasındaki altı yıl. Başlangıçtaki üç, sondaki dört yılda sıçrama yaşanmış. 2005'te mesela şu feci TMK son halini almış. Kimsenin hükümete gıkı bile çıkmamış o yıl.

Ne gariptir ki, Erdoğan'ın diktatör diye hedefe konduğu yıllar en çok reform yapılan zaman dilimini oluşturuyor. Reformların yavaşladığı, ortalıkta açılımın adının olmadığı zaman diliminde ise Erdoğan'ı koyacak yer bulamamış bugünün diktatör pazarlamacıları.

Türkiye'nin 200 yıllık Kürt sorunu için görülmemiş bir süreç 2013'ün başında başlatılmış. Halktaki destek oranı yüzde 70'lere dayanmış. Doğu'da bu oran neredeyse yüzde 100. Duygusal olarak Türkiye'den kopmuş, fiziken de kopmak üzere olan bir coğrafya, Kürt vatandaşlarımız ülkesi ile barışmaya başlamış. Sadece şu soruyu cevaplayın: 'Erdoğan Barzani ile ilişkileri düzeltmese, PKK ile savaşın dozunu arttırsa ve böyle bir anda Suriye savaşı bu haliyle başlayıp devam etse, biz bugün nasıl bir Türkiye'de yaşıyor olacaktık?'

Dolayısıyla, Erdoğan'ın hedefe konması 'sözel' değil, 'sayısal' demokrasi verileriyle uyuşmuyor. Sözel demokrasi dediğimiz, şu meşhur 'sert dil' meselesi. En radikal reformlarını yaparken, üslup açısından demokrasisini tartışan ilk ülkesi olabiliriz. 'Apo'yu niye asmadınız' derken Öcalan'ı çözüm için muhatap alan, 'Affedersiniz bana Rum, Ermeni dediler' derken CHP'nin 'Agop'un mallarını geri veriyorlar' diye sokaklara seslendiği vakıflar yasasını çıkartan, iki milyarlık azınlık malının iadesini sağlayan bir profil var karşımızda.

Ama en nihayetinde bu üslup-icraat farkı insanların kafasını ne kadar karıştırabilir ki! Mesele bu değil. Mesele bir iktidar savaşı, bir vesayet dayatması.

Öcalan için de aynı durum geçerli. Uzun süre Öcalan'ı 'Erdoğan'ın hal edilmesi ittifakı'na çekmeye çalıştılar ancak, 17 Aralık'a 'Bu bir darbedir, her türlü darbenin karşısındayız' dedikten sonra, birden bire arşivler açıldı ve itibarsızlaştırma kampanyası başladı. Öcalan sözel demokrasimizi 'satış'a mı getiriyordu? İmralı'da MİT'in talimatıyla Erdoğan'a destek mi veriyordu? Ak saçlı seçkin köşecilerden BDP'li vekiline bu 'tez' dolandırılmaya başladı. Hemen arkasından, 15 yıl önceki sorgu kasetleri ortaya çıktı.

Hem Erdoğan, hem Öcalan, aslında bu iddialar doğru olsaydı el üstünde tutulurdu oysa. Erdoğan kendisine dayatılan vesayeti kabul etse, Öcalan derin devlete teslim olsa, bu sorunları yaşamayacak, gençlerimizin birbirini öldürdüğü, fakir, itibarsız ve ümitsiz bir ülkede yaşamaya devam edecektik.

Basit bir soruyla bitirelim: Haklılığını, savaşın yeniden başlaması ve darbenin muvaffakiyetine bağlamış bir pozisyon, muhaliflik sayılabilir mi?

 
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar